selam.
böcek metaforunu gerçeğe yakınsatıp olaylara bakmak ve herkesin projektörü kendisine çevirip gerçek yüzümüzü görmek bu kitabın bana söyledikleridir.
öncelikle böceklik yerine yatalakları (felçli, yaşlı ya da kanserin ileri aşaması) koyalım. sorumluluk alınıp bunlara bakılmalı diyen insanlarımız olduğunu biliyorum. ancak gerçeğimiz farklı. yaşlı bakım evleri (belki yetimhaneler) nasıl da yoğunlar. ayrıca bu ülkede akıl hastası çocukların zincirlere bağlanıp hayvandan aşağı tutulduğunu da gördük. soru şu biz hangisi ile karşılaştık. hangisine katlanacak kadar sabırlıyız. ya da en fazla kaç saat!!! dayanabilecek kadar entelektüelleriz!! vs. g. Samsa'ya üzülmek bana samimi gelmiyor. bence bakılması gereken anneye, babaya ya da kız kardeşe ne kadar karakter yakınlığımız var. modern köleliğin süslü yalanı kapitalizmin bizleri borç sarmalına sokmasını biz istiyoruz. ancak borçlar ödenmeyince kimler mağdur olacak ya da etrafımızdaki insanlar ne kadar kötüymüş diye önceden sormuyoruz. evet vefa, bu fani dünyada önemli bir gerçeklik. ancak ne kadar çok faniliğimizi unutturacak alanlara yönelirsek o kadar fazla samsanın ailesine yaklaşıp bu önemli gerçeklikten uzaklaşacağız. ve insan, tarihi boyunca kendisine gereken hasletlerini unutup fasla takılı kaldı 1000 yıllardır (Adem as dan beri). gelen uyarılar (peygamberler) ise büyük yangınları başlatan küçük kıvılcımlar olarak tarihe geçti. ancak fasıldaki ısrar (zihni ve vicdanı pür ve pak insan yetiştirmek yerine sistem insanı) hala geçmedi. aynı süreç her alanda. önce sağlıklı beslenme kaynakları bozuldu, sonra hastane masrafları sigorta şirketlerinin en büyük sorunu... diye gider gün ve yorumu.
ayrıca bu kitabın melankolisi fazla. bunun da nedeni karakterlerinde bile güven sorunu (ailecek yaşadığın evde odanın kapısının kilitlenmesi) ayan beyan görünen yazar olgusu (sorunlu kişilik olduğu aşikar zati). bu arkadaşın olaylara yaklaşımı çok abartılı bence. evet hayatın gerçekleri (yukarıdaki gerçek yaşama ilişkin hususa ilişkin herkesin az çok tecrübesi vardır) bunlar ancak hayat böyle akmıyor. bir yavru kedinin oynamasından, bir ıhlamur ağacının haziran sonu yayılan mest eden kokusundan ya da denizin altındaki muhteşem manzaralardan veya incirin (bozcaada, Gökçeada ya da Adıyaman inciri çok net :)) içinceki kırmızı ballı muhteşemliği tadarken çocuğunun gülen yüzünün, oynayan halinin varlığından bahsedilmemesi ya da ihmal edilmesi bizi şükürsüzlüğü de itebilir.
son olarak bu kitap bence belli yaşa kadar çocuklara verilmemeli. ayrıca bir grup olarak okunup tartışılmalı bence.