Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1025 syf.
9/10 puan verdi
Bereketli Roman
İncil’den bir alıntıyla başlıyor Dostoyevski Karmazov Kardeşler’e: “Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa, yalnızca bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa, o zaman bereketli ürün doğurur.” Sanki yazar bunun son eseri olacağını bilmişçesine, sanki bundan sonra toprağa gömüleceğini sezmişçesine; kendinden bereketli ürünler doğsun diye bir tohum ekmiş edebiyat diyarına. Hatta söz konusu Karamazov Kardeşler olunca yazarın bir tohum dikmekten ziyade adeta ölmeden kendini edebiyat diyarına gömdüğünü iddia edebiliriz: Dostoyevski kalbini, ruhunu ve aklını bu diyara gömerken; aslında koskocaman Rusya’yı, ondan da fazlası dünyayı ve hepsinden de öte olan insanı; derdiyle, sevinciyle, acziyle, günahıyla, sevabıyla ve nefsiyle gömmüş. Ve bereketli bir roman doğmuş, öyle ki, yazılışından geçen şunca zamana rağmen hâlâ okurlar ve yazarlar gölgesinde dinleniyor ve hayat rüzgârıyla salınan yapraklarından süzülen insanı dinliyor. Roman merkezine üç erkek kardeşi alıyor: En büyükleri Dimitri, kendini duygularına kolayca kaptırabilen, şehvet düşkünü olarak resmedilen bir asker. Ortanca kardeş İvan sakin bir tabiata sahip ve devrin bilim öncülüğünde yayılan din karşıtı düşünce cereyanlarına kapılmış bir karakter. Küçük kardeş Aleksey ise saf ve dindar bir kardeş olarak resmedilmektedir. Bu tanımlamalara bakıldığında İvan ve Aleksey arasındaki çatışmanın merkezî bir niteliğe sahip olacağı düşünülebilir; ama Dostoyevski romanını bu dar çerçeveyle sınırlı tutmuyor. Tüm bu çerçeveyi dağıtan, bu kardeşlerin babası olan Fyodor Pavloviç Karamazov. Kendisi hayal edilebilecek tüm kötü huyları kendinde toplamış, bu hâliyle de karakterden çok tip olarak adlandırabileceğimiz bir figür. Bu ağır romanın katalizörü işlevi görüyor baba; ayrıca romanın ağır havasından sıyrılıp arada bir gülmemize de vesile oluyor saçma sapan davranışlarıyla. Zaten romanın temel çatışması da baba ile oğul Dimitri arasındaki mal kavgası. Öncesinde her biri ayrı yere savrulmuş olan kardeşleri bir araya getiren de bu kavga oluyor. Romanı kabaca iki yarıya ayırmak mümkün. İlk yarıyı, çok fazla da konu ayrıntısı vermeden, tutuklama öncesine kadar alabiliriz. Bu ilk yarıda Dostoyevski kanlı canlı, geçmişleri ve birbirleriyle hakiki surette etkileşimleri olan bir kasaba (şehir mi demeli yoksa?) resmediyor. Hem de ne resmetmek! Dostoyevski’nin ayrıntılı inşa sürecini, günümüzden bir örnekle açıklamak gerekirse, gigapiksellik fotoğraflara benzetiyorum. Bu fotoğraflarda genişçe bir manzarada en küçük detaylara kadar yakınlaşıp keşif yapmanız mümkün. Dostoyevski de bunu edebî anlamda başarmış diyebiliriz. Mesela kardeşler mal kavgasının çözülmesi için Hıristiyanlık âlemi için “şeyh”e tekabül eden bir Staretz’e giderler. Gitmişken Dostoyevski manastırın ayrıntılı bir fotoğrafını bize sunmayı ihmal etmez. Aslında bunlar kimisi için fazlalık olarak görülebilir; bu tip manzaralara dalmanın romanı esas odak olan Karamazovlardan uzaklaştırdığı düşünülebilir. Ki benim de bu şekilde düşündüğüm vakitler oldu başka kısımlarda: Mesela romanın ikinci yarısında Kolya isimli yaşından büyük düşünceleri olan bir