İnsan niye okur sorusunun yeryüzündeki okuyan insan sayısı kadar farklı cevabı vardır sanırım. ‘Ben neden okuyorum’a gelince; sanırım en büyük nedeni dayatılan tektip ve tekdüze yaşamdır diyebilirim. Çünkü hayatımın çok daha hareketli dönemlerinde, mesela fotoğraf makinem elimde karış karış İstanbul’u gezdiğim veya haber peşinde o şehirden bu şehire seyahat ettiğim dönemlerde okumak bu denli baskın bir ihtiyaç değildi hayatımda. Daha çok bir hobi, bilgiye ulaşma veya kafa dağıtma aracıydı. Çünkü farklı insanların, farklı kültürlerin, farklı coğrafyaların içinde olduğumda kitapların bana katacağı çeşitliliğe organik olarak ulaşabiliyordum.
Ne zaman ki biz büyüdük ve dünya biraz daha kirlendi; aile kurmak, geçinmek, hayatta kalmak derdi ön plana geçti, işte o zaman hayat stabilleşmeye, durağanlaşmaya, sabitlenmeye başladı. Ve içinde bulunduğumuz çağın dayattığı, vahşi kapitalizm, tüketim toplumu, bireyselcilik ve değerlerin yok olması da bu sürece çanak tuttu ve hayatımıza sıkıcı, gri bir fon serdi. Çeşitlilik kayboldu, insanlar, mekanlar ve ilişkiler tektipleşti.
İşte bu aşamada kitaplar yine kolay ulaşılan, cezbedici bir alternatif haline geldi. Oturduğunuz yerde, nispeten düşük bir maliyetle, fiziken olmasa da ruhen farklı insanların, farklı coğrafyaların, farklı yaşanmışlıkların içine girebilme imkanı sundu. Gidemediğiniz köylere götürdü, giremediğiniz denizlere soktu, tanışamadığınız insanlarla tanıştırdı. İki çift laf edecek birini bulamadığınızda sizinle sohbet etti, akıl verdi, dert dinledi...
Kitap okurken kazandıklarımın beni bu hayata karşı koruduğunu düşünüyorum. Kaosun içinde kaybolmaya, savrulup gitmeye, vasatlaşıp değersizleşmeye çok müsait bir ortam var. Çevremde kitaba elini sürmeyen insanlarda çok rahat gözlemleyebiliyorum bunu... Ve ben, o insanlardan biri olmak istemiyorum...