Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İHTİLAFLARIN AZALMASI İÇİN ÖNERİLER:
1- MÜMEYYİZ AKLI İŞLETENLER İHTİLAFI AHLAKLICA YAPABİLENLERDİR. '’ve O, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder’’ (10/100) ilahi uyarısını dikkate alanlar akıllarını vahyin gölgesinde işletenlerdir. Mutlak doğruyu ve hikmetli kılavuzluğu yansıtan vahye teslim olurlar. Mümeyyiz aklı işletmeyenler; insanlardan sadır olan söylemleri/yazıları  aklın temyizine başvurmak yerine kişiye endeksli ya toptan red ya toptan kabul temayülündedirler, insan elinden çıkmış bir kitabın her cümlesini toptan taşa tutan ya da yine aynı elin daima hatasız olduğu/olacağı inancıyla okuduğu yazarı bir futbol takımına dönüştüren fanatizmiyle kült haline getirebilirler, bu iki algının da belini doğrultması gerek. çünkü "insan kusuru sebebiyle insandır, insanda kusursuzluk aramak insana hakaret." her ne sebeple olursa olsun, külliyen red kadar külliyen kabul de aynı derecede sapkınlıktır, iki durumda da söz akledilmemiş, düşünülmemiş, eğrisiyle doğrusu ayırt edilmemiştir. Kişi endeksli okuma biçimi aklı kiraya vermenin diğer adıdır. Aklını kiraya vererek kişiye endeksli okuma biçimi yapanlar da ve buna göz yuman öncüler de ihtilaf ahlakından çok uzak olan zihin tekelcileridir. Kullar arası ilişkilerde sorgulanamaz/eleştirilemez'lerin üretilmesi sevgilerin zehirlenmesine neden olmaktadır, bu hem sevene hem de böylesi sevgi zehirlenmelerine sukut ile karşılık veren sevilene zarar vermektedir. Sufi geleneğin ''akletmeyi/üretmeyi'' birilerine havale eden, mürşidin yanlış söylemini de müridin yanlış anlamasına hamleden ve ne söylerse doğrudur ve mutlaka bir hikmeti vardır gibi kabuller tam da sevgi zehirlenmesine örneklik teşkil etmektedir. En yaygın hastalıklı yaklaşım sahiplerinin özelliği de liderleri, hatasız ve masum görmeleridir. Böyle bir inanç beraberinde itikadi bir sapmayı meydana getirir. Eş-Şatibi'nin (ö.790/1388) belirttiği gibi, “kim de kendisi hakkında ismet iddia ederse, peygamberliğini iddia eden yalancının yaptığını yapmış olur.” Aslında hiç kimse doğrudan/açıkça kendisi hakkında ismet nitelemesi yapmaz ve bunu göze alamaz, ona aşırı derecede sevgi besleyip yüceltenler yapar. Çünkü aşırı sevgi gözü kör eder, sevgilinin eksik ve kusurlarını görmez. ''Mümeyyiz aklın'' komut verdiği gözler hayatı siyah ve beyaz olarak değil, bütün renkleriyle/serüvenleriyle görür ve analizlerini, tanımlamalarını bu gerçeklik üzerinden yapar. Hakikate şahidlik ederken, hayatı tanımlarken vahyin gölgesinden bakar, hakikati empatiye kurban etmez ve empatiyi de bütünüyle sürgün etmez. İnsan tekinin hakikate ulaşma noktasında geçirdiği-geçireceği evreleri dikkate alarak muhataplarını tanımlamadan önce tanımaya çalışır. Müslümanlar arası birlikteliğin/yardımlaşmanın şartını ''fotokopik zihinlere'' indirgeyerek oluşabileceği gibi şablonik-sığ kabullerle beklentiye girmez. 