Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

447 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Merhaba arkadaşlar. Bunu deyince de “Kanalıma Hoşgeldiniz” demek geçiyor içimden. Kitabımızı gene bir tavsiye üzerine bende merak ederek aldım ki umarım bu bir mesaj değildir. Geçmiş dönem araştırma ve incelemelerine konu olan bu kitabımızda da bizleri büyük sürprizler ve bir öngörülemezlik takip ediyor. Şimdi benim de bu konuda çok sağlam çıkarımlarım var. Aslında bu hepimizin aklına gelen ama bir şekilde dillendirmeye cesaret edemediğimiz bir varsayım, demek daha doğru olacaktır. Ben günün yarısını Kadıköy’de geçiren birisi olarak şunu fark ettim. Bizim yaşıtımız hatta büyüklerimiz telefona yapışmış durumdalar. Sıkıntı yok hepimiz kullanıyoruz sorun bu değil zaten. Sorun özellikle ufak kardeşlerimizin telefona aşırı dalmaları ve yaşanan kazalardan kıl payı kurtulmaları. “Telefon” konusu geçince klişe gibi uzaklaşılıyor hemen ama ben es geçmemenizi tavsiye ediyorum. Sonuçta SAĞLIK, hem daha önemli neye sahibiz? Buralarda gördüğüm zaman aşırı üzülüyorum bu duruma, daha geçen gün bir sokakta kızın tekini minibüs eziyordu, bir diğer gün ışıklardan karşıya geçmeye çalışan birini –yani artık SALAK diyeceğim buna- bir araba eziyordu ki ışık KIRMIZI ve adam telefona baka baka karşıya geçmeye çalışıyordu. Bence bunun tedavisi de olmalı ve yapılmalı. Yoksa çok daha kötü şeyler olacağından korkuyor insan. Tabi Psikiyatri çok muazzam bir alan. Sonuçta DOKTOR var işin içinde ve ben onların hepsine çok büyük saygı duyuyorum. Benim için yürüdükleri yol bile kutsal. Yolu hastaneden geçenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır mutlaka. Sizce anlatılanlar, yaşanılanlardan çok çok farklı şeyler olabilir mi? Tanıdığım birkaç doktorla bunun muhasebesini yaptık desem? Bununla günlük hayatta bile karşılaştığımızı da eklemek gerek. Özenli bir seçim, çarpıtmalar, unutmalar, kendine göre yorumlamalar. Tabi bu kitabı daha çok kimler okumalı sorusunu duyar gibiyim. Aslında insanları daha iyi anlamak için hepimiz demek isterdim ama doğrusu psikiyatri ve psikoloji alanındakiler, bilhassa da işe yeni girenler ve bu alanların öğrencileri. Asıl konunun alakadarları bunlar. Ruhsal Karmaşalara DİPLOMALI ve BELGELİ cevap bulabilecek kişiler bunlar çünkü. Kitap 4 bölüme ayrılıyor bunu da belirtelim. İlk bölümde Psikoz Deneyimleri, -yani kişinin somut, gerçek dünyadan kopup soyut bir dünyada yaşaması olarak anladırabilir- inceleniyor. İkinci bölümde hastaların -evet hastaların- kendi yazdıkları anıların, yazıların bir derlemesi anlatılıyor. Üçüncü bölü, ilaç ve uyuşturucuların etkisinde yaşananları anlatıyor. Dördüncü ve son bölüm ise gerçekten ünlü ve efsanelerin akıl hastalığını tanımladıkları anıları anlatıyor. Kitabımıza geçtiğimizde ben önce içeriği vermeyi, daha sonra anlatılan hikayeleri bölüm bölüm incelemeyi ve arada da kitabı tanıtıp daha fazla okuyucuya yaymak için biraz SPOİLER vermeyi uygun bularak başlıyorum. eksiup.com/p/ut20898063sx eksiup.com/p/w9208981b3fs => BİRİNCİ BÖLÜM <= 1- Şu Anda Zaptedilemez Bir Çılgınım: Doğru düşünmek nedir? 1940’larda bir devlet hastanesinde kağıt parçalarına, eski zarfların boş yerlerine ve paket kağıtlarına yazılmış ilginç bir yazı görüyoruz. Lara Jefferson adında bir hastanın yazdıkları bu yazılarda bir BENLİK davası, kendi psikozuyla yaşadıkları, öfkesi, kendi durumunun bir analizini okuyoruz. Şöyle hoş bir cümlesi de var: Onun gerçek olduğunu biliyorumm çünkü hayaller yalnızca fikir üretirler, somut maddeleri değil. (S.35) 2- Mutluluk Dünyası - Dehşet Dünyası: John Custance’ye ait bu hikayenin önemi ise, John’un hayatını buna, yani akıl hastalığı deneyimleri ve bunları yazmaya adamasıdır. Ayrıca TIP alanında da manik-depresif psikozu çok iyi anlattığı belirtilmiştir. İki farklı başlık gördüğümüze göre iki farklı karşılaştırma olacağı ve bunların birbiriyle ilişkisinin anlatıldığını da tahmin edersiniz. 