Gönderi

Dünyada aslında iki ırk vardır. Dolandırılanlar ve tecavüz edilenler. Beyazlar dolandırılır. Onun dışındaki renklerinse ırzına geçilir, aynı beyazlar tarafından. Küçük boyutlu dolandırıcılıklar, ülkenin kadınlarından yeraltı ve yer üstü zenginliklerine kadar her şeyine sahip beyazların göz yummak zorunda kaldıkları bir durumdur. Sosyal patlamayı engelleyici bir görevi vardır. Beyaz adamın,tecavüz edilenler için uydurduğu başka bir katlanma yoludur. Geri kalmaya mahkûm ülkenin insanı,beyazdan çarptığı parayla yetinir. Sokakta uyumasının, kız kardeşini satmasının, kentin beyaz semtlerine adım atamamasının bedelidir bu. Uygarlığa köle olmanın maaşıdır. Kuzey Avrupa politikacılarının övdüğü sosyal adalettir. Ve dolayısıyla turizmi, Üçüncü Dünya ülkelerine bırakmıştır medeniyet. Irzına geçtiği halklara karşılığını verebilmek için. Böylece rahat uyurlar geceleri.Vicdanları zencilerden, Kızılderililerden, Uzak doğululardan, Araplardan korunur böylece... Bu ufak kazıklamalar bir zırhtır, yüzyılın imparatorlarının vicdanlarına. Kinyas ve Kayra Kelimeler taş, ağızlar sapan olduğunda sakin olmak şarttı Satmak için ortada bir malolması gerekmez. Satmak için bir alıcının olması yeter. Alıcı olduğunu bilmese bile. Ön cephenin balina grisirengindeki duvarı, hayat geçirmez camdan üretilmiş kapılar taşır. “Tevazu, iki kez iltifat almanın yoludur. Örnek: Ne kadar güzelsiniz! Hayır, değilim. Evet,öylesiniz. Etti iki!” İnsanın en zor dayanabildiği çalışma koşulu olan tekrar, sağlıklı bir aklın ani ölümüne neden olur. Dünya üzerinde dört değerli ve yüzlerce yarı değerli taş vardır. Dört taşın değerli olmasının nedeni tabiî ki nadir oluşlarıdır. Sertlik oranı ve nadirlik açısından sıralarsak önce elmas gelir. Elması Güney Afrika’dan alır ve kesilmesi için Anvers’e yollarız. Dünyanın en iyi elmas kesim atölyeleri Anvers’tedir. Atölyelerimizde kullanılan taşların hepsini aracısız olarak madenlerden alırız.Dolayısıyla fiyat düşer. Kesilmiş taşlar buraya gelir ve önceden hazırlanmış modellerin üzerine mıhlanır. Kırmızı taş yakut Burma’dan, mavi taş safir Kaşmir’den, yeşil taş zümrütse Kolombiya’dan gelir.” Tezgâhtarlar, hayatlarındaki disiplinsizliği işlerine nadiren yansıtırlar. Bir planları vardır. Ancak planlarının tek kötü yanı kendi hayatlarına dair olmamasıdır. Müşteriyi görür ve tezgâhı kurarlar.Müşteri gittiğindeyse, hayatsız kalırlar. Çünkü tezgâhtar tezgâhsız yaşayamaz. Tezgâhtar başka hiçbiriş yapamaz. Bu yüzden Antalya, işsiz tezgâhtarlarla dolu bir kenttir. Tezgâhtarlık ilk değil, son iştir.Herkesin tezgâhtar olduğu bir dünyada hiçbir şeye şaşırmamak gerekir çünkü üreticilik dönemi sona ermiş, aracılık dönemi başlamıştır. Ancak aracılığın yan etkisiyse deliliktir Bir zamanlar Batı’yı Doğu’dan ayıran sadece Berlin Duvarı’yken artık ülke sayısı kadar duvar vardır. Ve o duvarlarda delik açmak için kime ne verilmesi gerektiği çok iyi bilinmelidir. Çünkü sosyal düzenin tembelleştirdiği halkın en büyük düşmanı çalışanlardır. Elleri