Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

303 syf.
8/10 puan verdi
·
12 günde okudu
Romanın girişinde ’..194x ’lı yıllar….. ‘ vurgusuyla; Cezayir’in Oran şehrinde farelerin getirdiği salgın hastalık ‘Veba’yı özel bir olay olmaktan çıkararak Evrenselliğe taşır Albert Camus. Tarih ve yer fark etmez. Nazizmin yayılması, Almanya’nın Fransa işgali, Fransızların Setif ve Guelma katliamında 45 bin Cezayirlinin öldürülmesi gibi.. Olmuş ya da olabilecek savaşlar ve katliamlara veba salgını ile sembolik olarak gönderme yapar. Türkiye’nin ve Dünya’nın bugünkü vebası Corona virüsü, İdlib ve mülteci sorunu ; Camus’nun tarih tekerrürden ibarettir sözü ile teyid eder adeta. 2020 yılının vebası ile romandaki Veba’nın ortaklığı vardır ; Hazırlıksız gelen felaket, ölüm, acı, çaresizlik, savaş, yetersizlik, mücadele, acizlik, sefalet, sıkışmışlık, duvarın öte yanı, çocuklar, olmayan direniş, kabul görme, yazgı , devletin yüzü, durumdan rant sağlama, din tüccarları, acıyı ölümü yaşayan içerdekiler, flu bir film seyreder gibi beş dakika sonra gülüp bambaşka bir sohbette kendini bulan dışarıdakiler, farkındalık , kanıksama, duygusuzluk, umursamazlık, tutsaklık, karantina … Veba; 194x yıllarında Oran şehrinde farelerin getirdiği bir salgın hastalığa karşı mücadelenin romanıdır. Hızlıca yayılan ve gittikçe çok sayıda kurban alan veba salgını ; Oran şehrini hazırlıksız yakalamış, ölüm acı, çaresizlik tutsaklık, acizlik yaşanırken, Camus veba ile insanların maskelerini düşürüp gerçek yüzlerini açığa vurur. Dolayısıyla Oran halkını, insanını , devleti , kurumlarını da tanımış oluruz. Roman kahramanı Oran şehrinin insanlarıdır. Oran halkı tüm insanlığı temsil ederken; veba ‘da insanın içindeki kötülüktür. Romanın geçtiği yer Oran şehri; Fransız ilinden başka bir şey olmadığı güvercini, ağacı bahçesi olmayan tam anlamıyla yansız bir kent olarak tariflenir. Oran’da İlkbahar sokak satıcılarının getirdikleri çiçek sepetleriyle anlaşılır. Ruhsuz renksiz yansız flu gri bir şehirdir adeta diyen Camus için; Oran şehrindekiler; Almanya’nın Fransayı işgal ederken sessiz kalan Fransız halkı yada Cezayir Katliamından sonra kalan Cezayir halkıdır. Savaş ve katliam her zaman direneni , rengini, ruhunu, mücadelesini yok eder. Geriye kalan artık direnmeyen kabul eden biat edenler, geçmişinden elinde bir şey kalmayanlar uyum içinde olanlar kalır. O nedenle ruhsuz renksiz yansız flu ve gridir. Bir savaştan bir katliamdan ayakta kalanlar genelde pragmatistlerdir. Dolayısıyla vebası ile yaşamayı öğrenen rahatsız olmayan hapis kalsalar dahi şikayeti olmayan Oran için; hayatta kalmak önemlidir. Hayatta kalmalarının tek anlamı pragmatistlerin para ve ticarettir tıpkı Oran şehrindeki gibi. Oran şehrinin nüfusu için telefonda ya da kafelerde poliçelerden, konşimentolardan ve indirimlerden söz ederler diye bahseder. Oran şehri sahil kasabası olmasına rağmen denize sırtını çevirmiş, ışıklı tepelerle çevrili, çıplak yaylanın ortasında, her şey uzağında.. içinde değildir. Oran halkı devletçidir. Oran’ın yaşadığı felakette doktorlar odası başkanı bile gereken önlemi devlete bırakır. Rahatlarının bozulmasını istemezler. Devlete karşı gelmekten korkarlar. Mesleğinin gereğini bile yapamayan oda başkanı gibi devletçilik herkesin üzerine sinmiştir. Oran halkı felaketi yok sayarak kendilerini özgür sayar. Veba veya