Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

128 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, Pinhan Yayıncılık, 2012, Felsefe,
Spoiler İçerir.... Platon’un Eczanesi: Hem şifa hem de zehir olmak, Jacques Derrida’nın 1972 yılında yayımladığı, La dissémination (Dağılım) başlıklı kitabının bir bölümünden oluşan Platon’un Eczanesi,size Derrida hakkında birkaç ipucu vererek başlıyor. Fransız filozofun anlaşılmadığından dem vuranların aksine Derrida’nın anlaşılır olduğu konusunda ısrarcı olan ve bu bağlamda tezini Derrida üzerine yazmış olan Prof. Dr. Zeynep Direk, Derrida’yı anlaşılır olmaktan uzaklaştıranın bizler olduğunu söylüyor. Direk, anlaşılmama sorununu okuyucunun tecrübesiz oluşuna ve felsefe çevirilerinin cesaretsizliğine bağlıyor. Zeynep Direk çevirisi ve önsözüyle okurla buluşan bu eser ile tanıştıktan sonra yazılı olan bir şeyi Platon üzerine tekrar düşünmeden okuyamıyor olacaksınız. Çünkü “yazı” Pharmakon olarak nitelendiriliyor kitapta: Hem zehirleyen hem de çare olan. Yani, zehiri ve panzehiri bünyesinde taşıyan bir canlı misali... Okuma eyleminin başlaması ile zehir yavaş yavaş kanımıza sızıyor ve zamanla bünyeyi alt üst ediyor. Kitabın giriş bölümü insanı âdeta bir ringe çıkarıyor. Kendisini Sokrates, Platon ve Derrida’nın oluşturduğu bir çemberin içinde buluyor insan ve yediği yumruklardan sonra zihninde zaman zaman aydınlanmalar ve algı genişlemeleri yaşasa da kitap; yazıya, söze dair bildiği ne varsa alt üst edip, okurunu bildiklerine yabancılaştırarak ringden salıveriyor. Derrida’nın kimi yazılarında, eleştirdiği sofistler gibi yazdığına dair eleştirilerle karşılaşıyoruz fakat okura sağ gösterip sol vurmak için elinden gelenin fazlasını yaptığı bu metinde ortada olsa da, yine de beklentinin dibine, ‘balık var mıdır?’ umuduyla oltamızı sallandırmadan edemiyoruz. Kitapta yer alan tartışmanın odak noktasını Sokrates’in yazıyı, yazmak eylemini bir Pharmakon olarak ele alması oluşturuyor. Aynı şekilde Derrida da bu odak noktasından tartışmaya katılıyor ve mitle felsefeyi iç içe geçirerek farklı bir katkıda bulunuyor. Peki, nedir bu ‘yazı’ denilen şey? Neler yaptırır insana? İnsanlar neden bu kadar önemser yazıyı? Niçin daha iyi yazabilme uğruna hayatlarını heba ederler? Veya yazmak uğruna özgürlüklerinden olup acı çekerler? Bu soruların oluşturduğu karanlık tünelde, Platon’un Pheadrus diyaloğunun sağladığı ışıkla cevapları bulmaya çalışıyoruz. “Ancak, yazmanın yakışık alıp almadığını, hangi koşullarda bunun yapılmasının iyi, hangi koşullarda uygunsuz olduğunu tamı tamına bilmek… Geriye bu soru kalıyor, öyle değil mi? Yazmak yakışık alır mı? Yazar saygıdeğer bir kişi midir? Yazmak hoş kaçar mı? Yazmalı mı?”(syf 24) Logos’un babası Sokrates ve onun genç öğrencisi Platon’a göre bu soruların cevabı gayet nettir: Hayır! Hâlbuki cevap bu kadar basit değil. Sokrates, cevabı hemen akılcı bir söylev ya da logos içinde kendi açıklaması gibi sunmayarak, onu dinletmek için kulaktan kulağa dolaşan bir hikâyenin elçiliğine başvurur: ’’Eskilerin söylediklerini anlatabilirim, zaten doğruyu bilen eskilerdir; eğer doğruyu kendimiz bulabilseydik, insanların bir zamanlar neler düşünmüş olduklarını araştırmak umrumuzda olur muydu?’’ (syf 24) Yazının ‘bilmeden tekrar etmekten ibaret’ olduğunu bilmeden tekrar ettikten sonra Sokrates; savını logosun ispatına, akoe’nin (ses) öncülerine, yazının masalsı bir soykütüğü sayesinde okunabilen yapılarına dayandırıyor. “Mısır’da Naukratis yakınında eski tanrılardan biri yaşardı, bu tanrının adı Theuth idi. Sayı bilimini, hesabı, geometriyi ve astronomiyi, tavla oyununu ve zarları, yazıyı ilk bulan tanrıdır. Öte yandan Mısır’a Firavun Thamus hakimdi. Bu şehrin tanrısına Mısırlılar Amon derlerdi. Theuth bir gün Thamus’un yanına vardı, bulduğu sanatları ona gösterdi. Theuth anlattıkça işe yarar bulduklarını övüyor, işe yaramaz bulduklarını ise yeriyordu. Sıra yazıya gelince, ‘Ey Kral!’ dedi Theuth, ’İşte, bir bilgi (to mathema) ki bunun sayesinde Mısırlılar daha bilgili ve kendi geçmişlerini hatırlamaya daha istidatlı olacaklar. Belleğin de, öğretimin de devası (pharmakon) bulundu. Bu ilaç faydalıdır; üretir ve onarır, biriktirir ve devâ olur, bilgiyi arttırır ve unutkanlığı azaltır.’ “(sfy25) ‘’Yazının tanrısı Pharmakon’un tanrısıdır.’’ Phaedrus’ta, Theuth’un meydan okurcasına akıl dolu bir kurnazlıkla krala sunduğu, bir pharmakon olarak yazıdır. Yazı ya da pharmakon krala değerli bir şey olduğu için sunulmasına rağmen yazıya gerçek değerini verecek olan yine kralın kendisidir. Kral, kabul etme edimiyle onayladığının ve nesnelleştirdiğinin fiyatını koyacak olan kişidir. Pharmakon, krala ya da tanrı-krala (Thamus, Amon’u temsil eder. Yani tanrıların kralını, kralların kralını ve tanrıların tanrısını temsil eder.) dışarıdan hatta alt kademeden gelmiştir ve kral ya da tanrı-kral da bunu kendine ait olmayan bir ürün veya işlev olarak tecrübe eder. Bu yeni gelen düşünceye değerini biçmek ve varlığını onaylaması için kralın tenezzül edip bir yargı vermesi beklenmektedir. “Harfleri öğrenenler, artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır. Yazıya güvendikleri için, etraflarındaki şeyleri dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar. O halde sen onlara bellek için değil, hatırlama için bir deva buldun’’. (syf 55) Kral Thamus’a göre yazı, belleğe ve ruha katkıda bulunmak bahanesiyle onu daha da unutkan kılacaktır. Bu yüzden de bilgiyi artıracağı yerde azaltacaktır. Yazının, zamanla belleği uykuya yatırarak tembelleştireceğini ve belleğin ölümüne, yani hafıza kayıplarına sebep olacağını ifade eder. Belleğin işini yapacakmış gibi gösterilmesine karşın; sadece bilgiyi, belleği ve hakikati taklit edeceğini savunur ve yazının uygunluğunun, uygunsuzluğu olduğu kanaatine varır. Ayrıca Thamus; yazıyı yalnızca yararsız değil, aynı zamanda tehlikeli de bulmuştur. Böylelikle yazı, kral tarafından geri çevrilir ve suçlanır. Ardından da kral yerine Sokrates tarafından uğursuz bir töz ve unutma iksiri olarak suçlanmıştır. Bu doğrultuda Platon’un sofist tanımı ise şu şekildedir: ’’İşte bu yüzden yazarlar, bilgeler değil, kendilerini bilge sananlardır.’’