Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

125 syf.
5/10 puan verdi
1909 Adana İğtişâşı'na farklı bir bakış...
Yazar, 26 yaşında Amerika'nın önde gelen yüksek öğretim kurumlarından Bryn Mawr ve Simmons College' da eğitim görmüş bir kadındır. Annesine 1908 yılının Aralık ayı ile 1909 yılının Mayıs ayı arasında yazdığı mektupları sadece Tarsus'ta değil, Adana'dan Mersin'e Çukurova'nın zorlu coğrafyasında "şarklılar"la bir arada yaşadığı deneyimleri anlatır. Türkçe baskıya önsöz yazan Meltem Toksöz şöyle aktarıyor izlenimlerini: "Anlattıkları kendi başlarına son derece ilginç gözlemlerdir. Bu gözlemler pek çok diğer misyoner literatüründe rastlanan Müslüman ya da Türk değerlendirmesi gibi kısıtlı ya da salt eleştiri yüklü değildir, en Oryantalist ifadelerinde bile sevgi doludur. Ortak Anadolu kültürünü eşine Çelebi diye hitap ederek, oğluna efendi adını verecek kadar benimsemiştir. Üstelik kâh hemşirelik, kâh öğretmenlik, kâh bakıcılık yaptığı okuldan da her vesileyle sevgi ile bahseder." Öte yandan okuyucuya yansıyan bazı ikilemler de içerir bu mektuplar. İnanç benzerliğinden ve görev yaptığı okuldan dolayı Tarsus'taki Rum ve Ermenilerle sürekli temastadır. Kimsesiz bir Rum yetim olan Sokrates bu geçen zaman dilimi boyunca onun hem arkadaşı hem de tercümanıdır. Olan biteni genelde temas içerisinde olduğu azınlıkların bakış açısından aktarıyor gibidir. Genel olarak Türklerle bir sorunu yokmuş gibi görünse de köylüleri pek sevmediğini, ilkel bulduğunu görebiliyoruz. Atıyla gezerken yoluna çıkan köylüleri kaba ve pis bulduğunu, onlara nasıl olsa anlamıyorlar diye İngilizce hakaret ettiğini kendisi itiraf ediyor. Bölgede köyleri dolanan, oradaki Rum azınlıklara ulaşamaya çalışan Mormon misyonerlerden bahsediyor. Kendisinin de görev yaptığı Tarsus Amerikan Okulu dahil çevrede eğitim veren birçok yatılı misyoner okulu var ve öğrencileri de hep Rum ve Ermeni yetim çocuklardan oluşuyor. Azınlıklara olan sempatisi oldukça belirgin. Eğitimsiz ve kaba bulduğu Türk-Kürt-Arap toplumuyla ilgili şöyle de bir tespiti var. "Onları bizim yaşam tarzımıza dahil etmek için ülkenin siyasal anlamda değişmesini beklemek zorunda değil miyiz?" Çevreye ilişkin izlenimlerini de bence başarılı bir tespitle şöyle dile getirmiş: "Tarsus'taki evler çoğunlukla taştan, çünkü günümüz insanları yüzyıllardır birbiri ardına gelen yeni inşaatlar için elde bulunan eski harabeleri kullanmışlar. Roma İmparatorluğu günlerindeki eski kent o kadar büyükmüş ki bitip tükenmez bir taşocağı olmuş. Öte yandan modem Adana, eski kentten çok daha büyük ve Roma taşlan uzun zaman önce tükendi. Türklerin taş kesimi zahmetine girdiklerini hiç duyamazsın. Geçmiş dönemlerin emeğinden yararlanamadıkları yerlerde yeni inşaatlara girişiyorlar. Sonuç olarak, Adana, Tarsus 'un tam tersine, ahşaptan bir kent. Bu, tepe ve tam ortadan geçen büyük ırmakla birlikte, Adana'yı oldukça pitoresk kılıyor. Bununla birlikte, dağların ardı ve zengin ova da aynı. Türk ahşap evleri gelişigüzel yapılıyor; hiçbir mimari katkı yok ve asla onarılmıyor. Yeni olanları dışında hepsi dokunsan yıkılacak gibi görünüyor. Pek çoğu zaten yıkılıyor. Delikler yeni tahtalarla ya da daha çok düzleştirilmiş gaz tenekeleriyle yamanıyor. Balkonlar desteklerle duruyor. Kaçınılmaz bir şekilde çöktüğünde de, Türkler, felaket daha önce meydana gelmediği için ve de gelecek kış için yakılacak tahta çıktığı için Allah'a şükrediyorlar. Türkiye'deki ahşap evler, evin yaşına bağlı olarak kahverenginin farklı tonlarında bir topluluk oluşturuyor. Türkler boya kullanmıyorlar. çünkü bir evin en azından onu inşa eden adam kadar dayanacağını hesaplıyorlar. Bir sonraki nesil de kendisine baksın diye düşünüyorlar." 14 Nisan 1909'dan itibaren özellikle Adana'da çatışmaların başladığını, Türklerin Ermenileri buldukları yerde öldürdüğünü anlatır Helen ama bunların nedenine ilişkin belirgin tespitleri yoktur. Gerçi Müslüman toplum ile diğer inanç sahibi Ermeni ve Rum toplumları arasında güvensizliklerin had safhaya ulaştığını, azınlıkların silahlanmaya başladığını, gericilerin harekete geçmek için bir kıvılcım beklediğini ifade eden cümleleri vardır, ancak yine de genel olarak böyle beklentisi olduğu pek hissetirmez mektuplarında. İstanbul'da yaşanan ve Hareket Ordusu'nun müdahalesiyle sonlanan 31 Mart Vakası'nın (Miladi takvime göre 13 Nisan 1909'dur) hemen ertesi günü Adana ve Tarsus'ta başta Ermeniler olmak üzere üzere azınlıklara karşı ciddi bir ayaklanma başlar. Helen'in olaylara yönelik doğrudan bir şahitliğini okuduğum sayfalarda göremedim ancak saldırılardan kaçan Ermenilerle zaman geçiriyor, onları saklıyor ve koruyor. Ayrıca Adana'daki olayların başlangıcında Helen'in kocası Herbert Adana'da bulunmaktadır ve bir süre Tarsus'a dönemez. Bu süre içerisinde tanık olduğu bazı olayları sonradan eşi Helen'e aktarmış olması pekala akla yatkındır. Gibbons ailesi olaylar şiddetlenince önce Mersin'e geçerler ve bir süre buradaki dostlarının yanında kalırlar. Adana ve Tarsus'taki olaylar Mersin'e sıçramamıştı. Zaten kısa bir sonra da Mersin'den bir daha dönmemek üzere ayrılıyorlar. Bence okunurluğu orta düzeyde, rahat ilerliyor. Yüzyılın başlarında Adana, Mersin ve Tarsus'a ilişkin güzel sosyal detaylar içeriyor. Meraklısı bu kitabı 1 saat içerisinde okuyup bitirebilir.
Tarsus'un Kırmızı Kilimleri
Tarsus'un Kırmızı KilimleriHelen Davenport Gibbons · Pencere Yayınları · 20093 okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.