2- İÇTİHADİ ALANA GİREN KONULARDA İHTİLAFIN KAÇINILMAZ OLDUĞUNU VE DAHASI RAHMET, KOLAYLIK, GENİŞLİK OLDUĞUNU BİLMEK. Müslümanların tekamülü, gelişmesi, zorlukları aşması, oluşan yeni şartların neden olduğu problemlere yönelik üretilecek çözümler için beyin fırtınası yaparak ve meselelere farklı boyutlardan bakarak istişare etmeleri gerektiği ve önlerinin her daim açık olması için ihtilafların kaçınılmazlığını hayatın gerçeği olarak kabullenmeleri ve ahlaklıca ihtilaf  edilmesi gerektiğini bilmek zorundadırlar. İnsanın dili, karekteri-mizacı, farklı kapasitesi, okuma biçimi, önceliklere yönelik farklı temayülleri ve hatta dinin yapısı bunu kaçınılmaz kılmaktadır. Yani, parmak uçlarına kadar farklı yaratılan insana ''beşe on kalas'' muamelesi yapmanın ya da böylesi bir beklenti içine girmenin eşyanın fıtratına/tabiatına aykırı olduğu gerçeği tartışmadan varestedir. Dolayısıyla Allah'ın yarattığı fıtrata ters düşen beklentiler hem beyhudedir hem de ceza/bela ve musibetleri celbetmektedir. Peygamberlerde ihtilaf ederek farklı fetvalar verebilmişler ve farklı kasıtlarla meseleleri farklı yorumlayıp tepki gösterebilmişlerdir, çünkü onlarda İNSAN'dılar. Sahabelerin de ihtilafları söz konusuydu, siyasi, fikri, fıkhi bütün konularda ihtilaf ettiklerini ve bu ihtilaflarını tefrikaya/ayrışmaya dönüştürmediklerini, sonraları Muaviye ile başlayan saltanat dönemi ile maalesef hegemonik zihinlerin yönlendirmesiyle ihtilafların ayrışmalara/kamplaşmalara ve hatta kıyımlara varacak boyutlara ulaşabildiğini görmekteyiz. İlim, basiret ve takva sahibi olan Ömer b Abdülaziz; ''Sahabe ihtilaf etmeseydi ben buna sevinmezdim. Onlar ihtilaf etmeselerdi, bize ruhsat kapıları da kapanmış olurdu'' diyerek ihtilafın kardeşliğe, birlikteliğe, yardımlaşmaya engel olamayacağını ve bunun örnekliğini de sahabeler üzerinden vererek hatırlatmaktaydı. 3- MÜTEŞABİHLER ÜZERİNDE DEĞİL MUHKEMLER ÜZERİNDE YOĞUNLAŞMAK. İbni Abbas'a nisbet edilen ''Bizler müteşabihlere iman ederiz amel zorunluluğumuz yoktur, muhkemlere hem iman ederiz hem de amel zorunluluğumuz vardır'' şeklindeki yaklaşım meseleyi özetlemektedir kanaatindeyiz. ''Gayba taş atmak'' ile tanımlanacak konulardan uzak durmak ve vahyin anlattığı gaybı konuları iman konusu görerek tartışmaya açmamak, kıyametin ne zaman kopacağı ve arşın nasıl istiva edildiği, hurufu mukatta gibi harflerin ne demek istediği gibi konuların peşine düşmekten sakınmalıyız. 4- ORTA/VASAT YOLU TUTMAK VE DİNDE AŞIRILIKTAN KAÇINMAK. Ne harici/tekfirci yaklaşımlar ne de omurgasız/eklektik kabuller, vahyin inşa ettiği vasat ümmeti inşa etmek. Vahyin tanımladığı din sadedir, yalındır, apaçıktır, yasakları ve emirleri bellidir/belirlidir, rasulün yaşayarak yansıttığı ve ilk nesil müslümanların hayatlarını kuşatan da sade bir din'dir. Sonraları din telakkisi o kadar detaylara boğulmuş o kadar sorularla/detaylara girilmiştir ki ihtilafların ana gövdesini/büyük bölümünü oluşturmaktadır. Ümmet arasındaki ihtilafları aza indirmenin yolu din telakkisini sadeleştirmekten yani aslına döndürmekten geçer. 5- İÇTİHADİ ALANA GİREN HER NE VARSA MUTLAK TASDİKTEN VE MUTLAK REDDİYEDEN KAÇINILMASI GEREKTİĞİNİ BİLMEK. Benim yaklaşımım bana göre doğrudur fakat yanılma ihtimalim vardır, senin yaklaşımın sana göre doğrudur ama yanılma ihtimalin vardır şeklinde yaklaşılması gerekmektedir. 