(syf 59) Yazı, ruha zerk edilen bir zehir ise söz nedir peki? Sözün suç ortağı değil midir yazı? Söz de ruha zerk edilmiyor mu? Beden ve ruh üzerinde sapmalara neden olmuyor mu? Söz de yazı da acıları dindirmek yerine zehirlemiyorlar mı? Yazı ve söz sorunsalı Phaedrus diyalogunda bir doğurganlık, veludiyet sorunsalıyla ilişkilidir. Platona göre canlı sözü yazıdan ayıran özellik yazının bir babanın meşru oğlu olmasıdır. Genel olarak, kişinin sözleri onun evladı gibidir, konuşan ağzından çıkan sözlerin sahibi ve babasıdır. Bu evladın bir babası var ise kendisine yöneltilen sorulara cevap verip açıklama yapabilir. Yazının yardımına koşacak bir babası yoktur bu sebepten yazı hep aynı cevabı vererek kendini tekrarlar. Bu yüzden yazının yok edilemez bir muğlaklığı vardır; onu okuyanın istismarına, çarpıtmasına maruz kalır. ‘’Üstad Platona göre okuma da bir yazmadır; okur metne kendi ipliğini katmadan onu bir anlamda dokumadan okuyamaz. Bu yüzden bir metnin tek bir anlamı olamaz; her iplikle, okurla anlam da çoğullaşır. Bu görüş, anlam sorununun hakikat sorununa indirgenemeyeceği bir ufuk açmaktadır.’’(syf 11) Başlangıçta, Platon’a göre yazının özü ve kendine has bir değeri yoktur. Olumlu da olsa olumsuz da, yazıyı bir simulakra olarak görür. Platon’a göre yazı, kadavranın katılığından ibarettir. Devlet’te taklitçi bir sanat olarak gösterilen resimden de aşağı konumdadır. Platon, resmin kopyanın kopyası olduğunu, hiçbir canlılık teşkil etmediğini söyler. Böylelikle Platon yazının kadavraya benzer katılığı ile canlı sözün kıvraklığını kendisinden önce karşı karşıya getiren bazı söz sanatı ustalarını ve sofistleri izler. (Syf 29 ) Fakat Logos’un babasını yitirmesiyle, yani Sokrates’in baldıran zehrini içmesiyle birlikte Platon’un görüşlerinde çok büyük bir değişiklik olur. Sokrates’in Parrhesia’sı*, baldıran zehri, Platon’un Pharmakon’una denktir artık. Sokrates zehri içmeden önce de bu zehrin bir Pharmakon olduğuna işaret etmiştir. Baldıran zehri Sokrates’e bir zehir gibi sunulmuştur ama Sokratesçi logos ve Phaidon’un felsefi ispatı vasıtasıyla bir kurtuluş aracına, esenlik imkânına ve arındırıcı erdeme dönüşür. Bu, baldıran zehrinin varlıkbilimsel etkisinden kaynaklanır (bir ilaç gücünün karşısına koyulmuş başka bir ilaç gücü), ruhun ölümsüzlüğü olarak ruhu eidos temaşasına taşır, Sokrates bunu bu şekilde değerlendirir. (syf 82) Platon’a göre bu kesin görüşler, önceleri tartışmaya dahi açık değilken, Sokrates’in hilafıyla eczaneyi kapatıp güneşten gölgeye saklanarak kendisini hakikatin yazılmasının gerekliliğine bırakmıştır ve artık Platon için esas olan ‘kayıt’tır, Sokrates’in söylediklerinin kaydı. Kayıt ile kastedilen, kitapta bulunan şu cümle ile daha iyi anlaşılır: ‘’Platon’un yapıtı yoktur ve olmayacaktır da. Şimdiye değin bu isimle belirtilenler Sokratesin gençliğinin baharından kalanlardır.’’ (syf 127) Bundan sonrası için kayıt hem yazı üretimi hem de bir yapısallığın kurulması olarak anılacaktır. Aynı görüşü benimseyen Rousseau ve Saussure, Batı edebiyatında hâlâ, Platon ile birlikte ‘dilbilim’in kurucuları olarak sayılırlar; Platonculuğun tekrarı olan bu üç devirde, hem yazıyı dışarı atan hem de bu arada özsel nedenlerden dolayı tüm teorik etkinliğini ondan alan düşünürlerdir. Platon, Sokrates’in ölümünden itibaren yazılarını oyun gibi sunmuş ve yazıyı yazı içinde suçlamış ve yazıdan ettiği şikâyet bize kadar ulaşmıştır. * Egemen güç, zümre. Ya da kişi karşısında doğru bildiğini söyleme. Doğru söyleyen, hışma uğrar ve dışlanır.
Platon'un Eczanesi
Platon'un EczanesiJacques Derrida · Pinhan Yayıncılık · 201495 okunma
·
408 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.