bozkurtlar diriliyor
Nasıl vuruştuğunu gördüm. kılıç oynamak büyük iştir. Atıcılığının izlerini de görüyorum. Sen Gök Türkler’in yüce beğlerinden olsan gerek Yiğit!
Okçuluktaki ünü acunu tutan Kür Şad öleli kırk yıl olmasydı, bu keskin nişancılığına bakarak sana Kür Şad’sın derdim.
Bir kağan kızının gözlerine bu kadar ısrarla bakmak aklın alacağı bir iş değildi. Bu Gök Türk, bir beğ bile olsa kağan kızına böyle nasıl bakabilirdi?
ölen karısını o kadar severdi ki o öldükten sonra hiçbir kadını kendine eş etmemişti.
Gök Türkler arasında karısı ölüp de bir daha evlenmiyen kimse bulunmadığı için arkadaşları Urungu’ya şaşarlardı.
yirmi yıl kadınsız yaşamış, gönlünde ölen karısının hayali silindiği, ateşi küllendiği halde hatırasına saygı göstermekte devam etmişti.
Kırk beş yaşındaydı. dünyanın acı, tatlı her şeyini görmüş; içinin büyük acıyla dolduğunu anlıyarak talihine küsmüştü.
Birinci acısı Ötüken’de Türk kağanını, kurt başlı sancağı görememekti İkinci acısı Kür Şad’ın oğlu olduğunu söyliyememek, üçüncü acısı da sevgili karısını
özlemekti.
Niçin bahtiyar olmıyacaktı? Ötüken’de Türk kağanlığı kurulamaz mıydı
söz verip and içmişti. Kala kala bir tek umut kalıyordu: Ötüken’de Gök Türk kağanlığını kurmak.
Elbet günün birinde bir tegin sancak kaldıracak, kendisi de o sancağın gölgesinde koşacaktı
Acıya alışmış, acı ile yuğurulmuş kişiye bahtıyarlık güneşinin, ışıklarını kısa bir an göstererek sonra yine onu karanlığa boğmasında sanki ne mânâ vardı?
Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur. Bir gün yine buluşuruz.
Hoşça kal! Bahtın açık olsun
Kurt başlı sancağı artık kaldırıyoruz. Kurt başlı sancağı kaldırmak için en elverişli çağ
Yıllarca bugünü bekledik.
Kurt başlı sancağı kaldırmak için Tanrı yardım ederse çerimiz kurt gibi, yağı çerisi koyun gibi olur.
Tanrı dilerse Ötüken’de Türk türesi yürür türk budunu birleşir.
Atalarımın yurdunda, atalarımın devletini diriltmek için sancağı kaldırıyorum.
Küçük çocukları öldürürken çok iyi kılıç kullanıyordun. Çin kahramanı’ haydi bakalım, kendini göster
hakkı tam Türk usulü olmuş, Çinlinin başı gövdesinden ayrılarak Börü’nün önüne kadar yuvarlanmıştı
Sana düğün var demedim miydi? İşte düğün başladı. bütün Çinliler davetlisiniz. Bu düğün biraz kanlı olacak ama bu Türk düğünü
Kurt başlı sancağın Ötüken’e dikileceği günü düşünüyorlardı İçlerindeki inanç bunu müjdeliyor, yürekler sevinçle çarpıyordu
Türk hükümdarları tahta çıkarken eski adlarını bırakır, yeni bir ad alırlardı. Rütbesi büyüyen bir Türk'ün, unvanı değişebilirdi
Şu kocamış dede, savaş lâfı olunca sabaha kadar uyumadan nasıl çalışıyor ve ne güzel bir eser meydana getiriyordu!
Güneş şimdiye kadar görülmemiş bir güzellikle doğuyordu. Tatlı rüzgâr ufuklara ve göklerin canına can katıyordu
Yüz yılın yükünü taşıdıktan bir torunun oğlundan başka herkesi, her şeyi kaybettikten sonra tam Bozkurt sancağı yükselirken ihtiyar demirci ölmüştü.
hayattan ayrılmanın hiçbir kederi yoktu o kadar bahtıyar bir yüzdü ki, ömrün en sevinçli anında rüya gören bahtıyarlığı damarlarının içinde duyan bir kimse ancak bunun gibi gülümsiyebilirdi
büyük bir bahtıyarlık içinde, topraktan yatağına uzanarak bu dünyadan göçüp gitmişti.
