Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

256 syf.
10/10 puan verdi
"Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.”
Alim Yavuz. Şairliğiyle zihnimde yer etmiş. Demek birkaç yerde şiirini görmüşüm. Bu yakınlarda yeni kitaplar arasında ne var ne yok diye merakla dolaşırken, yazarın Sakın Acında Kaybolma kitabına rastladım. İsim güzeldi. Resmi az yakınlaştırıp “Yetiştirme Yurdu Günlükleri” alt başlığını da okudum. Tereddütsüz sipariş ettim. Konuyla ilgili daha Önce Demirhan Kadıoğlu’nun Yetiştirilmiş Hayatları ve Sevda Akyüz’ün Devletin Kızı Lülü’sünü de okumuştum. İki kitap da beni derinden etkilemişti. İkisinde de henüz bebek yaşta yetiştirme yurtlarına bırakılma hikâyeleri vardı. Ufacık bir ilginin, ufacık bir sevginin, şefkatin, anne baba yerine geçtiği hikâyelerdi bunlar. Sakın Acında Kaybolma’da da benzer bir öykü var. Yazarımız her ne kadar anne ve babadan mahrum olsa da, üzerinde tecelli edenlerin izni ilahi ile olduğunun farkında. Görünmeyen bir elin her daim kendisini koruduğunun, pek de sahipsiz olmadığının farkında. Bu farkındalık kitabı benim için daha bir değerli hâle getiriyor. Yazarımız iki yaşlarındadır. Dört yaşında bir abisi ve on üç yaşlarında yeni evlendirilmiş bir ablası vardır. Babası Gambur Dursun köy köy dolaşarak çerçilik yapmaktadır. Anne bu çocuklardan önce de çocuklar doğurmuş; ama kaderin cilvesi pek yaşamamışlar. Bir tanesinin ölümü içler acısı. Çünkü evde yalnız bırakılmış, evde yangın çıkmış, çocuk da bu yangında kaybedilmiş. Anne bu sebeple çocuklarını artık evde yalnız bırakamıyor, nereye gitse yanında götürüyor. Bir gün baba yine bir köye gitmiştir. Koyunlar sağılacaktır. En küçük oğul anne sırtına bağlanmıştır. Ağıla gidilir. Ağıl denilen de aslında bir toprak damdır. Damın ortalarında ağılın havalanması için bir pencere vardır. Anne sırtında bağlı çocuğuyla koyunları sağarken sırt üstü o pencereden aşağı düşmüştür. Normal şartlarda çocuk altta, anne üste kalması gerekirken öyle olmamış, her nasılsa belki annenin çocuğu koruma refleksiyle çocuk bir yana anne bir yana düşmüştür. Ama anne bu refleks anında boynunun kırılmasına sebep olmuş. Birkaç gün sonra da vefat etmiş. Yazarımız bu durum için yıllar sonra berdel diyor. Allah annemi aldı ama beni verdi. Öykü burada başlıyor. Kız evli. O kurtarıyor. (kitapta pek de üzerinde durulmuyor) Küçüğü iki, büyüğü dört yaşında iki erkek çocuğa halalar arasında münavebeli bakılıyor. Yoksulluk ve yoksunluk… Derken büyük sekiz yaşına gelince yetiştirme yurduna bırakılıyor. Ondan iki yıl sonra da küçük çocuk yurda veriliyor. Öykünün kalan kısmını kitaba bırakacağım. Okumanızı tavsiye ederim. Yazarımızın kitabında anlatamadığı biri var: Annesi. Çünkü yüzünü görmemiş. Bir kez olsun kokusunu duymamış. Doya doya sarılamamış. Hasretini her daim ruhunda hissetmiş. “Bir büyük boşluk ki diyor. Ne koysan yeri dolmuyor. Bir sinsi hasret ki, zaman zaman gündelik avuntuların arkasına saklansa bile, en olmadık yerde düşüverip aklıma, kıvrım kıvrım kıvrandırıyor beni diyor. Yıllar yıllar sonra yazara “Ne versek karşılığında şu an sahip olduklarını verirsin?” dediklerinde, “Harman yerinde, ağustos sıcağının ter olarak damladığı, çekirgelerin patoz tozları arasında şarkılar söylediği, o yaz akşamlarında, annemin o kokusunu hiç bilmediğim sinesine yaslanabilmek için her şeyi verebilirdim.” Yazarımızın hayatına etki eden insanlar var. Bunlardan belki de en önemlisi henüz daha yurda verilmeden önce köydeyken gittiği okulun öğretmenidir. Onun bir nasihatini hayatı boyunca unutmuyor: “Okuyun çocuklar. Ne bulursanız okuyun. Yerde bir kâğıt çöpü dahi, görseniz, onu alıp çöpe atmadan önce okuyun. Okuyun.” Yazarımız bu öğüdü tutup okuyor. Hem de karşısına çıkan bütün zorluklara rağmen, yılmıyor. Ve Hacettepe Sosyal Hizmetler’den mezun oluyor. Sonrasında da çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği kurum ve kuruluşlarda hizmet veriyor. Şu şiir onun: “Yoksulun çilesi, yüzünün çizgisinde/ Mazlumun derdi, duasının içerisinde/ Bilmek istersen ne var aşkın ötesinde/ Mevlana’nın, Yunus’un divanını oku.” Yazar ağırlıklı olarak kitapta yetiştirme yurtlarının hallerini anlatıyor. Zaman zaman kaba saba, iş bilmez; kendi çocuklarına şefkatli, ama yurt çocuğunu sırf koridorda yürüdü diye amansız döven vicdansızları, zaman zaman üzerindeki tüm olumsuzluklara rağmen onları bağrına basıp öpen iyilik meleklerini anlatıyor. Yazar çok yerde insaflı davranıyor. Yaşadığı her şeyi anlatmıyor. Yazar hayata küskün değil. Her şeyin kader ile takdir edildiğinin bilincinde. İsyan etmiyor. Kadere itiraz edip kafasını örse vurup kırmıyor. Yargıları insaflı. Eleştirileri ölçülü. Devletine küskün değil. Hatta ona teşekkürü bir borç biliyor. Biliyor ki, devlet şefkatli olmak istiyor, kanunları kuralları ona göre yapıyor; ama gel gör ki bunları uygulayacak olan insan. O eğitilmeden hiçbir şey olmuyor. Olan da yarım yamalak oluyor. O da kendi hisleri ölçüsünde. Vicdanı ne kadarına elveriyorsa artık. Sevindirici bir yön var kitapta. Yazar sonlara doğur yaşadıklarından da hareketle yetkililere öneriler getiriyor. Dileğimiz yaşanmış tecrübelerden devletmizin isitfade etmesi. İşler masabaşı akıllarla yönetmemesi. En sonunda da hayat tecrübesinden süzdüklerini kendisi gibi olumsuz şartlarda yetişenlere başarının yolları olarak gösteriyor. Yazımızı kitapta yer verilen Mevlana’nın bir şiiri ile bitirelim. “Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek./ Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak./ Sakın acında kaybolma/ Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.”
Sakın Acında Kaybolma
Sakın Acında KaybolmaAlim Yavuz · Timaş Yayınları · 201867 okunma
·
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.