Gönderi

96 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 7306 days
Beyaz Geceler
Fyodor Dostoyevski
7.8/10 · 75.5k reads
·
1 views
saime okurunun profil resmi
BEYAZ GECELER VE MELODRAM ÜZERINE BIR NOT Beyaz Geceler Dostoyevski'nin en hafif, en saf, en lirik kitabıdır. Saflık kelimesiyle karmaşık ve karışık olmayan bir şeyi kastediyorum. Kitap sözü de okuyucuyu yanıltmasın: Dostoyevski Beyaz Geceler'i bir gazetede yayımlanacak basit ve coşkulu bir hikaye olarak tasarlamıştı. Hikaye saflık ve yalınlığını, kahramanlarının hep aynı kumaştan ve renkten yapılmasından alır. Onlara, dile getirdikleri sözlere hemen inanırız. Bir şeye inanan, sonra aynı güçle tam tersine inanan tipik Dostoyevski kahramanları yok bu kitapta. Bu bakımdan Beyaz Geceler Dostoyevski'nin en özel, en ayrıksı kitabı. Burada bizi etkileyen şey kitabın ve kahramanlarının bu saflığından gelen hafiflik, bir çeşit çocuksu dürüstlük ve bizi yormayan melodramlardan alabileceğimiz bir mutluluk duygusu. Oysa on sekiz yaşımdayken Beyaz Geceler'i ilk okuduğumda, hikayenin yalınlığını, insan kalbine doğrudan seslenebilme gücünü, bir zayıflık olarak görmüştüm. Bu yüzden bu hikayede benim anlamadığım, ıska geçtiğim pek çok şey var diye huzursuzdum. Cinler'in, Karamazov Kardeşler'in karmaşık ve karmaşıklığı ölçüsünde sarsıcı kitaplar çıkartan yazarının bu kadar basit bir hikaye yazamayacağını düşünüyordum. Bunun bir nedeni benim o zamanlar iddialı bir entellektüel olmaya çalışmamdır belki. Ama Beyaz Geceler'de ve daha sonra Yeraltından Notlar'da Dostoyevski'nin kitaptarla düşüp kalkmanın da bir çeşit hayalperesdik oldugunu ima etmesine de dikkat etmemiştim. Dostoyevski ilk olarak gazetede yayımladığı bu zarif hikayeyi, yıllar sonra kitap şekline sokarken yeniden ele almış, sağına soluna eklemeler yapmıştır. Bu eklerden birinde, bugün okuduğumuz şeklinde, hayalci kahramanının neler düşündüğünü uzun bir cetvelle sıralar. Burada kahramanın hayallerinin ikizler teması üzerine hikayeleri olan Alman romantik yazarı Hoffmann'a, Ingiliz tarihi romancı Sir Walter Scott'a, Carmen yazarı Merimee'ye, Puşkin'e ve pek çok tarihi olaya değindiğini fark ederiz. Bugün otuz yıl sonra Beyaz Geceler'i yeniden okuduğumda insanların bu basit kitabı neden bu kadar çok sevdiklerini çok iyi anlayabiliyorum. Bu bir olgunlaşma mı, akla tapan gençliğimin tutkularından uzaklaştığımın kanıtı mı bilmiyorum. Ama on sekiz yaşımda Beyaz Geceler'i anlayamadığım için hayatta pek çok şeyi kaçırdığımı biliyorum: Pek çok Türk filminin duygusal sahnesi, Orhan Kemal'in bazı romanları, benim ilk gençlik yıllarımda çok yaygın olarak okunan ve iki sayfadan fazla hiçbir zaman okuyamadığım İtalyan fotoromanları ve yerli taklitleri, Carmen, Dostoyevski'yi de etkilemiş olan metodramatik edebiyat, sinemalarda cenaze sahnelerinde cemaatle ve sinemadaki kalabalıkla birlikte gözyaşı dökebilme zevki, Romeo ve ]uliet vs. Dostoyevski Beyaz Geceler'i 1848'de yirmi yedi yaşındayken yazıp bir Petersburg gazetesinde yayımladı. iki sene önce gene bir gazetede yayımlanan ilk romanı Zavallılar ünlü eleştirmen Belinski ve çevresi tarafından hayranlıkla karşılanmış, hemen arkasından yazdığı roman ve hikayelerin aynı başarıyı göstermemesi yazan mutsuz