- Buyurun, buyurun, ben giderim, yüreğinizin garip sabırsızlığına saygı gösteriyorum. Bunu anlıyorum delikanlı.
Ah, sizi şimdi nasıl da iyi anlıyorum!
- Tamam, tamam...
- Dediğinize göre, ortada bir koca var... Voznesenski Köprüsü'nde...
- Elbette, ben saçmalıyorum; ama arada başka bağlar da var! Kabul edin ki delikanlı, bazı hafif davranışlar; yani...
- Eh, eh, peki, peki!.
- Haydi hoşçakalın!.. Ama, şey.. bağışlayın beni delikanlı, ben yine size... Bilmiyorum nasıl söyleyeyim... Namusunuz, onurunuz üzerine, âşık olmadığınıza, bir kez daha ant için!
- Hey Tanrım! Hey...
- Çok doğru. Daha doğrusunu isterseniz, sizi düşüncenizden vazgeçirerek kendim de rahat etmek istediğim içindir ki, şimdi böyle açıkça konuşuyorum; siz benim hem canımı sıkıyor, hem de bana engel oluyorsunuz. Sizi çağıracağıma söz veriyorum. Çok rica ederim beni serbest bırakın, uzaklaşın, görüyorsunuz ya bekliyorum
- Eh, pek iyi, ant içiyorum, âşığım işte... ama sizin karınıza değil. Öyle olsaydım, şimdi sokakta değil, onun yanında olurdum!
- Karımın mı? Karım olduğunu kim söyledi size delikanlı? Ben bekarım, ben, yani âşık olan benim..
- Yani, siz yalnızca benim burada ne yaptığımı mı bilmek istiyordunuz?
- Saygıdeğer efendim; artık, sizin o adam olduğunuzu düşünmüyorum bile; sizi böyle bir kuşkuyla lekelemek istemiyorum. Ama... ama siz onun âşığı olmadığınıza namusunuz üzerine ant içer misiniz?
- Beni bağışlamayın; ben bir ruh bunalımı içindeyim, şimdiye dek hiç böylesine saçma davranmamıştım! Sanki mahkemede yargılanıyormuşum gibi. Sizinle düpedüz ve açıkça konuşacağım delikanlı; sizi onun âşığı sanıyordum!