Gönderi

Yüzer… Dalar… Çıkar!.. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, yeni bir oyuncak görürüz çocukların ellerinde. Bu oyuncak, ilk kez Birinci Dünya Savaşı'nda gemilerin korkulu rüyası olmaya başlayan denizaltıdır. 1930'da, Sutdiffe Pressing şirketi tarafından üretilen "Undawunda" adlı oyuncak denizaltı kısa sürede gözdesi olur erkek çocukların. Geç de olsa, Jules Verne'in Denizaltında 20 Bin Fersah adlı romanı anımsanarak oyuncağın adı "Nautilus” olarak değiştirilir. Türkiye'de ise, ilk oyuncak denizaltı "Jet Model" tarafından yapılır. Çocukların el becerilerini geliştirmek amacıyla üretilen modellerden biri olan oyuncağa "Dumlupınar" adı verilir. İstanbul'da, Söğütlüçeşme Tren istasyonu'na bakan bir sokakta bulunan 5 numaralı apartmanın kapı zillerine baktığımızda, 5 No'lu dairenin zilinde “Hüseyin İnkaya” adını okuruz. İşaretparmağımla bu zilin butonuna dokunduğumda, 4 Nisan 1953 günü, Çanakkale Boğazı'nın Nara Burnu önlerinde, çarpışmamak için manevralar yapan Dumlupınar'daki düdük sesleri gelir kulağıma!.. Çünkü Hüseyin İnkaya, "Naboland" adlı İsveç bandıralı geminin ezip geçtiği Dumlupınar'dan kurtulmayı başaran beş denizcimizden biridir. 10 Ekim 1944’te, “Blower” adlı denizaltı, Amerika donanmasına hizmet etmesi için denize indirilir. Adını bir balıktan alan denizaltı, hiçbir gemi batıramaz İkinci Dünya Savaşı’nda. Blower’ı, 19 Aralık 1950 günü, Dolmabahçe önünde demirleyen Yavuz zırhlısı top atışlarıyla karşılar. Yalnız değildir Blower, “Bumper” adlı denizaltıyla birlikte gelmişlerdir İstanbul’a. Amerika Birleşik Devletleri’nin Marshall yardımı kapsamında Türkiye’ye verdiği denizaltılardan Bumper’e “Çanakkale”, Blower’e “Dumlupınar” adı konulur. Ne gariptir ki Dumlupınar, Türk donanmasına birlikte katıldığı Bumper'e ad olan yerde, Çanakkale'de, denizcilik tarihinin en trajik sonlarından birini yaşayacaktır. Tören esnasında, Dumlupınar'ın gövdesinde esas duruşta duran denizcilerden biri de, Hüseyin İnkaya'dır. İnkaya, denizaltıyı Amerika’dan getiren mürettebat arasındadır. Genç astsubay, Amerika'dan dönerken bir de oyuncak getirir oğluna. Dumlupınar'ın Atlas Okyanusu'nu aşarken taşıdığı bu oyuncak, pille çalışan bir kamyondur! Kimi evlerdeki sabırsız çocukların, arka sayfadaki fıkrayı okumak için duvar takviminin yaprağını erken kopardığı 1953 yılının 3 Nisan gecesi, Çanakkale Boğazı'na Ege Denizi'nden giriş yapan Dumlupınar'daki denizciler de, bir an önce kavuşmak istemektedirler evlerine. Takvimin 4 Nisan yaprağına yazılı, "doğacak olan çocuklara" konmak üzere önerilen kız ve erkek adları, denizaltıdaki kimi denizcilerin rüyalarına giren çocukların da adlarıdır. O gece Dumlupınar'daki denizcilerden görevi olmayanlar uykuya dalmak üzeredir. Uykuya dalmakta olan bir insan, ne de çok benzer bir denizaltıya. Dalış sırasında kapakları kapanır denizaltının; uykudan önce de insanın gözkapakları!.. Her ikisi de içinde yüzmektedir bir sessizliğin... Hem dünyada, hem de apayrı bir diyardadırlar; denize dalan denizaltı da, uykuya dalan insan da! Naboland’ın çiğnediği Dumlupınar, seksen bir denizcimizle birlikte yaşama kapar gözlerini. Çarpışma esnasında köprü üstünde oldukları için denize düşen beş denizcimizi 10 No'lu gümrük motoru kurtarır. Kazayı haber alıp olay yerine hareket eden motorun çarkçıbaşı Selim Yoludüz’dür ki, bu adı iyi belleyin!.. Neden mi?.. Çünkü, Hüseyin İnkaya’nın adının yazılı olduğu kapı zilinin hemen üstündeki zilde, Selim Yoludüz’ün adı okunur!.. Dumlupınar'ın