Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
Hem öyle bir anlatıyor ki sıkmadan, kırmadan dökmeden.
Vaizleri pek dinlemişliğim yoktur. Hele bir camiye herhangi bir vaiz için gitmişliğim hiç yoktur. Ancak cumaları, ya da işte bayram sabahları namazdan önce vaizin son birkaç dakikasına yetişmişliğim vardır. O da birkaç dakika uzatıldı mı canımı sıkar. Neden böyledir, açıklayayım. Çünkü çoğu vaiz insanla ilgili, hayatla ilgili konularda ruhuma ve kalbime hitap eder tarzda konuşmuyorlar. En son öğle namazı için girdiğim bir büyük camide vaiz henüz kürsüden inmemişti. Bahsettiği konu, köle ve cariyelerle olan evlilik konusuydu. Zamanımıza hitap etmeyen konularla âlemimizi niye dağıtıyorsun ah hocam. Belki konunun önü arkası vardır bilemem. Ama atlanması gereken yerleri vaiz bilmeli değil mi? O kürsü Peygamber kürsüsü. O kürsünün hakkını verecek vaizlere ihtiyacımız var bizim. İmandan, ibadetten, asr-ı saadetten, aileden, işten ticaretten, sonsuzluktan, sonsuz mutluluktan bahsetse dinlenmez mi? Her daim korkutmasa, ümidi de ihmal etmese olmaz mı? Okuduğum kitap işte böyle hayallerimdeki bir vaizin kitabı. Bazen sesleniyor: “Yolcu, bu dünya gemisinde bir ömür boyu yolculuk yapacaksın. Rabbimiz dünya gemisini ilkbahar, yaz, sonbahar, kış limanlarına uğratarak ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Birileri çıkıyor, milyonlarca insanın hakkını kendi kasasında topluyor. Malının hesabını yapacak insanlar kiraladığı gibi onu koruyacak güvenlik elemanları kiralıyor. Mallarını almak isteyen milyonlarca insanın haksız olduğunu kapitalist ekonomi diliyle ikna edecek profesörler kiralıyor. Haksızlığını haykıranların üzerine basın tetikçilerini gönderiyor. Yolcu, sen, kapitalist Karunların karşısına çıkacak ‘Bu Malların seni koruyamaz, Sen malları korumakla ömür tüketiyorsun Kendi ellerinle etrafını ateş çemberine alıyorsun. Haksız yollardan kazandığın mallar, sen ölünce senin ateşin olacak. O ateşin içine fare ölüsü atılır gibi atılacaksın. Ateşten direklere bağlanacaksın ve üzerinden kilitlenecek ve dışarı çıkamayacaksın. Topladığın malların alevinde yanacak, zehrinde boğulacak fakat ölmeyeceksin.’ diye uyaracaksın.” Toptaş Hoca böyle seslenirken sen Hümeze suresinin anlamını bir kez daha zihninden geçiriyorsun: “Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin vay haline! Onlar malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanır. Hayır, hayır andolsun ki, o cehenneme atılacaktır.” Okuduğum kitapta yazar din âlimi olarak tanıtılıyor. Otuz beşe yakın kitabı var. Kitapları çeşitli dillere tercüme edilmiş. Çağrıldığı her seminere konferansa katılıyor. Hayatın içinden konuları buralarda bıkmadan anlatıyor. Hem öyle bir anlatıyor ki sıkmadan, kırmadan dökmeden. En çok üzerinde durduğu konu, Kur’an’ın okunması, anlaşılması ve yaşanması. Duvarlardaki Kur’an’ın masalara inmesi. El altında bulundurulması. Efendimizin yolunun yol edilmesini. Diyor ki bir yerde: “Gönlümüzde iman, eylemlerimizde iman çiçekleri ve rehberimiz Allah Resulü olursa Allah bizi sevecek, sevince sevdirecek.” Yine bir başka yerde “Cennet istiyoruz ama cehennemlik işler yapıyoruz.” diyor. Yine Mahmut Toptaş hocam diyor ki: “Üç yüz atmış beş gün doğan güneşin yüzüne bakan olmazken, bir günün on beş dakikasında güneş tutulması olsa bütün bir dünya onun kara yüzüne bakıp fotoğraflarını teşhir ederler. “ Ben de diyorum ki: “Doğrular kimin umurunda, bir hata yapmaya gör, nasıl da fark eder insanlar seni.” İşte ondan son bir cümleyle yazımı sonlandırayım: “Sen gül olmaya bak, bülbül beş bin kilometre uzaktan uçarak gelir.”
Kelebek ve Dağ
Kelebek ve DağMahmut Toptaş · Timaş Yayınları · 201610 okunma
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.