ve terleriyle çalışanlar. Tembellikten aptallaşmış olanlar kendilerini sizinle kıyaslar ve her gece onların kabuslarındaki başrolü oynarsın Kontramanyak tezgâh bir gösteridir. Yüksek tezgâhtar elastikiyeti gerektirir. Çünkü insan,kendisine yöneltilmiş bir soruya yönlenmeye şartlanmıştı “Yolculuklar insana her şeyi öğretir. Bazen kendimizi o kadar hayatımıza kapatıyoruz ki dışarıda neler olup bittiğini unutuyoruz. Hatta dünyayı öğrenemeden ölüyoruz. Hayatımız çalışmakla,kazandıklarımızı biriktirmekle geçiyor. Peki ya sonra? Evet, çocuklarımız için yapıyoruz her şeyi.Bizden sonrası için. Ama para harcarken yaptığımız tercihler belirliyor kimliğimizi. Bazen durup düşünmek gerekiyor. Neden çalışıyorum? Rahat bir hayat için. Peki o rahat hayatı yaşayacak olan kişi yani kendim için ne yapıyorum? Hiçbir şey. İnsanın kendini şımartması ruhsal dengesini sağlaması için şart. Çünkü ancak ruhsal dengeye sahip biri her sabah kendisini sorgulamadan yatağından kalkıp çalışmaya gidebilir. Belki de burası, bunun için vardır. İnsanların kendilerini şımartmalarına yardımcı olmak için. Matematikle hesaplanan hayatlara biraz romantizm katmak için. Bu yüzden tatile çıkmıyor muyuz? Bu yüzden sinemaya gitmiyor muyuz? Bu yüzden birbirimize ‘Seni seviyorum!’demiyor muyuz “İnsanlar çoğu zaman gerçekleştiremeyecekleri hayaller kuruyorlar. Hayallerini gerçekleştirememelerinin nedeni, nasıl yapacaklarını bilememeleri ve karşılarına fırsatların çıkmaması. Ama her şey bir karşılaşmadan ibaret. Bir çok şeyin yan yana gelmesinden. Bu kolyeyi size neden gösteriyorum? Çünkü bir hikayesi var.” Geleceğe hazırlanmak için o kadar zaman harcanıyor ki bugün kaybolup gidiyor Mücevher gerekli bir emtia değildir. Ancak hayal, gerçeğe katlanmak için gereklidir. Temel gıda,giyinme ve barınma gibi bedene yönelik harcamalar eti, hayaller ruhu doyur Burası, karanlık bir gökyüzünün altına yayılmış vahşi ve işlenmesi zor bir toprak.. Yeryüzündeki olanakların sınırlı oluşu ülkeleri doğal düşmanlar haline getirmiştir. Sıcak ya da soğuk savaşlar, insan kadar eskidir. Turizm, doğal düşmanlıklar arasında savaşsız var olmayı savunan bir ideolojidir. Çünkü savaşlarda güçlüler kazanır, oysa turizmde zayıfların da şansı vardı Her tezgâhtarın, kendisini tezgâhtar olma noktasına getirmiş bir günahı vardır: tembellik, suç,ihanet. Tezgâhtarlar bir mal için saatlerce pazarlık edebilen, ancak kendi çıkarlarını ancak bir çocuk kadar koruyabilen, gerçek hayata düşmüş hayal kahramanlarına benzerler.Mantığın hiçbir şey ifade etmediği romantik dünyalarında aşktan ölür, aşktan doğarlar. Gündüz o kadar çok yalan söylerler ki, gece her duyduklarına inanırlar. Beyaz lekeler taşıyan ruhları,umursamamak ve umursanmamaktan, kaynağı belirsiz radyasyon yemiş astronotlar kadar mesleki deformasyona uğramıştır Satma hastalığına yakalanmış insanların çalıştırılmasıysa suçtur. Ancak günümüz dünyasının hiçbir yasal düzeneğinde cezası yoktur. Defalarca düşüp defalarca kalkmaktan dizleri kan çanağına