Eflatun kudümün ne
olduğunu biliyordu. Ama diğer sazın sesi onu hayrete düşürmüştü. Bu sazdan üflenen nağmeler,
sırrın ufülevi vusafası olan ehl-i vukuf füsunkârların bezediği o vâsi fü seyfi sâdaraks ve vüsûb
eden vûsema gibi birer üfkûhe idiler. Ama füsûs ki, üflendikçe gönüllerdeki menhus ufünetin
üful olduğu, bu füyûz dolu, tabii bir vûs ve vüs'at taşıyan ne nefesler, hangi yusuf-ı kalbiden
nasıl hâsıl olur diye sanki, fusûl-ı erbaa teessüf ediyordu.