1939’da geçen bu hikayede de hoş bir söz eklemek istedim. Hakikaten, bir insan ruhu sonsuz bir genişleme, yayılma arzusu taşır; bir Tanrı’nın karşısında açılmak, yayılmak... (S.74) 3- Bir Şizofrenin Otobiyografisi: Bir şizofren neler hissedebilir? Gerçekten tüm detaylarıyla anlatılıyor. Ayrıca bunu kimin yazdığının bilinmemesi de kötü olmuş. Hikaye 1951’de yazılmış. Yazar bir kadın, konuşmasından ve bahsedişinden öyle anlıyoruz. Hayatın ateş tarafından yıkılmasına karşın, su onu daima korumuş ve saklamıştır. (S.92) 4- Az Bilinen Bir Ülke: Akıl hastalığı, dinsel uyanma ve yaşama hevesi diyebileceğimiz üçgeni en iyi anlatan yazarın -Anton Boisen- 1960 yılında yayımlanan ‘Derinliklerden’ isimli kitabından alınıyor. Ayrıca zamanında papazlık yapmasına binaen hem psikiyatri hem de din öğrencileri için bir klasik olan “İç Dünyanın Keşfi” kitabı bizlere önerilmiş. 5- Paranoya: 1894 yılında yaşanmış bir olayın kitaba dökülmesi, bunu Freud gibi birinin incelemesi, hatta bir Teori üretebilmesi, paranoyak psikozun içeriden gözlemlendiği detaylı bir hikaye görüyoruz karşımızda. Sanki geceler bile yüzyıllarca sürüyordu. (S.128) 6- Polisiye Davalar: Yazarının kim olduğu bilinmiyor. L. Percy King diye isim veriliyor. Yaklaşık 20.000 (yirmi bin evet) kelimelik bir yazı bu ve bunu toparlamak için bu kelimeler tekrar tekrar yazılıp düzenlenmiş. Bu mektuptaki konular ders kitaplarında da kullanıldığı için oldukça güzel ve ilgi çekici bir içerik sunuyor. 7- Kendini Bulan Akıl: 1908’de Longmans Green’in aynı isimdeki eserinden alınan bu bölümde şiddetli depresyon, sessizlik ve çöküntü halinden bir anda coşku ve mani haline geçişin anlatıldığı bir öykü çıkıyor karşımıza. Mani hali gerçekten benim de okurken öğrendiğim ve son derece büyük bir hastalık olarak görmeye başladığım durumdur. 1900 yıllarında yaşanılan bir durum olduğunu öğreniyoruz. Hatta finalde kendisini Cervantes’in ünlü kahramanı don Kişot’a benzetmesi de çok ilgi çekiciydi. 8- İstemeyerek Anlatılan Öykü: Jane Hillyer tarafından yazılan bu öykü de dikkatimizi çekiyor. 1926’da yayımlanan bu öyküde depresyon ya da şizofreni denilebilecek belirtilerle karşılaşıyoruz. Akıl hastalığının öznel olarak anlatılmasıyla da bunu en yakın kaynaktan gözlemlemiş oluyoruz aslında. 9- Bir Şizofrenin Öyküsü: Anormal Psikoloji alanına katkı yapmış bir eserdir. Genç bir kızın kişiliğinin kaybolmasını ve yabancılaşma hislerine dair verdiği mücadeleyi anlatır. Bir şeyler ona saldırmıyor veya herhangi bir şey yapmıyorlardı ama işlevlerini ve anlamlarını yitirmişti. ‘Onların var olmaları benim yakınmama sebep oluyor’; Sartre’nin BULANTI kitabında bahsettiği olguyla bağdaşır. 10- Şizofreniyle Beraber Yaşamak: Norma McDonald’ın öyküsü, bir hastanın hastaneden çıktıktan sonraki karşılaştığı sorunlara odaklanır. Anormalliğe olan eğilim ve bunun farkında olan bir hastanın hassas bir denge üzerinde yaşamaya çalışması bizlere hissettirilmeye çalışılır. Şizofreniye uyum sağlamasına yardım edecek şeylere odaklanır: Ya bu sallantıdan bir yere fırlarsam, der. Önemi yok, dengeyi tekrar bul, diye kendine cevap verir. Güzel bir yazıdır. Çok güzel bir söz de vardır burada. Zamanla en kötü hatalarımdan birinin insanları tanıyamamam ve onlardan ne beklemem gerektiğini bilememem olduğu açıkça ortaya çıktı. (S.182) 11- Aynadan Bakış: Mary Cecil’in çok güzel bir yaklaşımla kaleme aldığı satırlardır. Hastanın kendine ve çevresine karşı yönelttiği mizahi görüş, deliliğe eşlik eden bir akıl, hep psikiyatrinin zayıf noktasına vurmaya çalıştığı bir ironidir. Hastalığı, bu konu hakkında konuşmaya istekliliği, hep pozitif olması çok önemli detaylardır. 