Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ONLAR BİR SÜRÜ SAĞIR, DİLSİZ ve KÖRDÜRLER... Asrımızın faciası, hiç şüphesiz birtakım insanlara ifratla bağlanmak, onlara tapmak, onları ilâhlaştırmaktan ileri geliyor. Yirminci asır diktatörlerinin peşinde koşan, onlara kayıtsız şartsız inanan insan sürüleri bugünün felâketini hazırladılar. Diktatör ve onların etrafında toplanan dalkavuklar güruhu, büyük, geniş evrensel fikirlerin, imanların, dinlerin insanları uyuşturduğunu, körleştirdiğini, şiddetli, ateşli nutuklarla milletine ve bütün cihana ilân ettiler. Bu cezbeli şefler ve onlara köle, kul olanlar Kur’anı Kerim’in şu hür ve asil hitabını dinleselerdi böyle olmazlardı!.. “Bütün âlemleri yaratan ezelden beri yarattıklarını rahmetiyle kucaklayan ebede kadar sevgisiyle yargılayan hesap gününün sahibi Allah’a hamdolsun! İlâhî! Biz yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz...” Fatiha Sûresi Şefler buna müsaade edemezlerdi. Çünkü, yapanlar onlardı, yaratanlar onlardı. Onlara kullar, köleler lâzımdı. Allah’a kul olmayı bir nevi zillet, meskenet sayanlar, kimlere kul, köle oldular gördük. Onlar, bu büyük kitabın hitabını dinlemediler. Kur’ânı Kerîm bu gibiler için der ki: “Onlar bir alay sağır, dilsiz ve kördürler.” Bakara Sûresi Ayet 171. “Bütün insanlar Allah nazarında eşittirler.” Bütün insanların eşit olduğunu unutanlar, ortaya üstün millet, üstün ırk iddialarıyla çıkanlar, dünyayı kan ve ateş içinde bıraktılar. "Allah, öyle kudretli bir varlıktır ki, ondan başka tapacak yoktur. Ezelî ve ebedî hayat sahibi odur. Her an, bütün hilkat üzerine hâkimdir. Göklerde ve yerlerde ne varsa onun eseridir.” Biz yaptık, biz yarattık, biz her şeye hâkimiz diyenlerin hâli bugün gözlerimizin önündedir. İşte Hitler, işte Mussolini ve işte Güneş İmparatoru, Japonlar’ın Allah’ı... Kimlerin önünde diz çöktüler!.. Gördük; daha neler göreceğiz. Çünkü dünya henüz yan ilâhlardan kurtulmamıştır. Kuranı Kerîm bütün insanlara hitap ederek diyor ki; “Geliniz, aramızda birleşeceğimiz bir kelime üzerinde toplanalım. O da Allah’tan başkasına kulluk etmemek, ona hiçbir ortak koşmamak, içimizden bazılarını tanrı edinmemektedir. ” Yirminci asır bütün iddialarına, ilimde, fende, teknikte bütün terakkilerine rağmen bir tek kelime üzerinde dahi birleşmek kabiliyetini gösteremiyor. Ne yazık!.. BİZİM MİLLİYETÇİLİĞİMİZ Biz “Tanndağı ” kadar Türk, “Hıradağı" kadar Müslümanızl.. * Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler. Milliyetçilik, bizim için bir vasıta değil, bir gayedir. Millet, vatan, mukaddesat gibi, kimsenin itiraz edemeyeceği hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp oradan şahsî menfaatlerini müdafaa edenler, bir memleket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklinde gösterip, milliyetçiliği, bu ulvî gayeyi büyük servetlere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kullananlar vardır. Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli Türk gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyoruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususî vagon, bol harcırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk’a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir. Şu üzerilerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geçmiş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendilerine değişmez düstur edinenler bizden değildirler. Millî bayram olarak kabul olunan günlerde meydanlarda sözlerine “Çünkü biz...” ile başlayıp son nefeslerini “... etrafında sımsıkıyız”la verenler, görünüş, gösteriş, merasim milliyetçileri hakeza bizden değildir. Biz bu vatanı ve bu milleti hangi zihniyetin, hangi imanın kurtardığını biliyoruz. Onu milli ukalâlardan öğrenecek değiliz. Yapılan bunca iğfallere, bunca menfi telkinlere, sapıtma ve saptırma gayretlerine rağmen sapmadık, sapıtmadık, ayaktayız; dipdiriyiz.. Vatanı uçsuz bucaksız toprakları, hür