Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

156 syf.
9/10 puan verdi
"İnsan dünyasını, her şeyin insanüstü bir sisteme tabi olarai mükemmel ve dakik işleyeceği inorganik bir dünyaya dönüştürme arzusu. Düzen arzusu aynı zamanda bir ölüm arzusudur, çünkü yaşam devamlı olarak düzenin bozulmasıdır. Ya da başka türlü ifade etmek gerekirse: Düzen arzusu etkili bir bahane, şiddetli insan düşmanlığı için bir mazerettir." (Milan Kundera) Kitap okuma alışkanlığının farklı kazanım yolları var: okul, aile ya da birey kendi kendine edinir bu alışkanlığı en zor halı kendi kendine edinmektir çünkü bu yolu bulabilmek için toplum ve aile geleneklerinin getirdiği kalıpları, her şeye boyun eğme yazgılarıní kırmak gerekir en önemlisi içten bir sorgulama ihtiyacı duymak gerekir yoksa okunan kitaplarında bir önemi kalmayacaktır o sorgulama yetisini ülkece kaybedeli ne kadar oldu dersiniz? Sosyoloji kitaplarının ülkemizde en az okunanlar arasında yer almasının nedeni de bu sorgulama yeteneğini kaybeden bir toplumuz o yüzden aydınlanma bilinci hiçbir zaman bizim için bir ihtiyaç olmuyor ve bu toplum bilimi bir azınlığın eline bakıyor ne kadar çelişkili bir ifade toplum bilim azınlığın elinde... Zygmunt Bauman kitaplarını okurken yorulmuyorum ben nedeni ise dilini ağır söylemler ve kavramlarla örmemiş olması sanırım bazı Sosyologlar yazdıkları kitaplarla toplumdan ellerinden geldikce uzaklaşmayı beceriyor halbuki en iyi en yalın dil kullanımının Sosyologlarda olması gerekir. Bir azınlıktan öteye hitap edebilme becerisine sahip olmalılar Zygmunt Bauman okuduğum iki eseriyle genel bir hatip etkisi yarattı benim açımdan. Kitabımız beş bölümden oluşuyor: 1. Çalışmanın Anlamı: Çalışma Etiği Üretmek 2. Çalışma Ettiğinden Tüketim Estiğine 3. Refah Devletinin Yükselişi ve Düşüşü 4. Çalışma Etiği ve Yeni Yoksullar 5. Yeni Yoksullar İçin Umutlar Bölüm bölüm giderek kitaba biraz değinelim. 1. Çalışmanın Anlamı: Çalışma Etiği Üretmek Çalışma Etiği Nedir? Yazara göre bu tanım iki açık önermeden ve iki dolaylı varsayımdan oluşur. Birinci açık önermeye değinecek olursak: "kişinin canlı kalmak ve mutlu olmak için başkalarının değerli bulduğu ve karşılığını ödemeye değer gördüğü bir şey yapması gerektiğidir; karşılıksız hiçbir şey yoktur; her zaman misliyle mukabele almak için önce vermeniz gerekir. Önce emek vermemiz gerekiyor bize öğretilen şey bu sistem sahiplerinin bizden istediği bu devlet düzenini, eğitim sistemini ve hayat şartlarını iyileştirmeyi düşünmek devletin işidir bizim işimiz emek vermek vardiyalı çalışmak ve hizmet etmek karşılığında da yarısından çoğu bizden alınmış bir maaşa sahip olmak ki bu belirli bir işi olanların hayatı toplumdışı yoksul sınıfın kaderi burada yazılı değildir ona daha sonra değineceğiz. "İnsanların ahlak kurallarından bahsettiğini her duyduğunuzda emin olabilirsiniz ki bir yerlerdeki birileri diğerlerinin davranış biçiminden hoşnut değildir ve farklı biçimde davranmış olmalarını istemektedir. Bu öğüt hemen hemen hiçbir zaman çalışma etiğinde olduğundan daha anlaşılır olmamıştı." Çalışma etiğinin yöneticilerinin tatminsizlik duygusunu bu şekilde ifade edebiliriz. Tam itaatkar bir sistem kölesi yaratmaya çalışan patronlar yeni bir ahlak alanı yaratarak çalışma alanını istedikleri yöne çevirmeye başladılar. J.L. ve Barbara Hammonds ise şöyle der: "Yüksek tabakadakiler işçilere, efendilerin kölelere verdikleri değerden fazlasını vermiyorlardı. İşçi çalışkan ve dikkatli olmalıydı, kendisini düşünmemeliydi, sadece efendisine bağlılık ve sadakat borçluydu, devlet ekonomisindeki yerinin şeker kamışı ekonomisindeki kölenin yeri olduğunu idrak etmeliydi.  