FATİH
Fatih Sultan Mehmed, Türkiye padişahlarının en büyüklerindendir. Tarihimizin parlak bir çağında başa
geçmiş, kahramanlığı, zekâsı azmi ve gücü ile devletimizi dünyada birinci duruma çıkarmış ve otuz yıl
kadar süren padişahlığı zamanında Türkiye'ye en kutlu çağlarından birini yaşatmıştır.
Babası İkinci Murat'ın ölümünden sonra tahta oturduğu zaman, henüz yirmi yaşlarında bir gençti.
Fakat bu yirmi yaşlarındaki gencin kafası en çetin işleri başaracak kadar olgundu. Otuz yıllık bir
zaferler ve başarılar çağı bunu dünyaya gösterdi. Fatih'in padişah olduktan sonra ilk büyük zaferi İstanbul'un alınması ile başlar. Ataları bu işin ardından koşmuşlar, başarı kazanamamışlardı. O büyük adamların başaramadıkları işi yapmayı, bu genç gözüne kestiriyor, bunun için gereken gücü kendisinde buluyordu. Bizans imparatorunun, Rumeli Hisarı'nı yapmaktan vazgeçmesi ve vergi kabulü için gönderdiği elçiye verdiği ağır karşılıkta şöyle demişti: "Anadolu kıyıları İslâm olduğundan, Rumeli kıyıları ise, sizler orayı koruyamadığınızdan benimdir. Efendinize deyiniz ki şimdiki padişah daha öncekilerin yapamadığını yapacaktır. Atalarımın istekleri
bile benim gücümün yettiği yere yetişemezdi. Sizin gibi elçiler gelirse diri diri derilerini
yüzdürürüm."
Bu sözler boş bir övünme değildi. Genç Fatih, gerçekten bu işi yapabilecek kadar büyüktü. Bunun için
hazırlandı, planlar tasarladı. Doğu Roma İmparatorluğu'na son verecek olan savaşa başladığından elli
üç gün sonra maksadına ulaştı. Türk ordusu 29 Mayıs 1453'te İstanbul'a girdiği zaman tarihin bir çağı
bitiyor, yeni bir çığır açıyordu.
İstanbul'u Türklüğe ebediyen kazandıran Fatih, bu büyük işten sonra, milletimizin ve devletimizin
geleceği için birçok savaşa girişti. Bazan kumandanlarını gönderiyor, bazan da ordularının başında
savaşarak zaferleri kendisi kazanıyordu. Fakat Fatih, yalnız zaferler kazanmakla kalmıyordu. O kadar
büyük, o kadar güçlü idi ki bir yumrukta haritadan devletleri siliyordu.
Doğu Roma İmparatorluğu'ndan sonra Fatih'in gücü önünde yıkılan devletler Sırp ve Bosna krallıkları
ile Trabzon Rum ve Ceneviz'in Karadeniz İmparatorluklarıdır. Bunlardan çöküntüye ilk uğrayan Sırp
krallığı oldu. Fatih'in orduları bu ülkeye yaptıkları üç savaşın sonuncusunda. 1459'da Sırbistan'ı yok
ettiler. İki yıl sonra, Bizansın doğu kolu olarak Karadeniz'de yaşamakta bulunan güçlü Trabzon Devleti
de Türk ordularına boyun eğmek mecburiyetinde kaldı. 1463'te Bosna krallığı da aynı sonunca uğradı.
İstanbul'un zaptında Türk ordusuna güçlük çıkaran Cenevizliler ise bunu pek ağır ödediler. 1475'de
Karadeniz'e açılan Türk donanması, Cenevizli İtalyanlar'ın elinde bulunan limanları az zamanda
zapt ederek Kırım'ı Türkiye'ye ekliyor ve bu İtalyan İmparatorluğunu Karadeniz'in sularına gömmüş
oluyordu.
