Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

- Eskiden Türkler Şamanizm, Budizm, Zerdüşt vs. kültürlerin hüküm sürdüğü yerlerde bulunmaları, Çin sınırlarında, Orta Asya'da ve Horosan'da, çeşitli kültürlerin etkisi altında uzun zaman yaşamış olmaları, kuşkusuz bu gelenek ve kültürlerin iyi, ya da kötü yanlarının etkisi altında kalmışlardır. Türkler Müslüman olduktan sonra, ilk iş olarak, benimsedikleri İslam dininin kitabı olan Kur'an'ı , kendi dillerine neredeyse birebir tercüme ettiler ve bu dinin evrensel kurallarını kendi devletine, örf, adet ve geleneklerine rehber kıldılar. Örneğin 1000 yıllarında, Karahan Türkçesi ile eksiksiz olarak yapıldığı bilinen bir Kur'an çevirisi, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde 73 numara ile korunmaktadır. Ayrıca, 1070'li yıllarda yazılan Kutadgu Bilik , Kur'an'ın bütünüyle Türkçeye çevrildiğini gösteren çok önemli bir belgedir. Hatta Türkçeyi Araplara öğretme çabaları bilinen bir gerçektir. 1072 yılında yazılan Divan-ı Lügat'it Türk , Türklerin o yıllarda öz dillerini koruduklarını ve Araplara Türkçe öğretmek için çabaladıklarını gösteren yazılı bir belgedir. İslam'ın en parlak dönemi, Müslüman Türklerin dinlerini doğrudan Kur'an'ı kendi dillerinde okuyup anlayabildikleri bu yüzyıllara denk düşer. Ve bir kaç yüzyıl boyunca ilimde çok büyük ilerlemeler kaydettiler ve çok büyük bilginler yetiştirerek insanlığa büyük katkılar sağladılar. Bu durum 1200'lü yıllara kadar böyle devam etti. Sonra ne oldu ki, Türkler kendi dillerini bırakıp, Arapça-Farsça dillerinin etkisine girdiler? Türkler, Müslüman olduktan sonra iki yüz yıl boyunca dinlerini kendi öz dilleriyle okuyup, anlayıp gereklerini yerine getirirken, sonradan Farsça ve Arapçayı nasıl, niçin benimseyip uyguladılar? Bu soruların yanıtlarının en başta gelenlerinden biri, Türklere Arapçanın kutsal bir dil olduğu savının benimsetilmesidir. 1170 yıllarından başlayarak, Arap olmayan Müslüman uluslara, bu arada Türklere , ''Allah dinini Arapça olarak gönderdi.'' ''Cennet dili Arapçadır.'' vs. gibi görüşler ileri sürerek, Kur'an'ın başka dillere çevrilemeyeceği ve bu dinin gereklerinin Arapçadan başka bir dille yapılamayacağı, mutlaka Arap diliyle yapılması gerektiği görüşü yayılmaya başladı. Bu düşünce 1200'lü yıllardan sonra doruk noktasına ulaştı. Bilindiği gibi, Selçuklu devletinde devlet dili Arapça-Farsça olmuştu. Devlet kayıtları, buyrukları Arapça-Farsça yazılırdı . Ne ilginçtir ki, batılıların Kur'an'ı, kendi dillerine çevirmeye giriştikleri yıllarda, Arap olmayan Müslüman uluslara ''Allah Kur'an'ı Arapça indirdi'' ''Cennet dili Arapçadır'' ''Arabı sevmeyen benden değildir'' gibi ve daha bir çok uyduruk rivayet ile Arapçayı ve Arap yazısını özendirmişler ve Arap olmayan ulusları kendi dillerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. ... Avrupa'da ilk Kur'an tercümesine 1141'de başlanmış ve Latinceye tercüme edilmiştir. İtalyanca'ya 1513'de, Almancaya 1616'da , Fransızcaya 1647'de, İngilizceye 1648'de tercüme olunmuştur. (Kur'anı Kerim türkçe anlamı, ön söz sayfa 18 diyanet yayın evi) ... Bakın şu ulemalarımızın uzak görüşlülüğüne. Kur'an'ın Avrupa'da ilk tercümesinden 495, İtalyancaya tercümeden 443, Almancaya tercümeden 320, Fransızcaya tercümeden 289, İngilizceye tercümeden de 288 yıl sonra, Arap olmayan Müslümanlara Kur'an'ı kendi dillerine tercüme hakkı tanıyorlar. Hemde tartışarak.
8 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.