12- Bir Centilmenin Akli Dengesizlik Durumundayken Gördüğü Tedavinin Öyküsü: Bu yazı 1838 ve 1840 yıllarında yazılmış 2 ciltlik bir eserden alınmıştır. John Perceval bir İngiliz bakanının oğludur. Tuhaf davranışlar, yanılsamalar ve halüsinasyonları tanımlamakta ve bunları kendi açısından açıklamaktadır. 13- Kişiliğin Yitirilmesi Deneyimi: Yadsımanın ne olduğuna dair somut bir deneyim arıyorsanız tam adresine geldiniz diyebilirim. 1958 yılında yaşanan bu hikaye, bir kadının yaşadıkları, sonra düzelmesi ve kendi anılarının iki psikiyatristin yardımıyla da yazılıp yayımlanmasını içeriyor. Ayrıca bu ilk bölümün de son hikayesi. Burada çok güzel bir yer var, çok dikkatimi çekti ve paylaşmak istedim. Şimdiki güvensizlik ve bunalım duygularımın çoğu çocukluğumdan beri hiçbir zaman ciddiye alınmamam, bana en yakın olan kişinin bile beni dinlememesi ve dolayısıyla kendime güvenimi yitirmem yüzünden doğmuşlardır. (S.238) => İKİNCİ BÖLÜM <= 1- İçimde Olağanüstü Bir Yaşam Yoğunluğu Var: 1901 yılında, 19 yaşında gencecik bir kadın olan Mary Maclane’nin öyküsü bizlere çok güzel gelecek. Onun yoğun, tutkulu hislere dair ‘dehası’ aslında akıl hastalığının ‘Deha’ hali diyebiliriz. Eğer iyilik ve bunun doğal sonucu olan normallik bir hiçlikse, kötülük ve delilik daha yoğun duyguları kapsar. Hasta ve hastalık ayrı mı düşünülmelidir? Psikiyatrinin hastalara duyduğu acıma ile iyilerin hastalara karşı duyduğu acıma birbirine benzer midir? Çok güzel sorulara çok güzel cevaplar alacağımıza inanıyorum. 2- İnsanın Kendi Hayatı: Çok çok çok dolu bir bölümdür. Normal olarak görülen birçok yanılsamalar vardır burada. Elimden geldiğince içerdiği cümleleri vereceğim. Joanna Field’in değişmeye çalışmasını, iyi olmasını toplum olarak hastalık diye nitelendirmek görülüyor. 1952 tarihli bu hikayeden çıkarılacak cümlelerse şöyle. Başkalarının benim hakkımda düşündüklerine öylesine önem veriyordum ki, sürekli olarak onları üzmekten, kızdırmaktan korkuyordum. (S.264) Kendini daha az düşün; bu kadar kendinle meşgul olma; başkalarını da düşün, o zaman kendi sorunlarını düşünecek vaktin olmaz. (S.269) Geçen gün en önemli şeyin, öbür kişilerin görüşleri olduğunu düşündüm. (S.269) 3- Bir İntihar Öyküsü: Ruth Cavan’ın, İntihar isimli eserinden alınan bu parçada acayip derecede SEVGİ hastalığına yakalanmış bir kadın ve onun hislerini görüyoruz. Bu çok iyi bir hikayedir. Sevgiye doymayan bir kadının tek bir an bile sevilmediğini hatta gösterilen bir sevgiyi bile yetersiz görüp Nevrotik olarak tanımlanabilecek yaşadıklarını görüyoruz. Bir de güzel cümleler kuruyor ki kitapta. Ben en kötüsünü vereyim çok sinir oldum. Sevgiyi bulmuş da beğenmiyor utanmaz. Yaşamaktan da savaşmaktan da bıktım. (S.279) 4- Lokomotif Tanrı: Akut Anksiyete Nedir? Önceliğimiz bu sorunun cevabını bulmak ve FOBİ’nin klasikleşmiş öyküsünü okumak diyebiliriz. William Leonard’ı yaşamı boyunca takip etmiş bir durumdan bahsediyoruz. Yazar bütün gücüyle kendini korumaya odaklansa da güçsüz düştüğünde ne kadar çaresiz olduğunu bizlere yansıtır. Nevrozların en önemli ve halen çözülmeyen bir esrarından bahsediyoruz. 