O şimdi uyanmamak üzere bahtıyar bir uyku uyuyordu. Doğrusu, böyle bir emekle bu bahtıyar uykuyu uyuyabilmek, yüz yıl çile çekmeğe değerdi.
yetmiş atla doludizgin yıldırım hızıyla ileriye atılmışlardı. En önde kurt başlı al sancak dalgalanıyor
Bozkıra yeni bir bahar gelmişti. Karlar erimiş, aç toprak suları içmiş, her yer yeşile bürünmüştü.
Tepeleri karla örtülü dağlar, bozkırın binlerce yıllık masalını dinliyordu
Ağaçlı bir düzlükte tören vardı. yaptıkları akınlarla çoğalan, yoksulluktan kurtulan, zaferle heyecanlanan Şad ordusu devlet kuruyordu.
Yedi yüz kişi olmuşlardı. İki bölüğü atlı, bir bölüğü yaya idi. Tonyukuk yedi yüz kişiyi düzene sokmuş, Türk türesini yaymıştı
Türk çerisi! Bugün Gök Türk devletini yeniden kuruyoruz. Kutluk Şad kağanımız olup İlteriş
Kağan adını almıştır.
Eskiden olduğu gibi yine Ötüken’e varacak, atalarımızın buyruğunda olan bütün boylara baş eğdirecek, Çin’den haraç alacağız.
Biz İlteriş Kağan’ın buyruğunda savaştıkça azlık budun çoğalacak, yoksul budun Gök Türkler’in adı sanı yeryüzünü kaplıyacaktır.
Kılıçlar havaya kalkmıştı. Yedi yüz kişi, devletin kuruluşu şerefine gürlüyorlardı. Davullar çalınıyor, kımızlar içiliyor, bir ozan deyiş söylüyordu:
Çekildi mi kılıçlar
Türk’ün gönlü hoşlanır
Şu savaş ne kutlu şeydi!
Savaş sayesinde avunuyor, dertlerini unutuyor,
kederlerden sıyrılıyordu.
Savaş olmasa dünyanın en dertli adamı olacağını düşünüyor, kendisini Çinli olarak değil de Türk olarak yaratan Tanrı’ya içinden minnetlerini gönderiyordu
Beğler Gök Türkler harekete geçtiler kağan yiğit, veziri akıllıdır. Bu ikisi var oldukça bizi de, Çin’i de, Kıtayları’ı da yokedeceklerdir.
Kıtaylar ve Çinlilerle birleşerek
Çinliler güneyden Kıtaylar doğudan yürüsün. kuzeyden saldıralım. Kabilse bu Gök Türk kağanını ortadan kaldıralım. Ne dersiniz?
Bir şey yufka iken dermek,
ince iken kırmak kolaydır.
Yufka kalın olursa dermek güç olur. İnce yoğun olursa kırmak güç olur
on bir yaşından beri ölümü karşılamağa başlamıştı. Otuz yedi yıldan beri dövüşüyordu. Acı göre göre yüreği katılaşmış, fakat savaşa kanmamıştı.
Bozkurtlar dirilmiş, kurt başlı sancak şerefle dalgalanmağa başlamıştı.
Çinliler’in erkekleri kadına benziyor, belki kadınları da erkek gibidir
Nice Çinli yakaladıksa
boynunu vurdurdum.
Oğul atayı geçmezse işler yürümez
Gök Türkler Deli diye anılmaya başlamıştı. Dağlarda kurtlar ve ayılarla boğuşur, atını uçurumlara sürüp tek başına Çin’e, Kıtay’a gidip önüne gelenle güreş tutar yenilmekten yılmaz kabul etmezdi
ayağa kalkıp kağan kızının yüzüne bakınca şaşaladı. Bu şaşkınlık onun eşsiz güzelliğinden ve yüzünün taşıdığı savaşçı görünüşünden doğuyordu.
Hay od düşesi gönül!... Kağan kızı da olsa, dünya güzeli de olsa ona bağlanmasının sırası mıydı?
Ay Hanım ne kadar güzelse yüreği de o denli katıdır. Bileği güçlüdür. Uçan kuşu gözünden vurur. At yarışında onu kimse geçemez. En özlü savaşçılarla kılıç oynar
Siz Kür Şad’ı tanımazsınız. O bir ateş parçasıydı. Bozkurtlar soyunun övüncüydü onun gibi bir keskin nişancı yeryüzüne gelir mi
Doğduğum yere giderek orada ölmek istiyorum.
Siz Ötüken’i de bilmezsiniz. Oradan Çin’e ne akınlar yapmıştık!...
