Yüzyılın başını ve sonunu şiirde iki dev tutar: Nedim ve Şeyh Galip.
Nedim (1681-1730), Lâle devrinin ünlü simasıdır; onunla klâsik Osmanlı şiiri doruğuna çıkar. Artık Nabi’nin, bir yüzyıl önce hikmetli söz vadisinde açtığı çığırın yanı başında, maddî hazları ve günlük olayları büyük bir incelikle dile getiren bir de Nedim vadisinin açılmış olduğunu görüyoruz. Nitekim, o tarihten sonra gelen şairler, yaradılışlarının özelliklerine göre bu iki çizgiden birinin etkisi altında kalmışlardır. Gerçi, bu etkilerin her ikisini de eserlerinde bir araya getiren şairler yok değildir; ancak, kişilikleri ya Nabi, ya da Nedim’in etkisi altında oluşacaktır. Ancak Nedim, devrin sevinç ve canlılığını taşırken, maddî ve şehvanî duyguları dile getirmiştir. Onu bütün hüviyetiyle anlamayarak izleyenler ise, salt maddî ve şehvanî yanını almışlar, ancak ondaki inceliği görememişlerdir. O yüzden de, Nabi’ye öykünenler bunu bir ölçüde başarmışlarsa da, Nedim’e öykünenler onun hep dışında kalmışlardır. Yüzyılın ikinci yarısında Koca Ragıp Paşa ile Nabî çizgisi sürer; Nedim’e ise, yüzyılın sonlarında Fazıl ve XIX. yüzyılın başlarında Vasıf -pek amiyane olarak- öyküneceklerdir. Şunu da ekleyelim: XVI. yüzyıldan beri edebiyatımızda gördüğümüz «yerelleşme» eğilimi, bu yüzyılda da sürdüğü gibi, yalınlığa yandaş olanlardan biri de Nedim’dir. Özellikle şarkılarıyla, bu akımın gelişmesine yardımcı olmuştur.
Nedim’den sonra, aynı yüzyılda onunla boy ölçüşebilecek tek şair Şeyh Galip (1757-1799)’dir.
Divan şiirinin en geniş ve zengin imgelemi onundur.