Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Fıkhî alan, yani insan davranışlarını düzenleyen hükümler/yargılar, insan ve toplumun maslahatına bina edilmiştir, diğer bir ifadeyle hüsün ve kubuh olmasına göre diyebiliriz. Şayet nakil/şeriat olmasa akıl, herhangi bir konuya dair öngördüğü maslahata göre bir yargıda bulunacaktır. Ne var ki aklın bu alanda bulunacağı yargılar genel ilkeler haricinde hep muhtemel/mümkün yargılar olacaktır. Yani akıl bu konulara dair mutlak-değişmez bir yargıda bulunamayacaktır. Aksine akıl herhangi bir konuya dair muhtemel yargılardan birini tercih edecek bununla birlikte o konuya dair diğer yargıların yanlış olduğunu söyleyemeyecektir. Bu aklın kusurundan öte imkanı meselesidir. Bir örnek üzerinden açıklayacak olursak “hırsızlık” aklen kötü/kabih bir eylemdir ve muhakkak sakınılması gerekir. Bu yargı aklın kesin ve genel ilkeleri ile açıklanacak bir şeydir. 0 da aklın zulmü çirkin ve kabih görmesi ve ona bir cezayı öngörmesidir. Bununla birlikte hırsızlık suçuna hangi cezanın öngörülmesi gerekir diye bir soru yönelttiğimizde burada aklın kat’î bir yargıda bulunması mümkün değildir. Bu durumda akıl, hırsızlık suçunun cezası olarak bir çok ihtimali kabul edecektir, hırsızın öldürülmesi, tutuklanması, sürgün edilmesi, elinin kesilmesi, malına el konulması gibi. Akıl, kesin olarak bunlardan biri iyi diğerleri kötü diyemez. İşte burada şayet nakil, aklın mümkün gördüğü bu yargılardan birini bildirecek olsa akıl bunu kabul etmek durumundadır. Neden burada akıl, naklin yargısını kabul etmek durumundadır? Çünkü bu da aklın genel bir ilkesi gereğidir dîyebiliriz. Zira akıl, şari’in adil ve hakim olduğunu kesin bir şekilde bilir. Şari’ kuluna zulmetmez aksine onların yararına olanı hükmeder. Dolayısıyla şari hırsızlığın suçu olarak aklın da öngördüğü bir cezayı bildirmişse demek ki bu meselede insan ve toplumun maslahatı bu yargıdadır. Bu nedenle akıl, nakle tabi olur.
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.