Gönderi

Nazım Hikmet
Ömrünün on yedi senesini, vatan toprağındaki cezaevlerinde bıraktıktan sonra, kendi seçtiği yerlerde, kendi kaderini yaşamak için, fakat istemeyerek, mecbur olarak gitti. Bugün artık o, bu gökkubbe altında değildir ve ölüm çok şeyleri halleder. Bizden uzak bir toprakta, bağlandığı toplumun ve sanat dünyasının olağanüstü ilgileri arasında, fakat derin bir nostalji, bir vatan hasreti içinde gözlerini hayata yumdu. Son vasiyeti, ücra bir Türk köyünün mezarlığında toprağa verilmekti. Olmadı. Ölmeden önceki devrede ve son şiirlerinden birinde, bu hasret bakın nasıl dile gelir: «Sen benim, Esaretim ve Hürriyetimsin, Çıplak bir yaz güneşi altında yanan etimsin, Sen, Memleketimsin... Elâ gözlerinde yeşil hâreler, Büyük, mağrur ve Muzaffer, Ulaşılmadıkça ulaşılamaz olan, Hasretimsin...» Bir gün bir ziyaretimde, bu mısralarını, onun mezarı başında ve ona mezar taşı olan büyük bir siyah mermer üzerine oyulmuş hareketli siluetine karşı okurken, istedim ki ruhu beni duysun. Çünkü ben onun, bu vasiyetinde dile gelen hasretini anlıyor ve ona hak veriyorum... Evet, hem Büyük Şair’di, hem Büyük İnsan... Ve bu Büyük İnsan’a yakıştırılmak istenen suçlar, iftiralar ise, ne kadar küçük hırslardır...
Remzi KitabeviKitabı okudu
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.