Gönderi

Oysa yirmi dört yıldır mezarlık bekçisi olan Yasin’in işine son verilmiş ve o da bağlamasını alıp gitmişti. Derda’nın bilmediği bir şey daha vardı. O da Yasin’in ilk kez bir şey yaparken pişman olmadığıydı. Her şey, ölülerin başını beklemekten iyidir, diye düşünmüştü. Sonra da köyüne dönmüş ve yaşlı annesiyle kucaklaşmıştı. “Ne yaptın oğlum bunca yıl?” diye sormuştu kadın. O da “Hiç” demişti. “Durdum öyle.” “Peki, şimdi ne yapacaksın?” “Yoruldum durmaktan, bir şeyler yapacağım işte.” “İyi de ne?” “Daha yeni geldim be ana, pişman etme adamı!” Yasin, hiçbir şey yapmayacak ve durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra biraz da orada duracaktı. Toprağın altında. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki bütün insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için. Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı. Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için...
·
3 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.