çocuğun bahsi geçer. Bu kısım romanda o kadar ayrı ve sakil durmaktadır ki, yazarın bu kısmı “Ya ben nihilizmden, komünizmden filan çok bahsedemedim, ondan da bahsedeyim.” diye koyduğunu düşünmeden edemedim. Oysaki manastır manzarası hiç de sonradan düşünülmüş gibi durmuyor; çünkü bu manzaranın romanda birçok işlevi var: Öncelikle Aleksey’in yetiştiği ortam hakkında bilgi alırız bu kısımda; ikinci olarak romanda çatıştırılacak olan “olması gereken din” ile halkın dinî yaklaşımı arasındaki tezatları görürüz; üçüncü olarak da bütün kardeşler ve babanın dinle olan münasebetini genişçe görme imkânı buluruz. Ama Kolya’nın geçtiği kısımlarda böyle bir çok-işlevlilik mevcut değildir. Bu karakterin kanlı canlı bir muhit çizmede katkısı olmadığını söyleyecek değilim; ama romana çok daha doğal bir şekilde dahil olmuş karakterler varken bu noktayı belirtmeden geçmek istemedim. Roman ilk yarısı boyunca bu çok ayrıntılı muhit inşa sürecini başarıyla yürütüyor, biraz ağırdan olsa da. Karakterlerin birbirleriyle ilişki ağı çok sıkı: Sadece baba Karamazov ile oğul Dimitri’nin aynı kadını seviyor olması gibi örnekler değil kastettiğim. Mesela Alyoşa’nın denk geldiği çocuğun babasının Dimitri ile geçmişten bir kavgası olması (ki bu babanın hikâyesini de pek beğendiğimi eklemeliyim), sonra öte yandan Dimitri’nin nişanlısı Katerina’nın bu aileye yardım etmeye çabalaması gibi olaylar; okurun kitap içinde kendini yerleşik bir düzende hissetmesini sağlıyor. Roman boyu durmadan yeni karakterler ve ilişkiler tanıtılıyor olması bu oldukça hacimli eserde ilgiyi diri tutmak için kritik önem arz ediyor. Yukarıda bahsettiğim üzere, daha çok katalizör rolünü yakıştırdığım baba Fyodor hariç, uşak Grigori’den avukat Fetükoviç’e, Aleksey’in hastalıklı sevdiceği Liza’dan Staretz Zosima’dan nefret eden keşiş Ferapont Baba’ya kadar o denli çeşitli ve gerçekçi karakter var ki, bunların her biri hakkında konuşacak olsak bu incelemenin sonunu görmemiz pek zor olacaktır. Dostoyevski kimi karakterleri yalnızca bir olayla bağlantılı olarak romanda gösterip geri çekse de, çoğu karakterin romandaki olaylar boyunca tekrar tekrar göründüğünü söyleyebiliriz. Bu da romana güzel bir canlılık getiriyor. Romandaki bu inşa sürecinin temel katalizörü dediğimiz baba Fyodor, aynı zamanda çoğu çatışmanın da merkezinde yer alıyor. Baba-oğul çatışmalarında aktif bir rol alırken, din-bilim çatışmasında daha çok bir seyirci olarak yer alan baba Fyodor, adeta her karakteri derinlemesine okumuşçasına (Fyodor Dostoyevski???) sivri sözleri nerelere batıracağını pek iyi biliyor. Bu katalizörlüğü yaptıktan sonra ise, sözü kardeşlere bırakıyor diyebiliriz. Romanın ilk kısmı boyunca yazarın fazlaca Aleksey-odaklı bir çerçevede ilerliyor. Zaten yazar da başlangıçta Aleksey için “kahramanım” tanımını kullanmaktan çekinmemiş. Aleksey-Dimitri, Aleksey-İvan ve Aleksey-baba diyalogları üzerinden bir inşa tercih eden yazarın bu tercihini de sanırım Karamazov kardeşlerin yazarın hayatındaki yeri ile ilişkilendirebiliriz: Her bir kardeşin Dostoyevski’nin ömründe belli bir zamana tekabül ettiği söylenmekte, Aleksey de Dostoyevski’nin son zamanlarını temsil ediyorsa, bu karakter üzerinden ilişkileri ve diğer karakterleri inşa etmek de daha