Gönderi

Bir çivi kayboldu…
{Bir çivi kaybolduğu için, bir nal kayboldu. Bir nal kaybolduğu için, bir at kayboldu. Bir at kaybolduğu için, bir atlı kayboldu. Bir atlı kaybolduğu için, bir haber kayboldu. Bir haber kaybolduğu için, bir savaş kaybedildi. Ve bir savaş kaybedildiği için, bir imparatorluk yok oldu. Ve tüm bunlar sadece, bir çivi kaybolduğu için yaşandı,” şeklinde olup, önemsiz görünen hadise veya ihmallerin ağır ve beklenmedik sonuçları olabileceğine işaret eden atasözüne atıfta bulunuluyor. (ç.n.)} Eşref ’in telgrafları, dünyanın en güçlü imparatorluğunun karşısındaki gergin fakat kararlı Osmanlı askeriyesinin eksikliklerini yansıtmaktadır. İstihkak, silah, cephane, asker, binek… Hepsi yetersizdi. Sorunlar adeta baş edilemez ölçüdeydi. Eşref kendini büyük ölçüde gönüllüler tarafından icra edilecek bir operasyonun detaylarına kaptırmıştı. Komutasındaki kuvvetler iyi eğitilmemişti ve birbirleriyle benzeşmiyorlardı. Elindeki asker listesinde, imparatorluğun bütün vilayetlerinden gelen gönüllüler bulunuyordu. Kudüs ve Yafa’dan, Halep ve Şam’dan, Bağdat’tan, San’a’dan, Mardin ve Malatya’dan, Edirne ve Drama’dan gelmişlerdi. İmparatorluğun eski topraklarından; Kahire ve İskenderiye’den, Bingazi’den veya Girit’teki Hanya’dan gelenler de vardı; Müslüman dünyasının enginliklerinden, Kafkaslardaki Dağıstan’dan ve Sudan’dan gelenler de. Eşref bütün bu gönüllü kuvvetlerin komutanıydı. Bunlardan bazıları, İzmirli Haydar ve Hilgendorf isimli Alman subay gibi Eşref ’in astları tarafından idare edilen müfrezelere atandı. Çok sayıda gönüllünün Afganistan’dan gelmiş olması dikkat çekicidir. Bu gönüllülerden 40’ı El-Ariş’ten Kalatü’l-Nahl’a gerçekleştirilecek ilerleme için doğrudan Eşref ’in komutası altına verilmişti; diğer 76’sı ise Haydar’ın komutası altında geride kalmıştı ve bunlar Eşref ’in kuvvetlerini daha sonra takip edeceklerdi. Söz konusu adamların hepsi Alman Mauser veya İngiliz Martini-Henry’ler olmak üzere Osmanlı tüfekleriyle, bir sırt çantasıyla ve bir deri matarayla donatıldı. Gelen Afganlar Kabilli, Kandaharlı, Heratlı, Peşaverli, Celalabadlı ve Gaznelilerdi. Eşref Afgan gönüllülerden oluşan bir müfrezenin Sina Çölü’nün ortasında ne derece faydalı olabileceğini düşünmüş olabilir, fakat hâl böyleydiyse de kısa notlarında bu şüphelerine yer vermemiştir. Mensupları birbiriyle benzeşmeyen bu grubun karşı karşıya olduğu görev göz korkutucuydu. İkmal hatları uzun ve zayıftı. Bazı noktalarda sert ve diğer noktalarda kumlu olan arazi, erzaklarını civardan edinmelerine imkân verecek kadar cömert değildi. Eşref para, gıda ve nakliye için sürekli olarak birçok Osmanlı yetkilisinin yakasına yapışmak durumunda kaldı. Örneğin, Kanal’a yapılacak nihai taarruzun arifesinde, önde gelen astlarından biri olan Haydar, Eşref ’e bazı endişelerini yazmıştı. Haydar, muhtemelen Süveyş’teki İngiliz savunmalarının durumunu rapor etmek niyetiyle, kısa zaman önce İngilizler için çalışmış kişilerden oluşan bir grup Arap askerini Eşref ’e göndermişti. Bunlar, masraflarının karşılanması için yol üzerinde yerel bir Bedevi’ye “bahşiş” vermek zorunda kalmışlardı. Akabe’de depolanan istihkaklarda sadece peksimet vardı. Dolayısıyla Haydar deve sürüsünün bir kısmını un ve diğer tayınları almak için göndermek durumunda kalmıştı. Haydar bu esnada askerlerinin sadece peksimetle beslendiğinden, bunun