2. Çalışma Ettiğinden Tüketim Estetiğine Tüketmek nedir? Yazarın dediklerine göre kısaca tüketmek: "Tüketmek, ayrıca, yok etmek demektir. Tüketim esnasında, tüketilen şeylerin varlığı gerçekten ya da manen sona erer. Nesneler yenilerek ya da eskitilerek fiziksel olarak tamamıyla yok olana kadar "kullanılıp bitirilebilir" ya da çekicilikleri tükeltilerek, artık istek uyandırmazlar, kişinin gereksinimlerini ve arzularını tatmin etme kapasitelerini yitirirler ve böylece tüketim için uygunsuz hale gelirler." Tüketmeden hiçkimse hiçbir yerde, hiçbir zaman canlı kalamaz. Lakin tüketimin niteliği ve miktarı bireyin yaşam görüşüne göre de değişir bilinçli tüketiciler olabilecek miyiz ya da olma ihtimali var mı kendimize sormamız gereken önemli bir sorudur bu. Tüketim sistemini elinde bulunduranlar için ideal olan şey " hiçbir şeyin tüketici tarafından kesin bir şekilde benimsenmemesi, hiçbir şeyin sonsuz bağlılığa layık olmaması, hiçbir gereksinimin tam olarak karşılanmış görülmemesi, hiçbir arzunun nihai kabul edilmemesidir. Bu madii açgözlülük nereden geliyor diye etrafa baktığınız vakit bu tanımı daha iyi anlayabilirsiniz bana göre tüketici her zaman bir avdır reklamlar, dayatmalar, toplumda ilişki kurduğu insanlar onu hep bir tüketim tuzağına çekmeye çalışır ki çeker de hepimiz tüketiciyiz en az tüketenler ise en çok toplum dışı olanlardır ve sahip oldukları ile tatmin olduğunu gerçekten hissedenlerdir ki bu çok az görülen bir şeydir. Bu durumu bir alıntı ile desteklerden: "Jeremy Seabrook'un okurlarına hatırlattığı gibi, günümüz toplumunun sırrı "suni olarak yaratılmış ve özel anlamlı bir yetersizlik geliştirmesinde yatar ve "insanların sahip oldukları şeylere tatmin olduklarını ifade etmelerinden daha fazla bu toplumun temellerini "hiçbir şey tehdit edemez." Böylece insanların sahip oldukları şeyler önemsizmiş gibi gösterilir, daha iyi durumda olanların gerçekleştirdiği ölçüsüz tüketimin fazla aşikâr ve sıkıntı verici teşhiri tarafından küçük gösterilir." 3. Refah Devletinin Yükselişi ve Düşüşü Refah Devleti: Tüm uyruklarının refahını sağlamanın devletin yükümlülüğü olduğu düşüncesini ifade eder. Siyasi iktidarlar hep refah devletinin vaadi ile oy çalar seçmenlerden, seçim öncesi kolektif bir rahatlık vaadi seçim sonrası bireysel refahlara dönüşür lakin bu taktik hep tutar çünkü bu yalanı görecek ya da yıkacak kadar sorgulama zamanı yoktur insanların, onlar yaşamak için çalışmak zorunda oldukları düşüncesini ezberlemiş halde doğar bu halde çocuk doğurur, yaşlanır ve ölürler. Ian Gough, refah devleti, "bir baskı aracı mı yoksa insani ihtiyaçları arttırmak ve serbest pazar ekonomisinin sıkıntılarını gidermek için bir sistem mi?" der... 4. Çalışma Etiği ve Yeni Yoksullar Yeni Yoksullar diğer tabiri ile "Sınıf Dışı" sınıf dışı iktisadi mantığın ürünüydü ve dışlananlar bu mantık üzerinde ne bir etkiye ne de bir denetime sahipti. 29 Ağustos 1977'de Time dergisi bir kapak öyküsü yeni bir tanım getirdi bu sınıfa: Hayal edilemeyecek kadar dik kafalı, sosyal açıdan son derece yabancı ve düşman insalardan oluşan geniş bir grup. Bu insanlar umutsuz bir vaka haline getirildi ve iyileştirilemez, hastalıklı bir yaşamı tercih ettikleri için dolayı iyileştirilemezdi. Tabii bu manevra çalışma etiğinin elinde patladı çünkü bu yeni sınıf çalışmaya da karşıydı umutsuz bir vaka neden çalışma isteği duysun ki? Mead yaşamak için çalışmamayı "tercih eden" yoksullar için şu çarpıcı tanımı yapıyor: "Sosyal politika, pasif yoksulluğa karşı akıl sağlığı zorla eğitene ve karşı koyan sistem kendi ağırlığı altında ezilene kadar hakkıyla ve sebatla Batı'nın komünizmi zaptettiği gibi direnmelidir. Her dönemde öyle olmadı mı? Ne zaman halk sistemin dışına sapsa birkaç sözde aydın onları sistem adına hizaya getirmek için teoriler ve yöntemler buldu aslında başımıza gelen her şey bu bir avuç azınlık sözde aydınların yöneticilere yol göstermesinden gelmiştir. Yaratılan bu sınıf dışı için de iş işten geçtikten sonra uzatılan yardım ellerinin yaratacağı sonuç için yazar çarpıcı bir yorum yapıyor: "Bu dünyayı kendi vahşiliğinin en kötü sonuçlarından kurtarma girişimleri sadece geçici ve uzun vadede başarısızlığa uğraması kesin olan neticeler verir; fırlatılan tüm cankurtaran halatları daha fazla idam ipine dönüşecektir." 