kolay olmuştur. Aleksey-Dimitri ikilisi günahkârlık-dindarlık çerçevesinde ilerlerken aynı zamanda baba-oğul ilişkileri üzerine konuşmalar da barındırıyor. Öte yandan Aleksey-İvan ilişkisi küfür-iman ekseninde ilerleyen ve bundan öte bir boyutunu pek gözlemleyemediğim bir ilişki. Yine de, romandaki en iyi bölümün, bu iki kardeşin din üzerine konuştuğu Lehte ve Aleyhte bölümü olduğunu düşünüyorum. Romanın tamamını okumasanız bile, bu bölümü okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Romanın ikinci yarısına baktığımızda, Dostoyevski ilk yarıda inşa ettiği kasabada eyleme geçiyor diyebiliriz. İlk yarıya nazaran odak çok daha daralıyor ve işlenen suç çerçevesindeki sorgulama ve yargılama süreçleri anlatılıyor. Açıkçası bu ikinci kısmı okuması çok daha rahat olsa da, aynı zamanda bu yarı daha yüzeysel kalıyor. Bu ikinci yarıyı, özellikle Gruşenka ve Dimitri’nin karakter gelişimlerini resmetmesi açısından kıymetli buluyorum. İvan’ın içindeki şeytanla yüzleştiği yerler de şahane elbette, hele ilk yarıdaki Lehte ve Aleyhte bölümüyle beraber değerlendirirsek, bu ikinci yarının en parlak yeri bu yüzleşme diyebiliriz. Savcının uzun konuşması romanın sıkıcı bir tahlili iken, avukatın savunması çok daha değerli olmuş. Fazla ayrıntı vermeden, karakterlerin ifadeleri arasında da Dimitri’nin artık eski nişanlısı olmuş Katerina’nın da güzel bir kırılımı var bu mahkeme esnasında. Özetle bu ikinci yarı karakterlerin değişimlerini gözlemleme açısından kıymetli; ama bir yandan da bazı yerler çok uzatıldığı için yüzeyselleşme var. Karamazov Kardeşler’i okuduğunuzu görenler “O kitap da okunur mu ya?”, “Bu kitapla adam öldürülür.” gibi laflar edebilirler. İş Bankası Kültür Yayınları baskısının 1025 sayfa olduğu gerçeği göz önüne alınınca, bu yorumların pek de yanlış olduğu söylenemez. Ve bu romanın 1025 sayfa olduğu göz önüne alınınca, şunu da sormak gerek: İyi güzel de, bunca sayfa okumaya değer mi? Bu, yakın zamanda okuduğum Beyaz Geceler’de de sorduğum bir soruydu. Dostoyevski’nin hikâyelerini barındıran bu kitabı açıkça söylemek gerekirse pek beğenmemiştim. O kitabın incelemesinde de bahsettiğim üzere, kitap okumaya hayat gailesi içinde çok daha az vakit ayıracağımı hissettiğim zamanlardan geçerken, insan gerçekten de okuduğuna değsin istiyor. Beyaz Geceler’den böylesine buruk bir tatla ayrıldıktan sonra, Karamazov Kardeşler hakkında da benzer bir yorum yapıp yapamayacağımı düşündüm. Günde ortalama elli sayfa okuduğunuzu varsaysak bile neredeyse üç haftanızı ayırmanız gereken bir kitaptan bahsediyoruz neticede. Her ne kadar kitabın ikinci yarısının çok daha kısa tutulabileceğini düşünsem de, genel olarak değerlendirmem bu kitaba ayrılan vakte değeceği yönünde. Kitabın Nihal Yalaza Taluy çevirisini akıcılık açısından başarılı bulduğumu da ekleyeyim, hatta bu sayede normalde okuduğumdan daha hızlı okuyabildim kitabı. O yüzden bu uzun roman çok fazla da gözünüzü korkutmasın. Dostoyevski’nin “bereketli ürünü” Karamazov Kardeşler’in 1025 yapraklı ağacının gölgesinde zaman nasıl geçmiş pek anlayamayacaksınız.
Karamazov Kardeşler
Karamazov KardeşlerFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202334,6bin okunma
··
71 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.