sonucunda zayıf düşüp birçoğunun hastalandığından yakındı. Konunun aciliyetine binaen Eşref ’ten kendisine bir miktar koyun göndermesini istedi. Ardından, Afganlarla ilgili sorunlar olduğunu bildirdi. İçlerinden ikisinin tüfekleri bozuktu ve yenileriyle değiştirilmesi gerekiyordu. Afganlar tütün bağımlısıydılar fakat tütün stokları El-Ariş’teydi; Haydar, Eşref ’in bir miktar tütün gönderip gönderemeyeceğini öğrenmek istiyordu. İster büyük olsun, ister küçük; sorunlardan yana kıtlık yoktu. En büyük baş ağrılarından biri ulaşımdı. Suriye’de bulunan Cemal Paşa, Kanal Harekâtı için yeterince deveyi bir araya toplama mücadelesinden yılmıştı. Masadaki plan 11.000 devenin temin edilmesini gerektiriyordu ve bu sayı sadece Suriye’den güneye doğru ilerleyecek iki tümenin ihtiyacını karşılamak içindi. Akabe’den gelen kuvvetlerin kendi develerini getirmeleri gerekecekti. Cemal Paşa’nın daha sonradan ifade ettiği gibi, “Suriye ve Hicaz gibi yüz binlerce, belki milyonlarca devenin mevcut bulunduğu bir bölgede on-on beş bin devenin nasıl olup da sağlanamadığına hayret edenler çok bulunur zannederim. O kimselere şimdiden haber vereyim ki zannettikleri gibi değildir. Çünkü her gördüğümüz deve yük taşımaz ve yük taşıyabilecek develerin miktarı öyle yüz binlere ulaşmaz.” Cemal Paşa nihayetinde gereken develeri temin etmeyi başarmış –fotoğraflar Osmanlı sefer kuvvetinin bol miktarda devesi olduğunu göstermektedir– fakat bunun için ciddi bir zaman, çaba ve masraf lazım gelmiştir. Deve sorunu, çöldeki asıl sınava kıyasla kolay bir sorundu: Asıl sınav, Osmanlıları nihai olarak Süveyş Kanalı’nı ele geçirmeye yönelik planlarını kısa kesmeye itecek olan bütün asker ve hayvanlar için yeterince su tedarik etme sınavıydı. Sahadaki sorunlar ağırlaşıyordu. Öyle ki Haydar, at sayısındaki yetersizliğin orduyu yok etmekte olduğundan şikâyet ediyordu. Ayrıca eldeki atlar da aksıyordu. Atların nallarını çöl şartlarında muhafaza etmek büyük bir sorundu. Haydar’ın raporu, Osmanlıların Kanal Harekâtı’nda mustarip olduğu sorunlara dair bir fikir vermektedir: Topu çeken at, nallarından birisini kaybetti. Diğer atların da nalları kırık. Toynakları kötü şişti. Eğer nallar ve çiviler El-Ariş’e ulaştıysa bunların acilen Mümtaz Bey’in mıntıkasındaki askerî demirciyle birlikte buraya gönderilmesi talep edilmektedir. Zira burada ne nal çakabilecek bir kimse ne de bunun için gereken alet ve edevat mevcuttur. Her ne suretle olursa olsun Mümtaz Bey’den demircisini hızla buraya göndermesi talep edilmektedir. Eşref ’e Sina’nın iç kesimlerinden de raporlar geliyordu. Buradaki sorunlar da aynı derecede vahimdi. Yiyecek, içecek, barınak ve nakliyat kaynakları seyrekti. Keşif raporları pek iç açıcı değildi. Eşref ’in arazideki astları, İngilizlerin Süveyş’e çekilmeden evvel bazı bölgelerdeki tahkimatlarını dinamitlediğini anlattılar. Hapishaneyi havaya uçurdukları Hasna Kuyusu’nda ve çöl kalesinin kapılarını patlattıkları Nahl’da böyle olmuştu. Hem askerler hem de nakliye hayvanları için yeterince içme suyu sağlamak son derece zordu. Bolca su bulmayı umdukları bazı yerlerde bir birikintiden daha derin olmayan havuzlarla karşılaşmışlardı. Günler boyu yetecek erzak bulmayı umdukları bazı vahalarda ise hiçbir şey yoktu. Yük ve binek hayvanı bulmak ise daha da zordu. Laf dinler olan Bedevilerse sıkı pazarlık