sömürge kaldıkça aslında asla özgür değildir. Hani çocuğu döversin çocukta acımadı ki acımadı ki diyerek acıyı yok sayar. Onun gibidir. Toplumlar kitlesel olaylar karşısında acıya ve korkuya karşı çaresizlik duyar. Geride kalanlar hayatın akışını devam ettirebilmek için felaketin gideceğine kendini inandırırlar. İnsanların yaşamsal gücünün en önemli reflekslerinden biridir. Felaket gerçek dışıdır geçip gider denir rüyadır denir. Hani İklim savunucuları tehlike yaklaşıyor. Susuz kalacağız elektriksiz kalacağız barajlar bile dolmadı derken halkın bu tehlikeye karşı kayıtsızlığı devam eder . taa ki elektrik su kesilince tepkisini koyar. Ateş eline dokunmayıncaya kadar şömine ateşi gibidir hümanisttir. Oran halkı karantinaya alınınca elektrik suyun kesildiğini anlar. Toplumsal yıkım ve felaketlerin rant sağlayanı da vardır elbet. Din adamı Paneloux inancı yeşertmek için vebadan medet umar. İnsanları sakinleştirmek yazgı olarak göstermek; Din adamı için buradan nemalanan diğer fırsatçılardan farkı yoktur.. Vebayı Allahın gazabı diyerek ticarete dökmüş inancı yeşertmek için yalan yanlış her bilgiyi kullanır . Paneloux veba için diz çöktürür bu nedenle kısaca dua edin başka bir şey yapmayın der . (Bir şeyin gerçek ile pazarlanmasını ayırırsak. Doğruyu buluruz) Başka bir rant sağlayanı da; intihar girişiminde bulunmaya çalışan Cottard hastalığın ortaya çıkmasıyla fırsattan istifade karaborsacılık yapar. veba ile kendimi daha iyi hissediyorum." der.. Veba belası ile işbirliği yaparak zenginleşendir. Veba salgının ortaya çıkmasıyla doğal olarak kıtlık ve karaborsa; insanı kontrol altına almak için devletin uyguladığı sansür ve karantinaya alınıp polis kolluğunun artırılması, karaborsa ve insan kaçakçılığın yaşanması, ölülerin açık mezarlara toplu gömülmeleri ; Salgının insanlar üzerindeki etkileri ; bireyin korku, kaygı, kuşku konuları, yalnızlığı,pragmatizmi, acizliği yazgıya bağlaması, kanıksaması Bütün bunlar savaşlarda ve işgallerde her zaman yaşananlar değil midir. Romanın sonunda ;Doktor Rieux yani Camus ;’… vebalılardan yana tanıklık etmek, onlara yönelik adaletsizliğe ve şiddete ilişkin en azından bir anı bırakmak ve felaketlerin ortasında neler öğrenildiğini, insanların içinde hor görülecek şeylerden çok, hayranlık duyulacak şeylerin bulunduğunu söylemek için burada son bulan anlatıyı kaleme almaya karar verdiğini…’ ‘…romanın kesin bir zafer güncesi olmadığını yalnızca korkuya ve onun tükenmez silahına karşı yapılması gerekenlerin bir tanıklığını dile getirdiğini…’ söyleyerek romanı bitirir. Romanı daha iyi anlayabilmek için Albert Camus’nun hayatını inceleyelim. Hayatını araştırdıkça beslendiği yerlerin romana sindiğini görebiliyoruz. Kara ölüm vebaya karşı anarşist bir yapının neden olmadığını karantinaya alınan şehrin içindeki insanları ruhunu hatta böyle bir durumda duvarları delip başkaldırının neden yaşanmadığını anlayabiliyoruz.. Bildiğimiz gibi; Fransız yazınını kişilikleri ve yapıtları ile derinden etkileyen Albert Camus ve Jean-Paul Sartre Varoluşçuluğun en büyük temsilcilerinden biridir. Sartre bu konuda : ‘Varoluş özden önce gelir. İyi ama, bu ne demektir. Şu demektir: ilkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır. Varoluşçuya göre insan daha önceden tanımlanamaz, belirlenemez; hiçbir şey değildir o zaman. Ancak sonradan bir şey olacaktır. Ve