Biraz evvel kapağını kapattığım kitabın ürpertisini hâlâ daha taşıyorum ruhumda. Binlerce yıl geriden en zıtların en çok benzeştiği yerden eteğine topladıklarını sarıp sarmalamış Pamuk. Efsaneleri kaderleşmesi ile, kaderlerin efsaneleşmesi arasındaki o ince arafa tutup ellerinden okuyucuyu taşımayı planlamış, ve bunu da başarmış.
Bir omzu çıkık usta, bir gözü kör baba ve halk dilinde dolap duran hikayeler de o tarihe tanıklık etmişler de ederken bedel ödemişler gibi. Bir kaplumbağa gelip oturuyor cümlelerin ortasına. Ucuz sabun ve bisküvi karışımı bir koku sarıyor bir de her yeri. Hep yaptığı gibi usta, konuşturtmuyor fazla, cehennem vadilerine davranıyor atlarını.
Yalnız belirtmeden geçemeyeceğim, kitap boyunca beni rahatsız eden bir şey var ki, Sührab. Farsça aslını görenler bilir ki o telaffuza en yakın imlâ şekli Sohrab'tır. Keşke o şekilde yazılmış olsa idi.