Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi; ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım. Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığının dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükâfat vereceğini ilan etti. Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "Ancak böylece," dediler, "her şey tam zamanında yapılabilir." Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar veremeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayip hep daha önce olmuş olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler. Bu defa, başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar dikkat ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkânsız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tesbitte ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurmasi gerektiğini söylediler. Fakat bu defa da başka bilgeler: "Bir konseyin önünde beklemesi imkânsız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmamasına ancak tek bir kişi anında karar verebilir," dediler. "Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara danışmalıdır." İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar : bazılarına göre papazlar: bir kısmına göre hekimler: daha başka bir kısmına göre ise savaşçılardı. Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi.Bir kısmı savaşta ustalaşmak; daha başkaları da dini ibadet dediler. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca , kral bunların hiç birisini kabul etmeyip hiçkimseye de ödül vermedi. Ama hålâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya karar verdi. Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü. Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafizını da geride bırakıp yola yürüyerek devam etti. Kral yaklaşırken, münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor. soluk soluğa kalıyordu. Kral yanına gelip şöyle dedi: "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabini sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim. En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve herşeyden önce kendimi verecegim işler nelerdir? Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti. "Yoruldunuz." dedi kral, "Küreği bana verin de biraz dinlenin." Münzevi. "Sağolun ," diyerek küreği krala verip yere oturdu.Kral iki tarih kazdıktan sonra durup sorulan mi tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi: bu defa ayağa kalktı , elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım." Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha. Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı. Sonunda kral küreği toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge kişi. senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim." Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor." dedi,"bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde, bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçer gibi inledi. sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı , mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. Fakat kan akmaya devam ediyordu. Kral sıcak kana bulanan sargıyı defalarca çıkarıp yıkadı ve yaraya tekrar tekrar sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir şey istedi. Kral, dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş, hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı, kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerde olduğunu , yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan  yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam, "Beni affedin." dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir sey yapmadınız ki," dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum," dedi adam. "Ben, kardeşimi astırıdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama, akşam olduğu halde dönmediniz. Bende sizi arayıp bulmak için pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım , beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız, kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam, şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarımada aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni!" Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu. Onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kere daha rica etmek istiyordu. Münzevi, dışarıda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum! Yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi gözlerini kaldırıp krala baktı ve "Cevabınızı aldınız" dedi "Nasıl aldım ? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlamıyorsunuz." diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhlardan kazmasaydınız gidecek ve şu adamin saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani, en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi bendim; ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışamadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu ve en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı.... 🖤🖤 Tek önemli vakit vardır: içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir sey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz O'dur, zira hiçkimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez: ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur."
Lev Tolstoy
Lev Tolstoy
·
18 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.