etmişti. Beyaz Geceler o yıllarda Rus yazar ve aydınlarını meşgul eden "romantik" ve hayalperest kahraman kavramından da beslenir. Bizim edebiyatımızda, Reşat Nuri ve Orhan Kemal'de de Beyaz Geceler'e yakın bir yumuşaklıkla ele alınan bir konudur bu: Aklı bir karış havada "romantik" ve hülyalı delikanlının memleket gerçekleriyle karşılaşması! Dostoyevski bu romanda memleket gerçekleri yerine sevgi ve içtenlikle anlattığı ve daha önce gazete makalelerinde de tasvir ettiği Petersburg'u ve yılın o en uzun günlerine denk düşen yıldızlı bahar gecelerini koymuştur. Beyaz Geceler'de sözü edilen yalın aşk duygusunu, sevgiliye inanabilme gücünü, bir sevgiliyle birlikte yeni bir dünya düşleyebilme zevkini kitabı ilk okuduğumda yeterince tanımıyordum. Aşk kelimesinin çok fazla kullanılmadığı bir ailede yetiştiğim, aşkı bir çeşit akıl kaybetmesi ve alay edilecek bir alıklık olarak gören bir yazılı basın ve mahalle ve okul çevresiyle beslendiğim için bana bu hikayedeki inanabilme gücü bir çeşit saflık olarak gözüküyordu. Üstelik daha sonraki romanlarını, insanın İnanacak bir şey bulma azmi ve gayretiyle, inandığı şeye hiçbir zaman tam inanamamasının acılan üzerine kuran Dostoyevski'nin, kendilerini hayallerine bu derece bırakan kahramanlara bir hikayeyi bu derece bırakabilmesini anlayamıyordum. Melodramın ilk kuralı, kahramanların birbirlerine ve kendilerine kolaylıkla inanabilmeleridir. Fazla kanıt göstermeden ve anlamadan beliren bu inanç melodram kahramanlarını kolaylıkla birbirine bağlar. Bir süre sonra okur da aynı iyimserlikle kahramanlara inanacaktır. Okurun ve kahramanların bir çeşit düşüncesizlikle birleştiği bu noktada, yaratıcı yazar "duyguların" müziğini özgürce ve kendi üslubunca çalar. Ama daha önemli ikinci kural, bir süre sonra kahramanların ve okurun aldatıldıklarını anlamasıdır. "Kız aslında samimi değilmiş, oğlan kızı para için seviyormuş..." olur bir süre sonra. Kahramanımızın da okurun da aptal duruma düşmeden hikayeye devam edebilmeleri için bir süre sonra yeniden inanacak bir şey bulmaları gerekir. Gözyaşlarıyla öpüşüp barıştıkları eski sevgilileri de olabilir bu, ilkine inandıkları aceleyle hemen kanacakları bir yenisi de, bir başka meşgale de ... Bir süre sonra yeniden aldatılmaktadır asıl kural ve sevgililerin yerine "siyasi düşünceleri" koyarsanız ülkemizde çok yazılan siyasal melodramatik romanların kalıbını, "Doğu" ya da "Batı"dan birini koyarsanız daha derin "kültür" romanlarının kalıbını elde ederiz. Dostoyevski melodramı her zaman sevmiş, diğer karmaşık romanlarında kahramanlarını bu melodramatik aptallıktan inançsızlıklarıyla korumuştur. Beyaz Geceler'de ise konunun hafifliği, yalınlığı ve kısalığı hikayeyi zarif kılıyor. Yirmi yaşlarında hangi yalnız ve mutsuz erkek yıldızlı bir bahar gecesi şehrin sokaklarında yürürken bir köprübaşında gözyaşları döken bir genç kızı hayal etmez! Belki kızın hikayesiyle, hayalperest gencin hikayesi arasında pek çok benzerlikler vardır. Beyaz Geceler'i melodramın eşiğindeki bu duygusal konuyu abartmaların ve gözyaşlannın çekimine kapılmadan bir hafiflik ve bahar mutluluğu havasıyla ele aldığı için çok seviyorum. Orhan Pamuk Temmuz 2000
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.