Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

AŞK VE ŞİİR
Bu konuda yazmayacaktım. Yazılarımı okuyanlar “aşk” konusuna doğrudan temas eden pek bir şey bulamaz. Niçin? Efendim bu ulvî mesele, bu mahrem konu (Esasen ve peşinen dünyevî aşkı kastettiğimi de belirteyim, öteki hakkında konuşmak haddimiz değil) o kadar dile düştü ki, ağızlara sakız oldu. Her yanımızdan gürül gürül aşk ırmakları akıyor sanki, her ferdin paçalarından dökülüyor. Cılkını çıkardılar. Masum; o kadar örselendi ki “orta malı” oldu. İnandırıcılığını, etkisini, büyüsünü kaybetti. Şairlerin eli koynunda kaldı, lügatleri zayıfladı, kimi cinselliğe sığındı, kimi “usta malı” satmaktan başka yol bulamadı. İşte bu sebeple meseleye değinmiyordum. Bu yazı da aslında yine çok sözünü ettiğim “hayat tarzı” çerçevesi içinde anlaşılmalıdır. Harputlu Hayri''nin musiki meclislerinde okunan bir şiiri vardır. Bir beytinde şöyle diyor: Zülfün görenlerin bahtı siyah olurmuş Tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı Eski dünyanın şairleri için bu konu hayalhânemizi zorlayan bir mahremiyetle kaplıdır. İşin ucu dünyevî aşktan mutlaka ilahî aşka uzanan bağlar ile donanmıştır. Bu sebeple sözün gücü ilham ile beslenir ve yücelir. Gurbet, hasret, vuslat, ızdırap vb. gibi yüzlerce kelime binlerce mazmun şairi coşturur, ağlatır, sevgilinin ayak tozuna yüzler sürdürür. Kavuşamama, görüşememe aşkın alevini âsumana çıkarır. Eski hayat tarzında sevgili bırakın buluşmayı, el-ele tutuşmayı, âdeta mâverada duran bir anka kuşudur. Şair onun kokusundan bir katre tatmak için rüzgâra yalvarır. Çünkü kadın-erkek ilişkileri fevkalade disiplin içindedir. Gençler evlenmeden önce kolay kolay birbirlerini göremezler. Bakın türkü ne diyor: Evlerini önü zerdali dalı Pencereden gördüm kınalı eli Şairler dikkat: Zerdali rengi ile kına, dal ile bilek-parmak arasında neler var? Sevgilinin elini görmek bile âşığa (şaire) aylarca yeter. Ya şimdi öyle mi? Yâre ulaşmak için dağları delmek gerekmiyor. Yâr sokaklarda dolaşıyor; fabrikaya, okula, işe gidiyor; canı isterse bir cafeye takılıp dondurma yiyor. Ne hasret mektubunun ucunu yakmak lazım, ne mani düzmeye ihtiyaç var. Çetleşirsiniz iş biter. Vuslat ne bahara ne mahşere kalır; cep telefonu istediğiniz yerde buluşturur sizi, kimse fark etmez, kimse kınamaz, çok az kalmış bazı bölgeler dışında kan dökülmez. Dolayısıyla şiir lügati açısından ortada bir çelişki yaşanmaktadır. Zaman ve mesafenin anlamı değişmiştir. Gözün ve kulağın mânası bir başkadır. Dikkat ederseniz eski şarkı ve şiirlerde ne kadar çok “göz”den bahis vardır. Çünkü sevgilinin sadece gözleri görülür. Bakışlarından mâna devşirilir. Şimdi köküne bereket her yanları görülüyor. Kaynanaların gelin görmek için hamama gitmeye ihtiyaçları kalmadı; hoş hamam da kalmadı ya. Şairlerin işi zorlaştı. Eski şiirin lügatini artık çok rahat kullanmak mümkün değil. Biraz mübalağa edeyim isterseniz: Günümüzün aşklarını dile getirmek için şiir yazmak gerekiyor mu acaba, diye düşünüyorum. Adam şarkıda “yatağıma gel” diye bas bas bağırırken. Modern hayat edebiyatı da, şiiri de boğdu. Belki şimdi intikam vaktidir. Nasıl? Zaman, mekan, teknoloji, hayat tarzı değişiyor ama; insan değişmiyor. O yine seviyor, seviliyor, kin tutuyor, kıskanıyor, red cevabı alınca dağılıyor, fedakâr ve cesur, pinti ve korkak oluyor; insan bildiğimiz insan. Sevgili delikanlıdan bir “tek taş” bekliyor; delikanlı diploma sahibi ama işsiz. Değil tek taş almak, sevgiliyi Mc Donalds''a götürüp bir hamburger alamıyor. Buyurun buradan yakın. Demek ki araya başka şeyler giriyor; iki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor. Bakınız evler, yollar, araçlar, alışkanlıklar, yeme-içme-giyinme ve hayata dair binlerce unsur değişirken; tıpkı komşuluk, akrabalık, dostluk, doğana sevinme, ölene üzülme vb. de değişiyor. Galiba aşk da değişiyor. Bunu en iyi musikideki değişme gösteriyor. Mesela gecekondu hayatının yaşandığı zorlu yıllarda gerçeklerin doğurduğu “arabesk” gibi. Şiirin ana-babası olan “ruh” kaybolmadığı sürece şiir sürecek. Lakin “ruh” nerede? Bize “zamanın ruhu”ndan bahsedenler var. Ama ne dedikleri anlaşılmıyor. Belki bunu şairler anlar, belki değil muhakkak. Ve o zaman aşkın şiirini, bugünkü lügatini yakalayacaklar. Bize hızlı trenden, genetiği değiştirilmiş yiyeceklerden, ucuzluk günlerinden bahsedebilirler. Biz bütün bunların arasında sevgilisinden ayrılmış bir gencin gerçekten akan gözyaşlarını farkedebiliriz. O zaman işte bu yazının dramına limon sıkılmış noktasına geliriz: Kâğıt mendil aranıyor. | Mustafa Kutlu
··
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.