yapmakta ustalardı. Nasıl ki Cemal Paşa için Şam’daki karargâhından Kanal Harekâtı’na yeterli sayıda deve bulmak güç olduysa, Eşref ve gönüllü kuvvetleri de kendi deve kervanlarında değişiklik veya takviyeler yapmak için hayvan bulma mücadelesi veriyorlardı. Bedeviler sıkı pazarlık yapmalarıyla nam salmışlardı ve doğal olarak, genel bir nakit sıkıntısı çeken Osmanlıların teklif ettiği senetler karşısında hayvanlarını vermekte isteksiz davranıyorlardı. Pek çok bölgede ise Bedevi bile yoktu. Eşref ’in müfreze komutanlarından aldığı raporlardan biri, arazinin çoraklığını ayrıntılı bir şekilde anlatıyordu: Kalatü’l-Nahl kelimenin tam anlamıyla kupkuru. İngilizler kaleyi yok ettiler. Yerel nüfus sadece beş ya da altı aileden oluşuyor. Bölgede Bedevilerden yana hiçbir şey yok. En yakın Bedevi buradan bir veya iki gün uzaklıkta. Kalatü’l-Nahl’dan veya Bedevilerden temin edilebilecek hiçbir şey yok. Burada hiçbir şey yok. Başka yerlerde bulunabilecek develerinse bakımı sorun teşkil ediyordu. Eşref ’in astı olan komutanlardan biri eline on dört develik erzak ulaştığı hâlde deve sürücülerine ödeyecek parası olmadığını yazmıştı. Bu kişi, sonuç olarak develeri kiralamaya karar verdi ve Eşref ’ten, hayvanlarını almak için geri döndüklerinde sürücülere ne söylemesi gerektiğine ilişkin tavsiye istedi. Bu sırada işler neredeyse gülünç boyutta kötüleşmişti. Burada kimse, diye bildiriyordu, deve bakımı veya elindeki yirmi koyunun güdülmesiyle ilgili bir şey bilmiyor. Şüphesiz, aldıkları Prusya askerî eğitiminin bir parçası değildi bu. Eşref ’e ne yapması gerektiğini soruyordu. O karmaşada bazı develer kaçmayı başarmıştı. Çöldeki bu macera Eşref ’in başını daha çok ağrıtacak gibi görünüyordu. Hem insanları hem de hayvanları organize etmeye çalışmaktan kaynaklanan bütün operasyonel güçlüklere rağmen, Eşref ve arkadaşları Süveyş’e yapılacak taarruza yönelik ön hazırlıkları sürdürdüler. Erzaklar bir şekilde yerine vardı, telgraflar yollandı ve ulaştı, para gönderimi sağlandı ve uzak diyarlardan gelen muhtelif savaşçılar görev yerlerine intikal etti. Eşref’in komutasındaki kuvvetlerin gönüllülerden müteşekkil olduğu gerçeği, işlerini daha zor hâle getirmişti; eğer nizamî askerler olsalardı şüphesiz bu kadar zor olmayacaktı. Adamları takip etmek, icap ettiğinde tedarik etmek ve cephede bulunmalarını sağlamak için gereken iletişimin sonu gelmiyordu. Eşref gönüller ve erzaklarının ulaşıp ulaşmadığını sürekli kontrol etmek, ödemeleri ve diğer bürokratik meseleleri hâlletmek durumundaydı. İşler bu kadarla da bitmiyordu. Eşref bu sırada ayrıca evdeki meselelerle de başa çıkmak durumundaydı. Bu konudaki asıl derdi, Pervin ve ev ahalisine para tedarik edilmesi ve kendisinin buyruklarının yerine getirilmesiydi. Eşref, yapılmasını istediği şeylerin çalışanlarınca düzgün yapılamadığını düşündüğü durumlarda bazen çok öfkeleniyor ve hiddeti adeta telgraf tellerinden hissedilecek gibi oluyordu. Bu sert telgraflardan biri, Salihli’deki mülkün çalışanlarından Hasan Ali’ye hitaben yazılmıştı; Eşref onu ihmalkârlıkla suçlamış ve beklentilerini karşılamakta başarısız olması durumunda söz konusu olacak sonuçlar hakkında kendisini uyarmıştı. İstediği zaman, özellikle de astlarıyla iletişime geçerken Eşref gaddarlık derecesinde açık sözlü olabiliyordu.
21 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.