5- Bir Şizofren Yoğun Terapiyi Tanımlıyor: Parçanın The Psikiyatrist dergisinde yayımlanması, bir hastanın his ve düşüncelerini oldukça açık ve dürüst biçimde anlatması, terapinin hasta tarafından anlatılması çok güzeldi diyebilirim, kanımca. Yazarın çok güzel bir benzetmesi var aslında. Kendi dilini konuşan hiç kimsenin bulunmadığı bir ülkede kaybolmuş bir yolcudur ve daha da kötüsü nereye gitmesi gerektiğini de bilemez. 6- Epilepsi: Margiad Evans’ın ‘Karanlığın Parıltısı’ isimli eserinden alınmış, ‘Sara’ nöbetini ve bunun günlük hayata yaptığı etkiyi inceleyen bir yazı okuyoruz. Krizin başlamasıyla ardından gelen ‘Unutma’ durumunu yazar çok iyi açıklıyor. 7- Bir Doktorun Kendini Psikosomatik Açıdan İncelemesi: Adından da anlaşılacağı üzere, Doktor Wertham’ın hastaları yerine kendini incelemesini, yaşadığı kaygı ve endişelerini, çektiği acıları aktardığı bir yazı okuyarak bu bölüme son veriyoruz. => ÜÇÜNCÜ BÖLÜM <= 1- Mescaline’le Bir Pazar: Mescaline gibi ilaçlar insanlarda hangi etkileri yaparlar? Bunun yanında dersini de aldığım diğer bir uyuşturucu LSD gibi maddeler bir insanı zihnen ve psikolojik olarak nasıl etkiler? Bu sorularının cevaplarını Doktor Philip Smith’ten dinliyoruz. 2- Haşhaş Yiyici: Bu bölümün son hikayesinde de 1885 yılında yaşanmış olan bir düş alemini anlatır bize. Haşhaş ve onun etkileri. O zamanlarda ‘Tedavi’ için bile kullanılan Haşhaş’ın etkilerini inceliyoruz. => DÖRDÜNCÜ BÖLÜM <= 1- Yaşamım Birden Durdu: Tolstoy’dan hoş bir öykü. Nefes alıyorum, yiyorum, içiyorum, uyuyorum ama içimde GERÇEK bir yaşam yok. ‘İtiraflarım’ eserinden alınan bu parçada derinliklerden yukarıya çıkışı anlatıyor ve ‘İLGİNÇ’ bir şekilde yeniden doğma süreci için DEPRESYON bir gereklilik olarak görülür. 2- Akıl İradeyi Yönetiyor: St. Agustine’nin de İtiraflarım adlı bir kitabı var ve buradan alınan bir bölümde yazar nevrozların gerçek sorunlarına odaklanmaya çalışıyor. İyi-kötü, güzel-çirkin gibi tanımlamalar arasında gidip geldiğini ve bunları birlikte yaşadığını gözlemliyoruz. 3- Doktorlar Hastalığımı Anlamıyor: Vaslav Nijinsky, bir bale dansçısıdır. Bu yazısı akıl hastanesine düşmeden önce kaleme aldığı bir yazıdır. Yazar, deliliğin içinde gizli olan anlamları ortaya çıkarmayı çabalar. 1919 yılına ait bu yazıda bir Tanrısallık çatışmasına da şahit oluyoruz. 4- Bulantım Hala Geçmedi: Jean Paul Sartre ismini gördükçe bir duraksar oldum son zamanlarda ve bomba gibi bir yazı bekledim gene. Bulantı kelimesi Fransız varoluşçuluğunun klasiğidir, hatta Temelidir bile diyebiliriz. Bu yazıda ise akıl hastalığı deneyimlerinin, ruh hallerinin analizi ve tanımlanması olarak okuyoruz. 5- Fazla Bilinçli Olmak Bir Hastalıktır: Tam orijinal hali şöyledir. Yemin ederim baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır, gerçek, eksiksiz bir hastalık. Son hikayemiz Dostoyevski’nin meşhur Yeraltından Notlar eserinden alınmış. Bu sefer bir dengesizlik değil, psikopatolojinin karşısında gösterilen davranış biçimlerini keşfetme çabasıdır. Bu yazıda NORMAL ve SAĞLIKLI olmaya TEPKİ göstereceğiz. Çok güzel bir kitaptı. Parça parça okudum 3 günde bitirdim ama çok zevk aldım diyebilirim. Dili oldukça ağır, onu belirtmeliyim. Bazı yerlerinde çok zorlayacaktır çoğumuzu. Gerçi bu paragrafı keşke başa alsaydım. Buralara kadar kimsenin ineceğini sanmıyorum ama neyse. Keyifli okumalar mutlu akşamlar dilerim..
Akıl Hastalarının İç Dünyası
Akıl Hastalarının İç DünyasıBert Kaplan · Öteki Yayınevi · 2000148 okunma
··
191 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.