dönmüş tezgâhtarlar, bolluk ve boşluk içinde yaşar. Hayatlarındaki bütün farklar tek harfliktir. Satmak her şeyi herkese ve saçmak her şeyi her yere. O ve U harfleri Türk alfabesinde canlı olarak bilinir ve sesleri yakından geldiği için yazıldıkları gibi okunur. Diri diri gömüldükleri takdirde,üzerlerine atılan toprağı simgeleyen iki nokta vardır. Yerin altındaki O ve U harfleri Ö ve Ü diye okunur. Çünkü sesleri toprağın altından geldiği için incelmiştir. Buna göre: insan turist olur. İnsan tezgâhtar ölür. Tezgâhın hangi tarafında olduğunun da, hangi tarafında öldüğünün de bir önemi yoktur.Müşteri de orospu kadar öröspüdür Sokağın sahne,konunun hayat olduğu bir oyunda, sürekli konuşabilmek, dikkatlerini odaklamak ve saatlerce ayakta kalabilmek için pafküf ve pıt kullanan atıcılar kendilerini insanların yolunu değiştiren bir tanrı olarak görürler. Haklıdırlar. Turizmde tek kullu dinler, tanrı sayısı kadardır. “İnsanların foyası elbet çıkar. Bilir misin, foyanın nereden geldiğini? Sadece üst tabladan ibaret boktan elmasları mıhlamadan önce altlarına folyo kâğıdı yerleştirirler. Taşı mıhlarlar. Böylece sanki taş birinci kaliteymiş gibi parlar, oysa yarısı yoktur. Yansıyan ışık taştan değil, altındaki folyodan geliyordur. Ancak bir gün mal, bir kuyumcuya gider de taşı sökülürse, müşteri meterlendiğini anlar.Çünkü taşın altındaki folyo kâğıdı tabak gibi ortaya çıkar. Folyo, zaman içinde foya kelimesinedönüşmüştür. Elmasın da, insanın da ne mal olduğu elbet anlaşılır. Yeter ki taşı sök. Diplomasi ve turizm, insanlık olimpiyatının benzer kurallara göre oynanan iki disiplinidir. İkisinde de disiplinsizlik şarttır. Sonuç önemlidir. Sonuca varana kadar geçilen bütün yollar, arkeoloji karaştırmalara neden olacak kadar tarihe karışır. Yolların otoban ya da patika olmasının hiçbir önemi yoktur. Bireyler arasındaki diplomasi ve turizmde kazanan taraf, genellikle hayat şartlarının çarpıklığından ötürü tali yollar bulmak zorunda kalmış ülkelerin vatandaşlarıdır. Yol yoksa açılır.Greyder ya da tırnakla. Türkler, doğru bir örnektir. Bireysel çatışmaları zihinsel elastikiyetleriyle çözebilmeye alışmış yapıları, kartezyen mantığın anasını meterler. Ancak elastikiyetin fazla geliştiği bir toplumda sosyal ve siyasî ahenk yok olduğu için söz konusu toplumu yönetenler zayıf düşer ve mermer bir duvarı andıran kırık haçlı dünyaya çarpıp stratejik kazıklar yer. Çünkü pişmanlık ilk insandan torunlarına mirastı. İnsan her şeyi düşünebilir. Düşünce, zemini sonsuzluk olan bir oyundaki piyondur. İstediği yere gider. Hayal kırıklığı, varoluş uykusuzluğu ya da sadece merak kurbanı olan insan, yeryüzündeki benzerlerinin tamamını öldürüp Tanrı’yla yalnız kalmak isteyebilir. Eğer oralarda bir yerdeyse,Tanrı’yla konuşmak için en yüksek dağın zirvesine çıkıp “Neden?” diye sorabilir. “Artık yalnızız. Ne mucizelerinden korkacak yığınlar var, ne de cennet ve cehennemine yollayabileceğin iki ayaklı hesap makineleri. Sadece sen ve ben. Anlat şimdi. Neden?” Düşünce, insanın ölümsüz olan tek organıdır.Sonsuza kadar, yeryüzünün sırtında zıplayan tenis topları gibi, bir kafatasından diğerine çarpar.