5. Yeni Yoksullar İçin Umutlar İnsan olmanın birçok yolu vardır der Zygmunt Bauman her toplum tercih ettiği ya da hoşgördüğu yolu seçer. Bazı toplum yöneticileri gerçek refahı seçebilir bazıları da aristokrat bir yolla kendi çevresinin refahına çalışır ve toplum içi gelir adaletsizliğinin başını çekerler. "Ekonominin söz aldığı yerde etik sussa daha iyi olur" maddi çıkar için her yol mübah yoksulları ezmek, vergileri arttırmak mübah çünkü üst tabaka maddi kazancı azaltmak yerine tüm toplumu vergi ile ezebilir nasıl olsa her şeyi sineye çeken ilahi bir adaleti bekleyip duran alt sınıf ya da toplum dışı olan sınıf kandırılmaya devam eder. Modern öncesi Avrupa'da yoksullar kendilerini hala Tanrının çocukları olarak görüyor ve anlam ve amaç arama uğraşından vazgeçip tüm ideallerini din buyruklarına göre düzenliyorlardı. Yoksulların varlığı herkes için bir armağandı: Fedakarlık yapmanın, namuslu bir hayat yaşamanın ilahi bir saadete ulaşmanın bir fırsatı... Ama modern sonrasında Avrupa'da yoksullar ilahi adaletsizlik kavramının farkına vardı, aydınlanma hareketinin yarattığı farkındalık bilinci ile geleneğin, törenin, otoritesini reddeden bir düzen başladı. Böylece yeni Yoksullar sorunu ortaya çıktı bunlar düzen için bir tehdit ve engeldi ayrıca normu hiçe sayıyorlardı. Bu üst sınıf için bir tehlike arz ediyordu o yüzden güç otoritesi bu toplum dişinin isyan ve devrim niteliğinde hareketlerini engellemek adına fabrikalarda işgücü olmaya zorlamak mükemmel bir yol olarak göründü. Tabii bu yol nasıl mümkün olabilirdi önemli olan o bunu da o yoksulları tüm diğer geçim kaynaklarından mahrum bırakarak "alternatif yok" haline getirmekle bulundu. Ve yine "aydınlar" duruma el attı: "John Locke, yoksul çocuklarını düzenli çalışma için eğitecek yoksul okullarına ve ebeveynlerini de katı disiplin, ölmeyecek kadar yemek, zorunlu çalışma ve bedensel cezanın hüküm sürdüğü islahevlerine kapatarak, "ahlaksızlık" ve "tembellik" sorunlarını ortadan kaldırmak için kapsamlı bir program hazırladı." "Josiah Child ise: yoksulları işe sokma vazifesini insanın Tanrı'ya ve Doğa'ya karşı ödevi olarak saydı" Arthur Young'ın sözleriyle "İnsan eğer budala değilse, alt sınıfların yoksul tutulması gerektiğini, aksi takdirde asla çalışkan olmayacaklarını bilir." İşçi sınıfı ve yoksullar ne zaman bilinçlenme safhasına gelirse o zaman birkaç aydın çıkar eğitim sistemini düzene yaracak şekilde tekrar düzenler, kaybolan dini istismar şeklindeki kandırma mekanizmanı tekrar devreye sokar ve beş on yıl içinde o boyun eğen, sürü mantığı tekrar doğar ve çalışma Etiği kaldığı yerden devam eder sisteme karşı bireysel bir savaş hiçbir zaman başarılı olamayacak ve hiçbir zaman da kolektif bir bilinç oluşumuna da izin verilmeyecektir. Makineleşmenin de son safhada olduğu günümüzde artık bir "yedek ordu" kavramı olarak dahi ihtiyaç duyulmayan yoksullara son darbe indirilir artık diğer geçim kaynakları ellerinden alınmış ve düzenin dahi işine yaramayan bir kalabalıktır bu yoksullar. Yeniden Yazgısını kabul eden yoksullar artık ulaştıkları dipten kurtulamayacak ve nezih tüketici kitlesi onlara ihtiyaç dahi duymayacak, onlardan bir şey beklemeyecek, onları tamamıyla yararsız görecek. Yoksullar istenmemektedir. Ve istenmedikleri için, vicdan azabı ya da pişmanlık duyulmadan, terk edilebilirler. Vicdan azabı ve pişmanlık duyulmadan terk edilebilirler. Vicdan azabı ve pişmanlık duyulmadan terk edilebilirler. Terk edildiler de.
Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar
Çalışma, Tüketicilik ve Yeni YoksullarZygmunt Bauman · Sarmal Yayınları · 199933 okunma
··
169 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.