batışından yıllar sonra Hüseyin İnkaya ve Selim Yoludüz, birbirlerinden habersiz olarak aynı apartmandan daire satın alırlar. Apartmanın giriş kapısındaki zillerde, kaza gecesinde olduğu gibi Hüseyin İnkaya’nın adı altta. Selim Yoludüz’ün adıysa onun hemen üstünde yer almaktadır!.. Dumlupınar'ın kıç torpido dairesinde kurtarılmayı bekleyen 22 insandan biri olan Astsubay Selami Özben, denizaltının batarken satıhta bıraktığı battı şamandırasındaki telefon sayesinde, yukarıdan aldığı bilgileri arkadaşlarına aktarır. Selami Astsubay, kekeme olarak bilinirken, 72 saat sürecek olan yaşamının son anlarında düzgün ve pürüzsüz bir dille konuşur. Ulvi Erhazar, bir kaza anında denizaltıda beklemeyeceğini, mutlaka kapağı açarak çıkış yapmayı deneyeceğini söyler arkadaşlarına. Denizciler, onun bu kararlı sözlerini defalarca dinlemiş, cesur iddiasına tanık olmuşlardır. Dumlupınar'dan bir insan ulaşır su üstüne... Bu cansız beden, sözünde duran, ciğerleri patlama pahasına denizaltıdan çıkış yapan Ulvi Erhazar'ındır. Dumlupınar, batışının 50. yıldönümü olan 2003 yılında, televizyon kanallarının "reyting" savaşında çıkar karşımıza!.. 90 metre derinlikteki denizaltıya ilk dalış olarak sunulan haberde, telaşlı bir ses, ilk görüntüyü sunmanın heyecanıyla konuşmaya çalışır. Oysa aynı günlerde Savaş Karakaş yıllarca topladığı belgelerle bir belgesel çekme hazırlığındadır. Dumlupınar’ın ilk görüntülerini o yayınlayacak ve bunu yaparken de, denizaltıdan kurtulan denizciler ve de ölen kimi insanların yakınları yanında olacaktır; ama birileri bunu haber alır ve hemen kameraya ip bağlayıp Dumlupınar'a sarkıtırlar!.. Böylelikle, yaşamı kirleten reyting kaygısına, Dumlupınar'da huzur içinde yatan denizciler de alet edilmiş olur. İşin komik yanı, Dumlupınar'dan görüntü almak için İstanbul’dan kalkıp Çanakkale'ye gitmeye hiç gerek olmadığıdır!.. Çünkü Hüseyin İnkaya denize düştüğünde, aydan, güneşten kerteriz almaya yarayan Dumlupınar'a ait saat de boynundadır. Deniz Müzesi'ndeki battı şamandırasının dışında, denizaltıdan geriye kalan tek parça olan Greenwich ayarlı bu saat, Hüseyin İnkaya'nın evindedir. Aslını ararsanız, bir de dürbün kurtulmuştu Dumlupınar'dan!.. Hüseyin İnkaya, Çanakkale'nin soğuk sularında yaşam kavgası verirken Hasan Yumuk'la karşılaşır, dalgalar arasında… Üsteğmen Yumuk, İnkaya'ya boynundaki dürbünü göstererek, moral vermek amacıyla esprili bir dille şunları söyler: "Şef, bu dürbün demirbaş... Sen şahitsin, ağırlık veriyor... Atıyorum!" Dumlupınar'ı ilk gören, ona ulaşmayı başaran dalgıç Kemal Tutan'dır. Onun öyküsünü merak edenler, İstanbul’da Bir Zürafa adlı kitabımızı okuyabilirler. Ben, sonradan tanıştığım Kemal Tutan'ın yeğeninden, bu güzel insanın, Dumlupınar'da ölen denizcilerin ailelerine mektup yazdığını ve neler gördüğünü tek tek anlattığını öğrendim! Bir yanda Dumlupınar'a kadar uzanan reyting kaygısı, öbür yanda ölenlerin yakınlarına moral vermek için, babalarının, oğullarının, kardeşlerinin "çiçek tarlası"nda yattığını yazan bir dalgıcın elyazısı!.. Jet Model’in ürettiği oyuncak Dumlupınar’ın kutusunda şunlar okunur: “Lastik motor ile hareketli… Tamamen plastik… Süsleme çıkartmaları… Komple malzeme, kolay inşaat… Boy 59 cm, en 16 cm…” En hüzünlü olan da, oyuncak modelin kutusundaki “Dumlupınar” yazısının hemen altında okunan şu sözlerdir: Yüzer… Dalar… Çıkar!..
Sayfa 15 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
·
49 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.