Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

268 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Sanatı anlamak için yalnızlığı anlamalıyız diye lafa giriyorsa biri bulunduğunuz mekanı terkedin ve o kitaba bulaşmayın. Kapatın kütüphanenizin ücra bir köşesine tıkıştırın yoksa peşinizi bırakmaz,uyku bile haram olur,sabah işe şiş gözletre gidersiniz. Ve bu giriş Blanchot tsrafından yspılmışsa lanetlendiniz demektir. Bir Blanchot kitabi yarım bırakılamaz ve bitirilemez. Sanatı anlamak istiyoruz, yalnızlığı anlamaya çalışalım o zaman. Sanatçı yapıtını ortaya çıkarmak için yalnızlığa gereksinim duyar bunu biliyoruz. Yalnızlık ile içe dalış aynı şey değildir, bunu bilmiyoruz,ya da hiç düşünmedik. Bildiğimizi varsayalım, yapıtın oluşması için yalnız kalmak gerekli ama bu yalnızlık sanatçının iç dünyasına dalması ile karıştırılmamalı. Yapıt, yazınsal yapıt oluşmaya başlarken yalnızlığını kazanır yazarını kapi dışarı eder,yazar kovulduğunun farkında değildir didişmeye devam eder. Yazar yapıtinı bitirir başka bir yerde bitirdiği yerden tekrar başlar böylece sonsuz bir yinelemeye dönüştürür ama ne söylerse söylesin sadece tek bir şey söyler,var oldugunu. Yapıti yazan yahut okuyan kişi,yapıtın içine girip baglanan kişi "varolmak sözcüğünü dile getiren şeyin yalnızlığına aiittir". Burada anlamadiğımız şey tam olarak cümlede geçen "şey" dir. Nedir bu şey. Bir kitabı okuyorum bağlanmışım kitaba yolda yürürken hep aklımda,çalışırken aklıma geliyor yani işte kitaba bağlanmışım dedik. Ben kitapta dile gelen varolmak sözcüğunün yalnızlığına aidim. Bu her şeyi söyleyen ama sadece varolduğunu söyleyen şey yapıtta "dilin saklayarak koruduğu ya da yapıtın sessiz boşluğunda yok ederek ortaya çıkardığı sözcük." Yani yapıttaki varolmaya ulaşabilmek için anlatılan binlerce şeyin arasına dil tarafindan hapsedilmis yahut saklanmış mesajı çıkarmak gerek peki ama nasıl ,gevezelik eden birini düşünelim,sürekli konuşuyor kimseye nefes aldırmadan ve kendiside nefes almadan konuşuyor,karşısındakilerin ne dediği umrunda bile değil çok konuşan biri bir şeyler saklıyordur,kendi içiyle ilgili,kimsenin bilmrdini istemeyeceği bir şeyler. Bunu gözlerine bakarak anladığınızda bir duvar yıkiĺmış olur bir an susulur,işte bu sessizlik anında yoketme işi başlar o an saklanan kişiyi tüm çıplaklığı ile görmüş oluruz. Okumak da yazmak gibidir, bir kitabı okumak onun yalnızlığını keşfe çıkmaktır. Yapıt ile kitap arasındaki fark. Kitabın nasıl yapıt olabileceğini anlamak için yine bizim gevezeden faydalanacağım,duvar yıkılmıstı,kişiyi tüm çıplaklığı ile görmüştüm işte o andan sonra geveze susar ve dinlemeye başlar artık arkadaş olmuşsinuzdur. Kitabı okurken bu varolmak mesajıni anladığımız anda kitsp bir yapıta dönüşür ve yazar yalnızliktan kurtulur artik yazarın yalnızlığını paylaşan biri vardır,okur... yalnızlık paylasılďığı anda artık yalnızlık değildir. Yapıt,onu yapan öldüğünde bitermiş ve tersten gidersek bir yapıt varolduğu andan itibaren