6- Düşüncelerimizi, inançlarımızı, amellerimizi tanımlayan ve inşa eden Kur'an'i kavramları/terimleri bilmek ve eskimezliğini idrak ile hayata taşımak. İslami kavramların muadili olan ya da sayılabilecek tanımlamalara yaklaşırken içeriği öncelemek ve ''kavram fetişizmi'' denilebilecek yaklaşımlardan kaçınmak ve de bunu ayrışma konusu edinmemek. Mesela; ''İslamcı'' tanımını doğru bulmamakla birlikte içeriği ve nasıl doldurulduğu bizim için önemlidir. Vahyin tanımladığı dine aidiyet olarak içi doldurulup kullanılıyorsa buna itirazımız sadece kullanılmasa daha iyi olur demekten ibarettir, içeriği temel ilkelere aykırı olarak dolduruluyorsa buna itirazımız içeriğinden/yükleminden dolayı reddetmektir. Fakat, kimileri adeta ''kavram fetişizmi'' denilebilecek bir tepkiyle bu kavramı kullananların tümüne yönelik ''değerlerinizi kaç paraya ya da neye karşılık sattınız'' gibi bühtanlarla acımasız/insafsız yaklaşımlar sergileyebilmektedir. Bazıları daha ileri giderek ''biz müslüman tanımını kullanamayız çünkü Kur'an'da geçmemektedir diyerek ''Müslim'' tanımını kullanmalıyız endişesine! düşebilmektedir. Müslüman tanımı Farsçadan (müselman) dilimize geçmiş ve müslimin karşılığı olarak kullanılmıştır, tıpkı salat'ın muadili namaz teriminin kullanılması gibi. Bu nevi saplantılar ya da şabloncu yaklaşımlar da ihtilafı zarara dönüştüren örneklemelerdir. 7- Ümmetin yakıcı sorunlarını, sıkıntılarını önceleyen ve çözümüne yönelik sahalarda yoğunlaşmak, ehemleri mühimlere kurban eden tartışmalardan ve meşguliyetlerden uzak durmak. 8- Vahyin belirlediği İman umdelerini tasdikleyen ve islam geleneğine göre selam verenleri karşımıza almamak ve hasım edinmemek, ''ehl-i kıble tekfir olunmaz''  düsturunu dikkate almak. 9- İttifak edilen konularda yardımlaşmanın doğal sonucu olarak ihtilaf edilen konularda birbirlerini hoş görmeyi beraberinde getireceği gerçeğini bilmek. İttifak edilen ortak paydalarda yardımlaşmak kalplerdeki ünsiyeti tetikler ve bu da ihtilafın ahlaklı olarak yaşanılmasını doğurur, ihtilaflı konulara hapsolmak ve yoğunlaşmaktan kaçınmak gerekir, çünkü bu ittifak edilen ortak paydalarda yardımlaşmayı engeller ve bu da ünsiyeti yok ederek husumetlere yol açar. 10- Şahış, mezhep, meşrep, grup taassubundan/asabiyesinden uzak durmak, ümmetin maslahatını/yararını bunların üstünde tutmak. Kişi kültü oluşmasına neden olmanın şahsiyetsizliği doğuracağını, kraldan fazla kralcı olmanın trajikomik bir hal olduğunu idrak etmek. Hayrın üretilmesini merkeze koymak ve bundan başka öncelik kabul etmemek. Hayrın üretilmesinden kaynaklı takdiri-taltifi ve ecri Allah'tan başkasından beklememek. İslami çalışmalarda hayrın üretilmesini öncelemek yerine üretilecek hayırda önde-öncü gösterilmeyi ve çıkacak fotoğrafın baş köşesinde görülmeyi-gösterilmeyi beklemek hem bir hastalıktır hem de amellerin boşa gideceği riskini taşımaktadır. 11- İman kardeşliğini ön plana çıkarmak ve kardeşlerine karşı su-i zannı değil hüs-ü zannı beslemek. Su-i zannın, tecessüsün, istihzanın, gıybetin çürümeyi beraberinde getireceğini ve bunlardan şiddetle kaçınmanın (49/10,11) gerekliliğini bilmek. 12- Hayır getirmeyen/üretmeyen tartışmalardan sakınmak, husumete yol açan kırıcı dillerden sakınmak ve hasen/güzel'den öte ahsen/en güzel şekilde mücadele etmek. 13- ''Onlar bir ümmetti gelip geçti, siz onların yaptıklarından sorgulanmayacaksınız'' ilahi uyarısını dikkate alarak geçmişte yaşamış şahıs ve topluluklar üzerinden abartılı övgü ya da yergi ile ayrışma nedeni üretmemek, tarihi yaşanmışlıkları ibretler ve örnekler vesilesi edinerek örnekleri üreterek buraya taşımak ve ibretlerinden de dersler alarak aynı hatalara düşmemenin cehdi içinde olmak. 