Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

TAMAM SAKİNİM Yabancı yazarlar ile yerli yazarlar arasında önemli bir fark görüyorum. Yabancılar bir macera romanı yazarken, sadece bir macera romanı yazma amacı güderken, bizimkiler yazdıkları romanın hem herkesin hayran kalacağı hem de dünya klasikleri arasında sayılmasını bekliyorlar. Yanılıyorsam düzeltin ama ben şimdiye kadar Nobel edebiyat ödülü almış hiçbir kurgu-gerilim türünde bir roman bilmiyorum. Mesela diyelim ki karakterimiz, herhangi bir nedenden ötürü kızdığı dükkân sahibinin dükkân camını kırmaya karar vermiş. Yabancı bir yazar şöyle yapıyor: " John, Manhattan Kuruyemiş'in önünde durdu ve vitrinin önündeki kedileri kovaladı. Ardından yerden avucuna uygun bir taş aldı ve tüm gücüyle cama fırlattı. Taş, yıllardır bu tip olaylardan sonra akıllanan dükkan sahibinin bir servet ödediği kırılmaz camdan sekerek köşedeki çöp kutusuna çarptı. John'un öfkesi bir kat daha artmıştı. Bu sefer kendine daha büyük bir taş seçti. Kısa ve zayıf kolunu kaldırabildiği kadar kaldırdı ve bir kere daha denedi. Ancak sonuç değişmemişti. Cam, taşı fark etmemişti bile. John, kolunu yerinden çıkarma pahasına, camı kırmayı tekrar tekrar denedi. Ta ki kuvvetli bir el kulağına yapışana kadar. Şimdi aynı sahneyi yerli bir yazardan (sankim sen Fransız düküsün demeyin hemen, ben yazar bile değilim) okuyalım. Aziz, ensesini pişiren öğlen güneşine aldırmadan Kardeşler Kuruyemiş'in önünde durdu. Birkaç dakikalığına vitrin önünde duran kedileri seyretti. Birkaç yıl önce bir kedi almak için annesine ne kadar da yalvarmıştı. Arkadaşlık edebileceği, yanız ve küskün hayatını paylaşabileceği, onulmaz yaralarını sıcacık diliyle iyileştirebileceği, kim bilir belki de yumuşacık sarılıp, birlikte en dokunulmaz uykulara sarılabileceği bir kedi. Kim bilir ne güzel olurdu. Silkelenip kendini bu küçüklük hayallerinden kurtardı. O artık büyümüştü ve intikamını alabilecek yaşa gelmişti. Eline yerden bir taş aldı ve havaya kaldırdı. Sabah yediği bir dilim ekmeğin verdiği enerji çoktan uçup gitmişti. Ama Aziz için bu sorun değildi. O gücün yediklerinden değil, içinde büyüttüğü öfkeden alıyordu. En son bu kadar kızdığında ilkokul 4. sınıftaytı. Burhan ve arkadaşları etrafını sarmış, ondan harçlığı istemişlerdi. Vermemek için çok direnmişti ama başaramamıştı. (Dikkat ettiyseniz halen taşı atmadık) O gün bugün ne zaman etrafı sarılı bir çocuk görse bu mel'un gün aklına gelir, burnunun direği sızlardı. Hayat neden adil değildi. Neden her zaman birkaç eşkıya bir araya gelip, zayıfların hakkını çalıyordu. İyi insanlar neden hiç ir zaman güçlü olamıyorlardı. Ama artık bunu değiştirecekti. Kardeşler Kuruyemiş sattığı kabuğu açılmamış Antep fıstıklarının hesabını verecekti. Hem de şimdi. Küçücük yüreğine sığmayan dev gibi öfkesi ile namludan fırlayan bir kurşun misali savurduğu taş, 56 yıllık insan, 45 yıllık esnaf Atıf'ın 17 sene evvel taktırdığı kevlar takviyeli camdan sekerek köşedeki çöp kovasına çarptı. Belediye bu çöp kovalarını yaptırmak için esnaftan fazladan işgaliye toplamıştı. Binbir kavganın ardından toplanan bu paralarla yaptırılan çöp kovaları kül tabağından biraz daha iriceydi. Bu da yeni bir kavga başlamasına sebep olmuştu. Zaten yeni belediye başkanının bu tip başarısız icraatlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Oysa eski başkan öyle miydi? Halkın kıt kanaat topladığı vergileri ile harikalar yaratmakta ustaydı. Paranın nasıl kazanıldığını bilen, pazarlık yapmasını iyi bilen bir adamdı. Ne var ki, yorgun bedeni, yılların zalimliğine yenik düşmüş, köşesine çekilip koltuğu bu iş bilmez, yeni yetmelere terk etmek zorun kalmıştı. Camın kırılmadığını gören Aziz, yerden bir taş daha aldı. Aziz o an için farkında değildi ama kendine hasım bellediği cam, Sovyet malıydı. -Extra Ahmet Ümit power button on" Onlarca mühendisin kafa kafaya vermesi ile Alman haydınhavır 24'leri geçmek için geliştirilmiş, matruşka42 marka makinlerde üretiliyordu. İsmini Rus bebeklerinden alan bu makinenin yanındaki 42 rakamı, makineyi icat eden ekibin başındaki mühendisin doğduğu kasabaya bağlı 42 köyü simgeliyordu. Bu makineler, benzerlerinin aksine, kalıba önce silisli kumu alır, ardından 3800 Fahrenayt ısıda eritirdi. Ardından kumun soğumasını beklemeden diğer bir hazneden takviyeli silikonu, kumun içine akıtır, birkaç saniye içinde 0 dereceye indirirdi. Bu işlemin ardından camın kalıp içinde iki gün beklemesi gerekirdi. İki gün beklemeyen cam, mutlaka hava yapardı ve en ufak bir darbede paramparça olurdu. Oysa iki gün sabredince ortaya çıkan mamulü sadece bir doçka delip geçebilirdi. Matruşka42 dünya cam tarihinde bir mucizeyi başarmıştı. Matruşka42 cam imalat makineleri gerçekten muhteşemdi. -Extra Ahmet Ümit power button off" Öğlen sıcağından beyni pişen Aziz, kısa ve zayıf kolunu havaya kaldırırken aklında tek bir soru vardı. "Ben buraya niye geldiydim amk?"
·
40 görüntüleme
Av. Ahmed Yasir Orman okurunun profil resmi
Şuan okudum da habire geçmişe gitmek kulağı çok tırmalıyor. Kendi yazdığım yazılarımda da bunu çok yaptığımı farkettim. Bundan sonra daha fazla dikkat edeceğim buna.
Serap okurunun profil resmi
Aziz kısmının tamamını okumaya katlanamasam da (ki bence bu anlatmak istediğiniz şeyi ifade ediyor) güzel bir yazı olmuş Umut bey :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.