yazar artık ölmeyecektir. Yazar yapıtını okuyamaz ancak yeniden yazabilir. Bitidigıni sandığı anda yine devam eder, yaşamının sonuna kadar, yazar ,yapıtı tarafından yazmaya mahkum edilmiştir ve aslında sürgün edilmiştir,en iyi ne şartlarda yazabiliyorsa işte o şartlara sürgün edilmiştir. İşte yalnızlık tehlikesi burada kendini gösterir. Yapıt yazara sahiptir yazsr ise sadece bir kitaba... Kitabı yapıt yapan ,aradığımız sessizliktir,bu sessizlik yazmayı kesme refleksinin geldiği anda başka bir deyişle egemenliği ele geçirme anında( kalem tutan eli tutmayan elle yakalama anı) kendini gösterir ama bir şartla; yazmaya devam etme. Blanchot bu duruma "işkence eden tutma" diyor. Yazmayan el yazmayı kesmesi için baskı yapar,yazar dışlanmış olandır,yapıt tarafından dışlanmış bir taraftan yazmaya mahkum edilmiş bir taraftan yazmaması için işkence edilmeye mahkum. Bu karmaşık durumda bizim kitabı beğenme sebebimiz oluşur, dil deriz,hava,deriz,içine çekiyor deriz. Blanchot "ton" diyor ve arı sessizlikte kalıyor. Sessizliğe mahkum edilmiş yazar. Yankı gibi düşünebiliriz, yankıyı duyabilmemiz için bağırmayı kesmeliyizdir. Yazmak işte bu yankıdır. Yankı sessizliğe muhtaçtır,aradığımız şey tam olarak budur işte,yankıdan önce olması gereken sessizlik. Yazarın yalnızlığı ben yerine o demekle başlar,"o hiç kimseye dönüşmüş ben,ötekine dönüşmüş başkasıdır çünkü bulunduğum yerde artık kendime seslenemem ve bana seslenen kişi ben diyemez,kendisi olamaz" Yazar yapıtını yaratırken büyülenmiş gibi bir zaman yokluğuna düşer, bu zaman yokluğu yazının uç noktasıdır, yazar tedirgin olur bu durumdan bundan kurtulmak için günlük tutar, gerçek hayata dönmek için. 19 kasım sabah der bir bahçede otururken kunduralarımı boyattım. Bu boyanmış kunduralar kendini hatırlamaktır bu hatırlatmayı nasıl bir cendereyse artık unutuşun öğesiyle yapar: Yazmak. Yazmak bir unutuştur. Yapıt oluşurken kendini, günlük oluştururken yapıtı unutturan. Zaman yokluğu ve büyülenme dedik. Bakalım başımıza daha ne işler gelecek. Bu yazıyı olduğu gibi paylaşsam belki de kitabın kendisinden uzun olacak. Bu yetersizliktir, bir Blanchot incelemesi ne kadar kısa ise o kadar iyidir. Benim yaptığıma inceleme denmez. Blanchotun ruh halinin bende hissettirdiklerini yazıyorum. Yazdığım şeyler manasız olabilir,anladığımı yazıyorum ve neresinden bakarsam bakayım oldukça anlayışsız biriyim. Araya bu günah çıkarmayı almakla yazarın yapıt,günlük çelişkisinin bir örneğini vermiş gibi olduğumu hisdediyorum. Hislerim beni hiç yanıltmamıştır, dalga geçiyorum hislerim kadar sahtekarını görmedim bu dünyada . Neyse devam edelim. Bu araya giriş çok salak olduğumu hissettiriyor bana. Devam etmeliyim. Bir Blanchot kitabı.... evet tıkandım bugünluk bu kadar yarın ya da başka bir gün devam ederim. Ama bu yazıyı okuyanlar yarın mı yoksa başka bir günde mi devam ettiğimi hiç bilemeyecekler. Söylemeyeceğim. Birden bire gelip başlayacağım,hep yaptığım gibi kitabın ortasından. Bu kendimle benim aramda bir