Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

119 syf.
7/10 puan verdi
·
5 günde okudu
“Trenin Tam Saatiydi” yazarın savaş romanları içerisinde bireyin savaştaki trajedisini, varoluşunu, dini ve kişisel bir perspektiften incelemesi bakımından ayrı bir yere sahiptir ve genel olarak konu savaştır. Bu eserde Böll, savaşın toplum üzerindeki etkisini değil, bireyin psikolojisi üzerindeki etkilerini ve dehşetini inceler. Yazar savaşın insanüstü bir olgu, onu anlamanın ve idrak etmenin neredeyse imkânsız olduğunu, bir dalga gibi önünde duran suçlu ya da masum, sivil ya da asker ne varsa hepsini yok edeceğini ileri sürer. Kitabın yapı bakımından klasik Yunan trajedilerinden bir farkı yoktur. Odipus hikâyesinde okur ya da izleyici ta en başında Odipus’un babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini öğrenir. Tüm olay kehanetin gerçekleşmesi ve kahramanın başına gelecekle ilgili olarak gelişir. Kitaptaki olay ise Andreas’ın istasyondan trene binmesi ve ölüme varana kadar geçirdiği zamanla sınırlıdır. Daha ilk sayfada karşımıza çıkan “Ölmek istemiyorum” feryadı okura dehşet vermesi dışında ölümün her yerde ve her saatte kahramanımızı bulacağına işaret ediyor. Korku, endişe, ölümün mutlak kaçınılmazlığı ve ölümü beklemenin verdiği dehşet okura da sirayet ediyor. 1943 yılında Alman piyade eri Andreas Polonya taraflarındaki doğu cephesine sevk edilmek üzere trene biner. Trene hiç binmek istemez, çünkü bu trenin onu ölüme götüreceğini farkındadır. Zaten Almanların o cephedeki içler acısı durumu herkesçe malumdur ve savaşı kazanmanın hiçbir ihtimali kalmamıştır. Lanetli bir trendir bindiği. Trende kendi gibi askerle tanışır. Her biri kendi savaş tecrübelerini, duygularını, korkularını paylaşır. Uyurlar, yemek yerler, içerler, dua ederler ama hiçbir şey değişmeyecektir. Andreas’ın aklındaki yaklaşan ölüm korkusu diğer askerlerin aklında da dolaşır durur. Hepsi ölüme kadar kalan boş zamanı saçmalıklarla doldururlar ve çok geçmeden ölüm her şeye bir son verecektir. Hepsi de bunun bir şekilde farkındadır. Bazıları zaten ölmüştür, öldürmek ve savaşmak kalplerini ve ruhlarını çoktan duyarsızlaştırmıştır. Bazıları savaştan sağ kurtulsa bile içten içe ölmüş sayılacaklardır, onları hayata döndürecek hiçbir şey yoktur artık. Gelişme bölümünde Andreas, Willi ve sarışın askerle tanışır ve durakların birinde bir genelevi ziyaret ederler. Andreas’ın genelevde çalışan Olina isimli kadına âşık olmasıyla olay örgüsü ve kehanet tehlikeye girmiş gibi olur. Olina bu arada partizanlar için bilgi sızdıran gizli bir ajandır. Andreas ve kız arkadaşı Olina severek, umut ederek, plan yaparak kendi kaderlerine müdahale ederek kaçışın mümkün olduğuna inansalar da aslında ölümü alt edebileceklerini düşünerek sadece kendilerini kandırırlar. Kitap, kader ve ölüm hakkında okuyucuyu düşünmeye sevk ediyor, acaba bunlardan kaçış var mı? Yaşamımıza ya da ölmemize karar veren savaş mı kader mi? Bunu ikilinin yaptığı kaçış planlarıyla daha iyi anlıyoruz. Her tren istasyonunda bir adam daha ölüme yaklaşan Andreas’a hayatının son gününde tanıştığı bir orospu yardım edebilecek mi? Andreas onun sayesinde yaşamın hala bir anlamı olabileceğini keşfeder ve ölümü pasif bir şekilde kabullenmekten vazgeçer. Aşk hayatın öznel niteliğini değiştirebilir ama varoluşun nesnel gerçekliğine etki edemez. Hepsi birlikte savaşın dünyasından kaçmak için bir Alman subayının arabasını çalarlar ve dağlara doğru sürerler. Dağlara ulaştıklarında partizanlar Alman dolu aracı görürler ve onu yok ederler. Ölüm tam zamanında gelmiştir, tıpkı trenin tam zamanında geldiği gibi. Her sayfada kehanetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, Andreas’ın ölümü alt etmeyi başarıp başaramayacağını merak ederiz, onun acısının parçası oluruz ancak sonunda ölüm bu acıdan kurtuluşun tek yolu olur.
Trenin Tam Saatiydi
Trenin Tam SaatiydiHeinrich Böll · Can Yayınları · 2019465 okunma
·
102 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.