Çarpma anında, kişi aklına bir düşünce geldiğini sanır ancak kafatası tenis topunun içeri girmesine izin vermezse zıplama devam eder. Geçirgen bir kafatası bulana kadar düşünceler seker ve zıplar. Taki beyinlerine süzülecekleri insanları bulup, onlar tarafından uygulamaya geçirilene kadar. Ancak ozaman düşünce davranışa dönüşür Dışları dolu, içleri boş ahçikler, içleri dolu, dışları boş martları görünce sevgi doğururlar. Bir tür hastalık. Suçiçeği gibi. Çünkü aşk, Akdeniz’in tuzlu suyunda gözlerini açamayan geçici körlere sunulmuş bir deliliktir. Takım elbiseli hastabakıcılara tezgâhtar denir.“Yenge, bir çay daha alırsın, değil mi?” Başka bir yolu olmalı, diye düşündü. Kimsenin bilmediği bir yol. Ancak kimse bilmediği için o yol da yoktu Aklının korunması için Tanrı’ya ilk yalvaran insanın dileği yerine getirildi. O günden bu yana insanın aklı, Tanrı tarafından korundu. Belki bir kasada, belki de cennette. Çünkü aklın, insan bedeninden kaçabileceği beş delik ve akıl yoksunu bedende delilik vardı. Akıl, insandan korundu.İnsan, beş duyulu bir hayvan oldu. Bedeni ölümlü, aklı korunan, beş duyulu bir hayvan. Tanrı’nın insan olarak doğacağı güne kadar böyle sürecek. Aklı, insanla öldüğü gün öpüşecek. Hayattakilerse son ana kadar koklayacak, duyacak, görecek, tadacak, dokunacak ama asla düşünemeyecek. Çünkü aklı alınmış insana bırakılmış olan beyin, sahibine sadece hayal veren bir organdır. Var olanın üzerine kurulan hayaller. Oysa akıl, yoktan düşünce yaratır. Yoktan var etmek bir düşünce, yoktan var ettiğini düşünmek bir hayaldir. İnsan düşünmez, düşündüğünü hayal eder. Akıl sadece Tanrı, beyinse bir çocuk tarafından korunabilir. İnsanı koruyansa ölümdür. Bir hayal organıyla yaşadığı sürece kendine zarar verecek olan insanı sonsuz acıdan kurtaran ölüm, doğumdan üstündür.“Amin!” Tabiî ki bütün tezgâhtarlar ahlaksız ve suçlu değildir. Ancak tezgâhtarlık, ahlaksız ve suçluların,kişilik özelliklerini değiştirmeden, yasal olarak yapabilecekleri ender mesleklerdendir. Belki de bütün meslekler böyledir. Bütün insanların ahlaksız ve suçlu olabileceği gibi. Her şey bütün ihtimallere eşit uzaklıktadır. Yakınlaşıp uzaklaşmaları geçicidir. Bazı insanlar, inanması ne kadar güç olursa olsun, zihinlerini boşaltabilirler. Bilgiler, deneyimler,duygular, kişilik özellikleri buharlaşır. Unutmak, var olanı yok etmektir. İyiliğin ne olduğunu biliyoruz ama iyi olamıyoruz. Çünkü içimizde Tanrı’nın sadece küçük bir parçasını taşıyoruz. İyilik ve kötülük çelişkisi buradan geliyor.Gücümüzün asla yetmeyeceği hayallerimiz var: erdem, yüksek değerler, sonsuz kardeşlik, insanlık barışı gibi. Ama birleşmediğimiz sürece ne yazık ki hiçbiri gerçekleşmeyecek Zeki bir adamsın. Evet, düşünmek. Sevgili dostum, insanlar düşünmeyi unutmakla başlarlar hayvanlaşmaya. Neden ile sonucu eşleştirmeyi unutmakla başlarlar