Bilinmeyen bir kadın... Uzun yıllardır baskı altında tutulmuş bir çocuk ve çocukluğun vermiş olduğu bir sabırsızlık, dış dünyaya açılma isteği en önemlisi de babasının ölümünden sonra açılmış bir boşluk, bu boşluğu dolduracağı sanılan mutlak bir aşk. Stefan Zweig’in “Korku” kitabında da kadın kahramanların ortak özelliklerinin bu olduğunu fark ettim. Irene’de de sabırsız ve dış dünyaya sabırsız bir şekilde açılma isteği vardı, bilinmeyen bir kadında da. Zweig’in bu iki kitabının sonunda tüm okurların hissettiği duyguyu ben de hissettim. Hem kitabın sonu gelsin istemiyordum hem de ne olacağını deli gibi merak edip, heyecanlanıyordum. Bilinmeyen bir kadının mektubunda beni en etkileyen şey, bu kadının aşkının bildiğimiz, alıştığımız, olağan bir aşk olmamasıydı. Bence Zweig, kitabın sonunda bıraktığı ikilemlerle okurunu silkelemeyi, düşündürmeyi oldukça iyi başarıyor. Gerçek aşk bilinmeyen bu kadının aşkı mı? Yoksa aşk sandığı şey bir saplantı mı? Tek taraflı bir aşk olsa bile bu aşkı iki kişilik yaşayıp, fedakarlıklar yapması beni gerçek aşkı sorgulamaya itti. Acıyı, üzüntüyü, heyecanı sonuna kadar hissettiğim bir diğer kitap oldu. Diğer kitaplarını okumak için sabırsızlanıyorum.