Gönderi

Yarım pantolonlarıyla ve ayak bileklerine kadar ulaşan deri çoraplarıyla iki çıplak adam şahın karşısında yer alıp güreş tutmaya başladılar. Birbirlerinin belini tutmayıp biri diğerinin boynunu tutmaya çabalıyor, kendilerini sıkıca savunuyorlardı. Güreşçilerden biri diğerinin boynunu tutunca, diğerinin mümkün olduğu kadar eğilip öbürünün sırtını tututarak yerden kaldırmasından, bu suretle kurtulmasından ve onu kaldırıp yere atmasından ve sırtını yere getirmesinden başka çaresi yoktu. Değilse, sadece yere düşmek güreş açısından “yenilgi” sayılmıyordu. Her ne kadar bazen onlardan biri yenilme merhalesine kadar geliyorsa da kurtuluyordu. Bu noktaya gelindiğinde diğeri yenilmeye mecbur bırakıyor ve güreşi kazanıyordu. Nihayet bu çıplak güreşçilerden biri şahın önüne geldi. Dev gibi görünen iri cüsseli bir adamdı. Genç ve uzun boyluydu. Aşağı yukarı otuz yaşlarındaydı. Şah “güreş tutması ve kendisi için bir rakip seçmesini” emretti. Fakat pehlivan diz vurup bir şeyler söyledi. Ben ne söylenildiğini öğrenmek istiyordum: “Geçen defa güreş sırasında rakiplerinden çoğunu ezdiği, yaraladığı ve ölümlerine sebep olduğundan, güreşten muaf tutulmak için Şah’tan ricada bulunduğunu” söylediler. Bu yüzden Şah, onu güreş tutmaktan muaf eyledi. Bu güreşçiye bahşiş olarak atlar verdiler. Bu oyun benim ayrılmamdan sonra gece yarısını iki saat geçene kadar devam etmiş ve başka pek çok hediye vermişlerdi.
·
11 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.