sır olarak kalacak,dünyanın en manasız sırrı. Saçmalıyor muyum,evet ve hayır. Kendimce bir zaman yokluğu kuruyorum, hazırlık aşaması. İnsanoğlu saçmalamadan hiçbir şeye başlayamaz,bu aforizma benden tüm sevenlerime gelsin. Zamanın yokluğunun zamanı nedir? Blanchot "şimdiki zamansızlık" diyor. Anılarla bir ilgisi var bu zamanın ama tam olarak geçmiş değil,anı yaşanmış bitmiştir hatırlandığı anda yeniden oluşmaz sadece hatırlanmış okur,bir kez olmuştur bir daha asla olmayacaktır. Bu haliyle şimdiki zamansızlık çağrışım yoluyla elde edilen şu anın gelecekteki imkansızlığıdır. Şimdiki zamansızlık geleceksizliktir.Ben'in belirsiz bir O nun tarafsızlığında kendini yok ettiği belirsiz,git gelli,kararsız bir zamandır. Şimdi değil,geçmiş değil,gelecek hiç değil. Zaman yokluğu neyi ortaya çıkarır? Büyülü zamanı diyesim geliyor. Ama zaman başka bir zamanı doğurabilir mi? Zaman ancak bir varlık doğurabilir,ölumlüz bir varlık. Sıradan bir zaman sıradan bir varlık doğurur,büyülü bir zamansa büyülü bir varlığı doğurur. Yapıtın yazarını... Bu zaman büyülenmenin hükmü altındadır. Soru sorarak devam edelim. Büyülenmek derken neden bahsediyoruz? Blanchot imgenin tutkusudur diyor büyülemek. Hangi imge? "Uzaktan bir dokunmayla bize verilen şey imgedir." Bu uzaktan dokunmayı anlatabilecek bir şey biliyorum: birden kentin kulakları sağır eden gürültüsünde, şairin gözü kalabalığın içinde bir kadına ilişir: "Bir şimşek... sonra gece! — Ey bakışı ansızın / Beni yeniden dünyaya getiren kaçıcı güzel kadın /Artık göremeyecek miyim seni ebediyen?" Dizeler Baudelaire'den. Bu kadının bakışları şaire dokunmuştur. Şair görmenin ötesinde bir şey görmüştür,kalabalığın içinde sanki dünya o an donmuştur,tüm görüntüler. Şair artık büyülenmiştir. Büyülenen kişi artık zamanın dışındadır,büyülenmek yalnızlığın özünü oluşturur. Zamansızlık büyülenme ve yalnızlık. Öncesinde imge ama ilk önce nesne. Yazar gerçeği konuşur sonra düşlerini konuşur en son kendini düşünde konuşurken düşler. Bu sıralamayı nesne,imge,büyülenme olarak düşünebiliriz. Kitabı bitirdiğime bitirip inceleme yazdığıma bakmayın. Sadece tüm sayfalarını okudum. Bu kitabı bitirmek kolay bir iş değil,ömür boyu sürecek bir okuma olacak ama yine de bitmeyecek. Blanchot kitabın yapıta dönüşmesinden bahsediyor kendisi ise asla bitirilemeyecek bir yapıt yaratmış. Yazar yapıtını ancak ölümüyle tamamlar diyor. Blanchotun yapıtı ise ancak okurun ölümüyle tamamlanır. Bu incelemeyi yani yazıyı herneyse işye bu karalamayı; yaptığı alıntılara başlık atan tüm 1k üyelerine ithaf et-mi-yo-rum, son zamanlarda gördüğüm en itici şey budur heralde. Söyleyeceklerim bu kadar.
Yazınsal Uzam
Yazınsal UzamMaurice Blanchot · Yapı Kredi Yayınları · 200059 okunma
··
274 görüntüleme
Murat Sezgin okurunun profil resmi
2 yıldır yeni baskısını beklediğim kitaplardan. İnceleme için teşekkür ederiz.
Fırat Özbey okurunun profil resmi
Rica ederim,ben de pdf olarak okudum.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.