gökleri, engin denizleriyle aşkla, heyecanla kucaklıyoruz. Altında yüzbinlerce şehidin yattığı bu toprakları, üzerinde yaşayanların karınlarını doyurdukları, semirip yağlandıkları alelâde bir toprağa, bir çiftliğe tercüme ettirmeyiz. Milletimize, vatanımıza ta derinden, asırlar ve nesiller arkasından gelen bir ruhla bağlıyız. Onu menfaatsiz, karşılıksız, mecnunlar gibi, kara sevdalılar gibi seviyoruz. Henüz yeniyiz, genciz. Alnımız hiçbir fesat ocağında kararmamış, elimiz hiçbir harama uzanmamıştır. Üzerimize menfaat balçığından bir zerre çamur sıçramamıştır. Ruhumuzu, kalbimizi bütün safiyet ve samimiyetimizle açıyoruz. Onunla ağlayıp onunla güleceğiz. Onunla yaşayıp onunla öleceğiz. Nereden, ne zaman, nasıl gelirse gelsin. Her türlü kötülükle amansız bir şekilde mücadele edeceğiz. Bu yolda yardan değil, serden bile geçmeye hazırız. Ölmek var, dönmek yok! Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir değiliz. Biz Tanndağı kadar Türk, Hıradağı (Cebeli nûr) kadar Müslümanız. Bütün gayemiz Küçük Asya insanının, o bilinmez, o görünmez, bir avuç toprak kadar mütevazı, fakat o kadar manalı ruhunu anlamak, “Bu topraklar için toprağa düşenlerin” çocuklarını bu topraklar üzerinde mes’ut ve bahtiyar görmektir. İstanbul muhitinde yetişenler, suyun öte tarafından gelenler kadîm Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü anlayamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar. Onun yüzsuyu hürmetine şanlar, şerefler kazandılar. Fakat ondan, o sessiz varlıktan daima ayn kaldılar. Kendi isteklerini millî istekler gibi gösterdiler. Milletle aralarındaki uçurumu siyaset icabı nutuklarla, sözle, edebiyatla doldurmaya çalıştılar. Köylü diliyle konuşmaya yeltendikleri, Türkçecilik yaptıkları hâlde ne millet onları anladı; ne onlar milleti... Çünkü bu adamlar milleti içten, gönülden aşkla sevmediler. Millî davalar diye ortaya atılan davalar milletle zerre kadar alâkası olmayan kendi, şahsî davalarıydı. Bu, milletin kadîm müesseselerinin yıkılması, mukaddeslerinin ayaklar altında çiğnenmesi, namuslu adamlarının susturulmasına muvaffak oldu. Bu kıtaller, bu cinayetler, hep inkılâp diye diye yapıldı. Bugün meçhul şehidin kemikleri üzerinde yükselen soğuk beton binalar ve bu binalar içinde işlenen günahlar, zinalar Anadolu ruhunu derinden derine şiddetle sarsıyor. Varlığından, dayandığı, inandığı, ezelî ve ebedî kıymetlerinden, kuvvetlerinden uzaklaştırılan millet, şimdi şerha şerha yaralıdır; kaybettiği büyük imanını arıyor. Bizim en büyük gayemiz, milletimize imanını, haklarını iade etmek, mukaddeslerini gasıplann elinden kurtarmaktır. Serdengeçti işte bu gaye ile çıkıyor. Soyuna, köküne, vatanına bağlı milliyetçi Türk gençliğinin iç dalâlet ve ihanetlere olduğu kadar, dış tehlikelere karşı da manevî seferberliği tamdır. Herkes şunu bilsin ki dostlarımız kadar düşmanlarımızın da peşindeyiz. Biz, bir zamanlar 3 kıt’a ve 7 denize hükmeden, güngörmüş bir ırkın gözü tok çocuklarıyız. Aç gözlüler, Anadolu’da hak iddiasına kalkışan profesör bozuntuları eğilsinler tarihe bir daha baksınlar. Biz Malazgirt’ten bu yana topraklar için kaç nesli birden harcamışız. Biz yalnız memleketler değil, beldeler, kıt’alar, iklimler terk ettik, çok geriledik, artık çekilmek yok!.. Elimizde kalan bu topraklar, son parçamız, son damlamızdır. Son nefer, son nefes ve son damla kanımıza kadar savaşacağız. Yeryüzünde müstakil tek Türk milleti, tek Türk devletiyiz. “Mete”den Millî Mücadele’de can veren son şehide kadar büyük tarihin mesuliyetini omuzlarımızda taşıyoruz. “İstiklâlimize kastedecek düşmanlar dünyada görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler”; “Düşman kavi, talih zebun” olabilir; her şey olabilir. Olmayacak, olamayacak bir şey var! Türk milleti esir olamaz, zebun olamaz! Ya istiklâl, ya ölüm!.. Parolamız budur!.. Mart 1946 Ankara,32 * Serdengeçti 1
·
37 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.