14- Müslümanları hedef alan tekfircilikten ve dahi tekfir imasından şiddetle kaçınmak. Kanaatimce, ümmet açısından çok tehlikeli ve içinde fiilen müslümanları birbirine kırdırabilecek acı tecrübeleri barındıran tekfircilikten şiddetle uzak durulması gerekmektedir. ''Tekfircilik'' tekfiri meslek edinmek ve kişilerin küfrüne hükmetmek için delil ve karine bulma/keşfetme maharet ve sanatıdır!.  Bu tiplerin ''kafirlere/zalimlere karşı şiddetli müslümanlara karşı merhametli'' olun ilahi uyarısını hiç dikkate almadıkları ortadadır, buradan hareketle tekfircilerin ümmetin başının belası olduğu ve bu zihin sahipleriyle iki adım dahi atılamayacağı gerçeği görülmelidir, çünkü üçüncü adımda tekfir edilerek düşman ilan edinileceğinden emin olu(n)mak mümkün değildir. Ayrıca, tekfirciliği kabullenmese de tekfir imasında bulunan ya da öyle anlaşılmaya müsait çok sivri dillerle/söylemlerle soğuk-itici yaklaşımlar sergileyen nice çevrelerin yansıttığı usul/uslup problematiği müslümanların yardımlaşmasına hem engel olmakta hem de müslümanlar arası iletişimi zorlaştırmakta hem de nasihatleşmelerin ve bilgi-görgü alışverişlerinin önünü (istenmese de) tıkamaktadır. Oysa Rabbimiz biz müslümanlardan ölçülü davranmamızı istemektedir ''size (islam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak 'sen mü'min değilsin' demeyin'' (4/94) Ve yine Rabbimiz, inşa ettiği fıtrata uygun davranış fıkhını da vaaz etmiştir. ''İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.'' (41/34)  Dahası, 14/24...26 ayetleri gereği (ihtilaf ettiğimiz muhataplar da dahil) kullanacağımız dil kötüyse ayrışmaya iyiyse anlama çabasına götürür. Rasulullah da (s.a.v); ''Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin'' şeklinde mü'minleri uyardığını hiç unutmamalıyız. 15- Genellemeci/toptancı, indirgemeci, şabloncu yönelişlerden ve muhatapları tanımlarken adaletten, insaftan/vicdandan yoksun değerlendirmelerden ve de fail-fiil ayrımını gözetmeyen yaklaşımlardan şiddetle sakınmak gerekmektedir. Bunun mahsurlarını müslümanlar çokça yaşamaktadır. 16- İlim ahlakı edinmek ihtilafı ahlaklı olarak yapabilmenin ön şartıdır, sorumluluk sahibi alimlerin ihtilafı zarara kapı aralayan ihtilaflar değildir. Geleneği ve birikimlerini yok saymak seleflerimize zulümdür, geleneğe hapsolmak ya da gelenekçilik ise kendimize zulümdür. Geleneğin oluşturduğu hayırlı örnekliklerden yararlanmak ve hayır üretmeye devam etmek gerekmektedir. Özetle; 3/103 ve benzeri birçok ayet başlı başına bir vahdet çağrısıdır, Kur'an'ın belirlediği, tanımladığı, tasvir ettiği mü'min/müslim tanımlamasına kimler giriyorsa vahdetin direkt muhatabıdırlar, hiçbir mü'min için vahyin tanımlamalarına ekleme/çıkarma yapmaya kalkması hakkı da değil haddi de değildir, dinin asıllarını daraltmaya da genişletmeye de kulların hakkı/haddi yoktur, buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki; dinin asıllarına gölge düşürmeyen bütün ihtilaflar, hayırda yardımlaşmalara ve ümmet bilinciyle zalimlerin karşısında ortak ses vermeye engel teşkil edemez, etmemelidir. Allah'ın selamı ve bereketi, ittifak ettiği konularda yardımlaşan ve ihtilaf ettiği konularda birbirlerini hoş görerek zalimleri sevindirmeyen müslümanların üzerine olsun dualarımızla.
·
76 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.