Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

390 syf.
10/10 puan verdi
İnandığı davası için elinden geleni yapıyor.
Deneme kitaplarını sevdiğimi daha önce söylemiştim. Son zamanlarda bu türden kitapları okumaya ağırlık veriyorum. Mustafa Ulusoy’un Dünyanın Üç Yüzü, Ali Çolak’ın Bilmem Hatırlar mısın, Ali Ayçil’in Kovulmuşların Evi, Nazan Bekiroğlu’nun Mimoza Sürgünü kitapları bunlardan bazıları. Nurullah Ataç bu zamana kadar okuduğum yazarlardan dil bakımından ayrılıyor. Yazılarında kendince Öztürkçe kullanıyor. Bunun için belki Eski Türkçe metinlerine dönüyor. Arapça Farsça kelimelerin yerine oradan kelimeler bulup kullanıyor. Bulamadığı zaman kendisi uyduruyor. Bazen uydurduğu bir kelimeyi daha sonra beğenmiyor, onun yerine başka bir kelime uyduruyor. “Bu daha güzel durdu.” diyor. Önceleri kelime yerine “keleci”yi kullanırken sonraları “tilcik”i kullanıyor. Ve hatta “Belki “tilce” de diyebilirim.” diyor. Okuduğum yazılar kırklı yıllarda Ulus Gazetesi’nde haftalık olarak yayınlanmış. Yazıların konusu daha çok Öztürkçe olsa da, çeşitli dergilerde çıkan yazıların, şiirlerin; yazarların, şairlerin eleştirileri var. Bu eleştirilerde kullandığı dil öyle pek yenilir yutulur cinsten değil. Beğenmediği bir durum varsa ortada, direk yerin dibine batırabiliyor yazıyı ya da yazarını. Beğenilerinin de öznel olduğunu belirtiyor. Burada samimi. “Belki beğenenler de olabilir bu yazıyı.” ama “Benim parayla beş para etmez”e getirip yazıyı bağlayabiliyor. Nurullah Ataç eskiyi biliyor, hem de çok iyi biliyor. Eski edebiyatın kuralcı zihniyetine karşı çıkıyor. Bir pencere var ve siz hep o pencereden bakacaksınız. Farklı bakamazsınız. Konu aynı, uslup aynı, kelimeler aynı, söyleyiş de hemen hemen aynı. Bunda herhangi bir yenilik yok. “Edebiyat daha çok üst tabakada kalmış.” diyor. Nurullah Ataç devrimlere çokça bağlı. Dil devrimini sadece dille ilgili görmüyor, diğer devrimlerin de anası olarak görüyor. “Devrimler ancak dille anlatılacağına göre burada gösterilebilecek bir gevşeklikle diğer devrimlerin de akamete uğrayacağını” söylüyor. Devrimleri benimseyip, hâlâ Osmanlıca yazanlara çokça kızıyor. Onları ihanetle suçluyor. Devrimlere karşı çıkanlara bir sözüm yok dese de, yazılarının çoğunda onları aşağılıyor. Kırklı yılların başında yazdığı yazılarda daha az Öztürkçe kelimeler bulunurken, kırklı yılların sonunda bu kelimeleri kullanma konusunda çok daha gayretli gözüküyor. Bu durum, yazılarını anlamada bana zorluk çıkarmadı diyemem. “Ne diyor burada?” deyip dönüp dönüp okuduğum yerler çok oldu. Bu yazılarından çok da sıkıldım. Ama inat ettim işte, bitireceğim dedim kitabı. Kendisi gibi sıkıldığı yerde kitabı bırakmadım. Ama ellili yıllara geldiğimizde bu ısrarından vazgeçiyor. Artık şiir yerine “yır”ı kullanmıyor. Sanat yerine “dörüt”, çirkine “yımızık” demiyor. Bu durum kendisine sorulduğunda, artık yorulduğunu belirtiyor. Bu alanda çok yalnız bırakıldığından yakınıyor. Nurullah Ataç inandığı bir dava için elinden geleni yapıyor. Gayret ediyor. Çalışıyor. Bugün bu çalışmalarının neticesini aldığını da görüyoruz. Israrla kitabında kullandığı, “yanıt, olanak, yapıt, oturum, olasılık, sorun, örneğin vb.” kelimeleri “kanıksamışız.” Bunları günlük hayatımızda artık sorgulamadan kullanıyoruz. O zamanki azmin zaferidir bu. Kutlamak gerek Nurullah Ataç’ı. Tabi uydurup da bugün kullanmadığımız çok kelime de var: İşte onlardan bazıları: "Durul (devlet), Uzabilim (tarih), netek (nasıl), nen (şey), enezlik (zayıflık), dörüt, (sanat), öyüm, (zaman), assı (menfeat), esizlik, (fenalık), açınlamak (keşfetmek), yımızık (çirkin), baylıklarımız (zenginliklerimiz)" Öztürkçe kullanımını bir tarafa bırakacak olursak denemelerini oldukça kendinden buldum. Nurullah Ataç bu yönüyle bende ufuklar açtı. Okuduğum bu kitap bundan böyle her daim elimin altında olacak.
Söyleşiler
SöyleşilerNurullah Ataç · Yapı Kredi Yayınları · 200627 okunma
·
21 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.