babamın o ığıl ığıl akan sesinin kaynağını
selçuklulardan gelmiş olmasında buldum
cenklerde patik örgüsü çevikliğiyle
dört bir yandan şişlediği rus ordusu
az ötede yani ahlat'ın sakin,
ahlat'ın o bölüşsek kavgaya tutuşacağımız mirasının tam ortasına yığılmış.
göğün göğsüne bir kızıl çarşaf geriliyor
bulanık'ta yaşayan orman gözlü kadın döşeğinde uyurken.
döşeğinde ölürken şevket dedem
ve henüz yıl 2017 bile değilken.
yıl henüz ölüm değil.
insanın göynüne gırlangıç gibi oturur zülcelal diyen
parmakları muntazam çizgilerle dolu
boyu kapıdan geçmeyen yürüyen kalbim
yatağa mahkum oluyor.
döşeğe.
üzerinde muhabbet ninemin etamin işlemesi var.
9 yaşıma dönüyorum,
hızır günü denen hurafenin içindeyim.
gül ağacının topraklarına hayallerini gömüyor
yahut çiziyor fazilet hanım.
dedeme geliyorum gözlerim açık.
hiç ışınlanmamışım ancak 11 yıl sonrasına geliyorum.
einstein'ın rabbine şükrediyorum.
einstein'ın ve dedemin.
döşeğinde ölmeden evvel
sadece 190 saniyede bir farzı yerine getiriyor
190 saniyede bir köşk.
190 saniyede zevil-i hayatı elinin tersiyle itiyor.
zülcelal'den gayrısına el açmamış,
ormandaki kuşların seslerini getiren,
ağaçların nefesini getiren 59larda bir kadın.
babası, ömrü, çocukluğu
orman seslerini getiren kadın
arapça harflere sığınıyor, musa aleyhisselâmının rabbine.
ezop masalları anlatırken
muş'u anlatıyor,
bir yumurta koysa bütün memleketten görünür diyerek.
bir yumurtanın kırıldığını görüyoruz, yuvarlanarak;
dedem döşeğinde ölürken.
william faulkner'ın bundan haberi yok.