Ötüken’e niçin dönmek istiyorsun?”
benim için dünya kavgası bitti. Doğduğum yerleri bir daha görerek orada ölmek istiyorum
Dövüşmek için öfkelenmeği beklersem vuruşmadan ölürüm”
Çok iyi yürekli, iyi huylu bir erdi. güreş görünce dayanamazdı Güreşmezse hasta olurdu. Bu yüzden kış olunca tepelere, dağlara çıkıp ayılarla güreşirdi
Bazan güreşecek ayı bulamaz, o zaman atıyla güreş tutardı.at güreşi beceremediği için bir defa şaha kalkarak ağzına ön ayağıyla vurarak üç dişini ağzına dökmüştü
Vaktiyle Kür Şad’la Işbara Alp burada ok atmışlardı Aynı büyüklükte ki üç tahtaya üç nişancı ellişer okla Türk kelimesini yazacaklardı
Çok yaşamış, çok görmüş insan muhakkak ki, hâdiselerin içine girebiliyor, başkalarının bilmediği şeyleri biliyordu
Ne akıllı, bilgili, becerikli kadındı!... Bir er gibi yılmaz,
bir kağan gibi düşünceli,
velhasıl eşi bulunmaz bir kadındı
sıkıntılar içinde o büyüttü. Bana her şeyi o öğretti. Benim için o ancak anaydı. Ana olduktan sonra da adının değeri yoktu.
Savaşta yağı olanlar barışta arkadaşlık edebilir.
İlteriş Kağan, baş eğdirdiği boyların çerileri de dahil 20.000 kişi idi Vu Katun memnundu. Çünkü kendisi 200.000 kişilik bir ordu ve on kat üstün çeriyle Gök Türkler’i ortadan kaldıracaktı
Şimdi ihtiyar bir kadın olan imparatoriçe, gençliğinde dillere destan olan bir güzeldi.
Gök Türk ordusu korkunç savaş haykırışlarıyla Çin duvarından içeri girip duvara merdivenler dayarken önlerindeki bir tek kişi onları durduramazdı.
Yaram gözükmez, gönül yarası
Sevgi mi üstündür, öç mü
Nice ölümler görmüş, nice acıları içine sindirmiş olan Urungu için bir tek ölümden duyulan acı anlaşılmaz bir şeydi.
De bakalım bahadır! Sevgi mi üstündür, öç mü?
Sevgi ile öcü niçin ölçüştürüyorsun bunlar kılıçla ok gibi ayrı şeylerdir. İkisinin de üstün olduğu zaman vardır.
Ne sandın ya onbaşı? Kağan kızının karşısında beğlik söker mi? Hem de kılıç kullanan, erleri yenen, öldüren, yaralıyan kağan kızı
Kişi çadırda doğar çayırda ölür. Tanrı’nın koyduğu yasaya karşı gelinmez.
Gök girsin, kızıl çıksın!.
Kür Şad’ın torunu olmak!... Bu ne büyük bahtıyarlık, ne kutlu bir gerçekti
Taçam, Bozkurt ocağının bir tegini olduğu için değil, Kür Şad’ın torunu olduğu için seviniyor, övünüyordu
mavi gökle yağız yer yaratılalı nice kahramanlar gelip geçmişti ama Kür Şad gibisini, zamanlardan hiçbir zaman ve kişioğullarından tek bir kişi görmemiş, bilmemişti.
Kağanlıklar bir güzel kızla yıkılmaz
ne korkunç bir yarıştı
Yarışanların beyinlerinden ve gönüllerinden geçenlerle yarışmanın yırtıcılığı onu böyle korkunç yapıyordu
Bozkurtlar dirilirken Ay Hanım da yaşasaydı ne olurdu”
Urungu, bağrında sevgilisi olduğu halde kendisini Ölüm Uçurumu’na fırlatmış, hayatta kavuşamadığı Ay Hanım’a, zamanı ve mesafeleri aşarak ölümde ayrılmamak üzere, kavuşmuştu.
Ölüm Uçurumu her yıl bir erkekle bir kadını alır. Bu onun değişmez yasasıdır
Bazan yanlış bir hareket büyük sonuçlar doğurabilir ve hayatın akışını tatamiyle tersine çevirir.
nal sesleriyle çınlıyan sonsuz bozkırda şimdi ölüm sessizliği vardı
gökte ayın ilâhî ışıkları Tanrı’nın rahmeti gibi serpiliyor, toprağı ve gönülleri nura boğuyordu.