Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ruhun enstantanesini yakalamak.. Ruhumuzun zamandan taşan bir yanı var. Zamanın, seyrele seyrele uzanışında, ruh, ufukta zamana sığmayıp, onu inkar ediyor. Ruhu bu noktaya ulaştıran ise renklerin ve şekillerin, kokuların ve seslerin el ele verip, bir noktada birleşerek, çehrelerin maskesini düşürüp, ruhun idrakini imgenin sonsuz çemberine alması ile oluyor. Bu çemberin döngüsünde ruh, kendini ısrarla, tekrar tekrar doğuruyor. Kendi kendinden çareler üretip, kendini çoğaltıyor. Kaderin bir adım ilerisinden, kendi muhayyelesinde, masaldan şatolarda, kaderi tecrübe ediyor. Tüm hayat, öncesiz ve sonrasız, sanki bir anda olduğu noktadan başlayıveren ve o noktaya göre baz alınan bir hakikatmişçesine… Sanki tüm ruhları, kendi ruhunda deneyimliyormuş gibi… Dünyanın başından beri arzulanan bir şey bu zannımca; kader ve zamanın prangalara vurulu idrakinden kurtulmuş, tüm tahayyülleri kapsayan, ebediyetin anlamına vakıf bu ruh hali. Kim kaybetmiş ki biz bulalım? Peki, bir ruh bunu nasıl başarabiliyor? Bir terbiye meselesi mi, yoksa göksel, ayinsel olanın ilahisi mi? Belki de her ikisi de… Ancak ruhumuzun derinliklerinde bir an, kısacık bir an için de olsa hepimizin böyle bir hissiyatı deneyimleyeceğine inanıyorum.. zira hepimizin ruhu uzviyete mahkum bir kuş gibi çırpınıp duruyor. Bir gün kafesinden uçacak ve sonsuzun içinde yerini alacak.. Ama ruhumuz kanatlanıp uçmadan, hala daha aynalara beden ile aynı aksi düşürürken, hala daha parmaklarımızın şekline sahipken, ruhumuzun bir kerecik için bile olsa gülümseyebileceğine inanıyorum. Eğer, ruhumuzun bu mutluluk anını yakalayabilirsek parmaklarımız deklanşöre bassın yeter. Bir ömür yaşayamadığımızı, o anın hatırasında yaşarız..
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.