(Atsız) İslâm birliği fikrindekileri “vatan hainliği”yle de suçlayacaktı.
Araplar ve Arnavutlar, Müslüman olmalarına rağmen, Türklere ihanet etmişti. Araplar arasında Türk düşmanlığı çok yaygındı. Atsız bunlarla da yetinmeyecek, İslâm birliği fikrindekileri “vatan hainliği”yle de suçlayacaktı.
Millet ve vatan haini olmak için mutlaka askerî sırlar çalara para ile düşmana satmak icab
etmez. Kendi milletinin düşmanlarına hayranlık beslemek, onların dâvasını gütmek, kendi
kültür ve mazisini inkâr etmek de hainliktir. İslâm Birliği ve kardeşliği kuruntudur. Dinin
baş unsur olduğu çağlarda bile gerçekleşmemişti. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve
düşmanlık girdikten sonra asla gerçekleşmiyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslâm birliği
değil, Adalar Denizinden Altayların ötesine kadar Türk Birliği olacaktır
Atsız’ın bu makalesi bazı Türkçüler tarafından yadırganacaktı.
Fakat asıl tepki ilk 26 sayısında “Kurucu” olarak gösterildiği Orkun (1962-1964)’dan geldi. Atsız’ın
“İslam Birliği Kuruntusu” adlı makalesi yayınlandıktan sonra çıkan Orkun (1962-1964)’un 27. sayısında Atsız artık kurucu değildi. Derginin sahibi İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’nun bu sayıda yayınlanan başyazısı ise adeta Atsız’a cevap niteliğindeydi. Yılanlıoğlu, isim vermeden, neredeyse Atsız’ın yazdıklarının tam tersini yazıyordu.
Dün olduğu gibi bugün de “kırıcı, itici ve yıkıcı” olmadıklarını söylüyordu Yılanlıoğlu,
“Milletimizin bütün fertlerini hata ve sevaplariyle sevmeyi, hiç kimseye karşı tahrik ve
tahkir edici bir harekette bulunmamayı ve fakat düşünce ve görüşlerimizi cesaretle
ortaya koymayı Türk milliyetçiliğinin gelişmesi ve yayılması bakımından faydalı
bulmaktayız. Beri yanda, Türk milletini sevdiğini iddia eden kimselerin de ayni esaslar
dahilinde hareket etmelerini temenni etmekteyiz.Ancak Yılanlıoğlu’nun
makalesinin asıl vurucu kısmı burası değildi. O, Atsız’ın Türklükle İslâmlığı birbirinden
ayrı unsurlar olarak göstermesini yanlış buluyordu:
Biz, milletçe elele verip kuvvetlenmek ve bir kardeşlik havası içerisinde huzur ve refaha
kavuşup yükselmek istiyoruz. Milliyetçiliğimizin temel görüşü budur. Arzu ettiğimiz birlik
ve kardeşliğin doğabilmesi için iki ana şuura sahip olmamız gerekmektedir. Bunlar Türklük
ve Müslümanlık şuurudur… Çünkü asırlardan beri Türklük islâmiyeti, islâmiyet Türklüğü
tamamlayan ve kuvvetlendiren iki güzel unsur olarak süregelmiştir. Birini ötekinden
ayırmak veya ötekini berikinden geri bırakmak benliğimizi çırılçıplak soymak olacaktır.
Bunun, bu inanışın burada münakaşasını yapacak değiliz. Yersiz ve faydasız gördüğümüz
böyle bir ayrımı şu veya bu şekilde olsun ele almak bile istemiyoruz. Hergün yeni baştan
doğan ve bütün yeryüzünü ışık ve ısı dalgalariyle kucaklayan güneşin mevcudiyetini isbat
etmeye ne hacet?
Çimentoya kum katmadan beton sağlamlığında bir harç elde edebilen bir kimse varsa lütfen
parmak kaldırsın!... Bir temelin yükselmesinde, bir eserin inşasında ayrı ayrı ele alınan
çimento veya kum, nasıl kendilerinden beklenen hizmeti meydana getiremezse, bir milletin
içtimaî yaşayışında da tek başına din veya tek başına milliyet, özlenen birliğe vücut
veremez. Bu bakımdan biz, Türklük ve Müslümanlık şuurunu, birbirini tamamlayan ve
kuvvetlendiren iki ana unsur olarak kabul etmekte ve benimsemekteyiz… […] Dâvâmız,
elbetteki Türklük ve Müslümanlık şuuruna sahip olarak milletimizi yükseltmek dâvâsıdır.
Bu ölçüler içerisinde neşriyatımıza devam edeceğiz. Yılanlıoğlu, açık açık Atsız’a karşı çıkıyor, Atsız’ın tersine Türklüğü ve Müslümanlığı bir bütün olarak görüyordu.