Fatih, bir yandan haritadan devletleri silerken, bir yandan da Türkiye'yi genişleten ve güçlendiren
diğer birtakım zaferler kazanıyordu. Ondan en çok yumruk yiyen İtalyanlar olmuştu. Ulu padişah,
Cenevizli ve Venedikli İtalyanları karada ve denizde her savaşta yeniyor, onların kolunu, kanadını
kırıyordu. Cenevizliler'in elinden 1461'de Amasra'yı, bir yıl sonra Midilli adasını almış; Venedikliler de
Mora'yı ve Ağrıboz adasını Türk İmparatorluğu'na bırakmak zorunda kalmışlardı. Onun zaferler
ardında koşan orduları, bundan başka, Romenleri vergiye bağlayan ve Türkler'e her zaman düşmanlık
yapmış olan Arnavutlar'ı, Arnavutluk'un sarp dağlarında tepeleyen savaşlar da yapıyordu.
Fatih, bu zaferleri ile Türk düşmanlarını ezerken, Anadolu Türklüğü'nün birliğini tamamlamak için de
vuruşuyordu. Onun çağında bu birlik iyice kurulmuş, ayrıca kurduğu birlik için büyük bir tehlike olarak
belirlenen Akkoyunluların güçlü beği Uzun Hasan da 1473'te yere serilmişti.
Büyük Fatih, tarihimizin sayfalarına geçirdiği bu kadar zafere çok önemli bir tanesini daha ekleyecek,
İtalya'yı da alacaktı. 1480'de donanma göndererek Napoli Krallığı'na ait bulunan Otrant Limanı'nı
aldırmıştı. Eski Roma İmparatorluğu'nun Doğu'daki çürümüş kolunu bir yumrukta yıkan Türk padişahı,
Batı'daki birlik halinde bulunmayan bölümü de elbette yutacaktı. Çizme korku içinde idi. Çünkü
Fatih'in ne demek olduğunu biliyorlardı. Fakat Tanrı onları yalnız korkutmakla bıraktı. Koca padişah
hastalanıp ölünce, tarihin en güzel sayfalarından biri tamamlanmadan kaldı.
Bu ölüm haksız ve yersiz gelmişti. Tanrı bu büyük hükümdara bir iki yıl daha ömür verseydi, dünya
başka bir şekle bürünecekti. O, bunu yapacaktı. Yıllarca önce İstanbul'u zapt edip at üzerinde büyük
bir alayla şehre girdiği zaman, genç fakat büyük Fatih, askerlerine şöyle demişti: "Şu parlak zaferi
kazandığımdan dolayı Tanrı'ya şükrediyorum. Fakat Tanrı'ya ayrıca yakarıyorum ki bana
Hristiyanlığın merkezi olan eski Roma'yı almak için de güç versin. İşte o zaman ölürsem gözlerim
mesut kapanır!"
Ölüm bu isteği yerine getirmedi. Halbuki bu büyük padişah gözlerini mesut kapamaya layıktı. Belki de
Tanrı onun büyüklüğüne yakışmayan kusurlarından dolayı bunu kendisinden esirgemişti.
Fatih, yalnız büyük bir kahraman ve büyük bir asker değildi. Devlet adamı, şair, bilgin, kanuncu ve
siyasî idi. Çok sertti. Savaşlardan önce hazırlık buyurur, seferin nereye olacağını söylemezdi. Böyle bir
hazırlığın sebebinin nereye olacağını söylemezdi. Böyle bir hazırlığın sebebini soran bir kazaskere
büyük bir kızgınlıkla "eğer sakalımdan bir kıl hazırlığın sebebini bilmiş olsaydı onu çıkarıp ateşe
atardım!" diye bağırmıştır. Zaten bu kadar kahraman, bu kadar asker, bu kadar büyük devlet adamı
ve çok sert olmasaydı, öldüğü zaman arkasında Avrupa'nın en güçlü devleti olan Türkiye'yi
bırakamazdı.