insanlıklarından uzaklaşmaya.Dürüstlükten vazgeçmenin tek nedeni düşünmeyi unutmaktır. Yalan söyleyerek gündelik sorunlarından kurtulan ve yüzeysel acılarını sonlandıran insanın ödeyeceği bedel, yalan söylediği için duyacağı pişmanlık acısıdır. İki milyon yıl. Bir elmasın oluşması için geçmesi gereken yıl sayısı. İki milyon yıl. Elimde,dünyanın tarihi var. Her şeyden ve herkesten eski.. . İnsanlar ölür.Her şey ölür. Ama sadece iki şey ayakta kalır: aşk ve pırlanta. Sonsuza kadar parlarlar. Bir deniz feneri gibi. İnsanlara neyin değerli olduğunu anımsatırlar. İnsan âşık olunca, taş pırlanta olunca ölümsüzleşir. Kendinden ilham alan kişi her şeyi yapabilir. Eseriyle karışmıştır. Neyin kurgu neyin gerçek olduğu anlaşılamaz. Bir sanat eseri olarak yaşar ve kendinden eser kalmaz. Batı’da insanların kökü birdir. Dalları gelişir. Kökten bağlı olanlar, sosyal düzen tarafından birbirine benzer hallere sokulmuş insanlardır. Ancak bunlar büyüyüp gelişir ve ayakları sosyal güvenlik numaralarına saplanmışken elleriyle gidebildikleri kadar uzağa yükselirler. Oysa Doğu,kapalıdır. Kök ve dallar birlikte yaşar. Bunun nedeni, dalları koruyacak tarafsız bir sosyal düzeneğin olmamasıdır. Dal, ancak köküne yakınsa yaşar. Otuz beş kişilik aileler, tek evin içinde birlikte ölür.Evden kaçılmaz. Çünkü bu deliliktir. Evden kaçanı kimse koruyamaz. Batı’daysa evden kaçmak,gelişmenin tek yoludur. Aslında her ne kadar Doğu doğaya daha yakınmış gibi dursa da, hayvanların yavrularıyla ilişkileri düşünüldüğünde Batı toprağa çok daha yakındır. Toplumların bir el olduğunu düşünürsek, Batı’da eller açıktır. Avuç toplum, parmaklar bireydir. Doğu’daysa eller yumruk olmuştur. Bu yüzden, Doğulularla savaşmak için hepsini birden yok etmek gerekir. Yumruk bilekten kesilmelidir. Batılılarsa, parmak kırar gibi tek tek alt edilmelidir. Parmaklar teker teker kesilmelidir.Size, sen diyebilir miyim? Doğu, Batı’nın sırtıdır. Batı’nın zayıflığı, kendini sırtından bıçaklayabilecek kadar uzun kollara sahip ve kör olmasıdır. Dünya etrafında kovalamaca oynamanın sonu yorgunluktan ölmektir. Kendi kuyruğunu yiyen bir yılan ne kadar yaşayabilir? Yönler, sadece denizciler ve pilotlar içindir. Sorulması gereken dünyanın nerede olduğudur. Doğuda mı, batıda mı? Ve bu yönlerin merkezinde ne olduğu merak edilmelidir. Her şey matematiktir. Dünyadan ne çıkarsa sonuç sıfır olur? Nobel ödüllü Doktor Ferdinand Henri Moissan’ın, Arizona’daki Diablo Kanyonu’na düşmüş olan meteorda karşılaştığı dünya dışı mineral, 1905 yılında, kâşifinin adıyla tescillenmiştir: Moissan,moissanite, mosanit. Bu mineral, doğadaki elmasla benzer niteliklere sahiptir. Doksanların ikinci yarısında laboratuvarda üretilmiş ve termal denetleyiciler bile elmastan ayırt edememiştir. Uzayın,yeryüzündeki dolandırıcılara en büyük armağanıdır. Mosanit dedektörleri icat edilene kadar birçok kişiyi zengin etmiştir Kimin tezgâhtar olduğu tezgâhın sonunda belli olur
·
288 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.