kendini nasıl yaparsa öyle olacaktır’. Söyler. Yani kısaca “Öz, varoluştan önce gelir.” cümlesiyle özetlenebilir Varoluşçu felsefe kendini; modern toplumdaki insanın yalnızlığı, saçma, umutsuzluk, bunaltı, başkaldırma, sorumluluk, dayanışma, seçme, özgürlük gibi kavramlarla ifade ederken, 1940’larda birdenbire olaylarla, savaşla, “tarih”le yüz yüze gelip, artık bu anlamsız dünyaya daha başka bir gözle bakmaya başlar. Nazizmin, faşizmin güçlenip yayılması, İkinci Dünya Savaşının getirdiği çöküntü geleneksel değerleri sarsmış, yıkmıştır. Direniş’e katılmış olan varoluşçular, Nazi zihniyetine karşı koyamamış ve “saçma” üzerine kurulu felsefelerini o yılların umutsuzluk ortamında bir umut ışığı yakma, yeni bir hümanizma oluşturma çabasına girişirler. Metni sonradan kitap haline getirilen konferansında Jean-Paul Sartre, varoluşçuluğun bir hümanizma olduğunu haykırır. Varoluşçuluk 1945’lerdeki gibi etkileyici ve sürükleyici değildir artık. Olaylara katılmak, tarihe yön vermek, çağı kucaklamak için aşağı yukarı on, on beş yıl önce kolları sıvayan bu varoluşçu düşünürlerin hayal kırıklıklarını, başarısızlıklarını Simone de Beauvoir Les Mandarins adlı yapıtında sergiler. 1955’lerden sonra, yine büyük gürültülerle gelen yeni akımlar karşısında dayanamayıp etkinliğini yitirir ve yavaş yavaş sahneden çekilir. Jean-Paul Sartre İse, 1958’de, çağımızın aşılmamış gerçek felsefesi diye nitelediği marksizmin bir yana bıraktığı bireyin sorunlarını ele alıp çözümlemeye başlayınca, artık sade bir “ideoloji” olarak gördüğü varoluşçuluğun kendiliğinden ortadan kalkacağını açıklar. Sartre de varoluşculuğun hümanizma ya evrilmesi ve marksizimden hatta Stalinizmden ayrılması noktasında Sartre de yolunu Marksist ideolojiye doğru evrilir. Varoluş felsefesi de etkisini yitirir. Albert Camus siyaseti******* İspanya’nın politik durumuna duyduğu kaygı nedeniyle 1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katılır. Bazı kaynaklarda Üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldığını bazı kaynaklara göre de komünist hareketin Müslüman Cezayir’lileri ötekileştirmesi nedeniyle kendisinin partiden ayrıldığı yazılıyor. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, Sartre'dan uzaklaştırır. Camus, 1950 ler'de kendini insan haklarına adar. 1951 ekimde Başkaldıran insan’ın yayınlanmasıyla Camus devrimci şiddete başvurulmayan barışcıl bir sosyalizm savunuculuğunu yapar. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurup ve kurumdan ayrılır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlaki bir ikilem içinde bulur. Cezayir doğumlu Fransızlar'ı betimlemek için kullanılan bir sıfat olan "siyah ayak" dır Camus. Savaş döneminde Fransa hükümetini savunan Camus; Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunur; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemez. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki pasifliğini savunmuştur. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri ve Sartre tarafından tepkiyle karşılanır. Albert Camus’a nerelisin diye sorsak? ******** Cezayir'li bir Fransız olan Camus Yabancı ‘da; öldürülen Cezayirli Arap'ın hayatı üzerine değil de öldüren Cezayir’li bir Fransız'ın üstüne kurarak; Veba Romanın da ise Cezayir’deki Oran şehri için; …Oran gerçekten de sıradan bir kent, Cezayir 'in Fransız ilinden başka bir şey değildir… diyerek. İki romanın da cevabını vermiştir. İspanya'nın Faşist yönetimden kurtulması için uğraşan Camus'nün Cezayir'in bağımsızlığı söz konusu olduğunda doğup büyüdüğü toprakların insanlarının yanında değil, Fransız devletinin yanında yer alır. Ayrıca, Albert Camus’nun Cezayir Savaşı sırasında oradaki Fransızlardan vazgeçemediği gibi, sömürgeciliği de onaylayamadığından, bu savaş karşısında kendisinden beklenen tavrı alamayıp susması onu yalnızlığa itmiştir. Nobel ödülünü Camus kabul etti. Sartre reddetti******* Yazar olmak önemli değil.. insanına halkına ihanet etmeyen onurlu yazar olmak önemli.. Ödül deyince ödüllerin en büyüğü en siyasalı Nobel ödülü aklımıza gelir. Kuyruklu yıldız gibi değerlendirilen Nobel ödülü gerçeğini Azerbaycan Bakü neft milyonerlerinden nitrogliserin patlayıcı ve savaş rantına giden yolun hikayesini yani gerçeği öğrenmek ister misiniz? halksahnesi.org/2000/06/01/nobe... ‘Özgür akademinizin, bu cömert ve onur verici ilgisi karşısında, özellikle de bu ödülün kişisel liyakatlarıma baskın çıktığını dikkate alınca, yoğun bir şükran duygusu hissediyorum...’ 1957 Nobel Edebiyat ödülü Albert Camus’a verilirken konuşmaya bu cümleler ile başlar. Jean Paul Sartre ise; 1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülünü, kapitalist sistemin verdiği ödülü almayacağını söyleyerek, reddeder. m.nabizhaber.com/ingiliz-kraliye... Diğer bir Afrikalı (Senegalli) yazar ve yönetmen Ousmane Sembène Nobel ve benzeri ödül peşinde sürüklenenler kendi halklarına karşı bağışlanmayacaklardır. Diyor kısaca. Bende ‘En büyük mafya edebiyat mafyasıdır’ diyorum. ***** Bu Romanı J.Paul Sartre yazsaydı nasıl yazardı? Yolları ayrılan Sartre’den nasıl bir roman çıkardı sadece merak ettim. Bu soru ile Camus Sartre kıyası asla yapmıyorum. Camus’ya ciddi haksızlık olur. Vebayı ; Camus’un gerçekten çok katmanlı bir yazar olmasının keyfiyle okudum. ***** Türkiye ve dünyanın vebası corona virüsü idlib ve mülteci sorununa denk düşmesi ve ayrıca 57 yıl önce 19 mart 1962 tarihinde Cezayir Fransa’nın sömürgeliğine karşı mücadeleyi kazanarak Bağımsızlığını ilan etmesi açısından Mart ayı kitabının seçimi büyük anlam kazanıyor. Roman seçimi konusunda 1000kitap/İzmir grubunu kutluyorum. **** Beğendiğim yerlerden alıntı ve yorumum *** Smokin vebayı kovuyordu Sadece bu cümle için roman yazılır. Kısa ve tek cümle ile bu kadar iyi anlatılır. Müthiş… Büyük bir otelde fare çıkınca İşte biz de şimdi herkes gibi olduk, diye yazarken de Smokinin vebayı koruduğunu bir kez daha vurgulamıştır romanda... Zengin mekanlar korunaklı güvenliklidir. Tehlikeden fareden halktan ayırır .. o nedenle bu mekanların bedeli yüksekdir. Güvenli saha oluşturmasından dolayı pahallıdır. *** — Tanrıya inanmıyor musunuz? diyordu her sabah ayine giden yaşlı kadın. Rambert inanmadığını söyledi ve yaşlı kadın yine, bu nedenle, dedi, — Haklısınız, ona kavuşmanız gerek. Yoksa elinizde ne kalır (yorum yok) ***İnsanların uykusu vebalıların yaşamından daha kutsaldır. ( yorum yok :))
Veba
VebaAlbert Camus · Can Yayınları · 202020bin okunma
·
96 görüntüleme
Melek okurunun profil resmi
Bugünlerde bu romanı okusaydim; tarih tekerrurden ibaretir deyip, tıpkı corona, idlib, multeci sorunu ile paralellikler kurdugum gibi bugunku ukrayna rusya nin durumunu da mutlaka eşleştirirdim.😊
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.