Gönderi

ULUS’UN “T.I.”CIGINE CEVAP [Bu zat Ulus gazetesinde “Yankılar” ba lığı altında “T.İ.” imzası ile yazılar yazar ve Ankara Radyosu’nda siyasî yorum yapardı. Sözünü de “Şen ve esen kalınız” cümlesiyle bitirirdi. Bu zat Nurettin Artam'dı] Ankara Radyosu’nun “Şen ve esen” kulu şunu bilsin ki: Biliyorsunuz!.. Biz açık kalpli, açık sözlü bir memleket çocuğuyuz. Vatanı satılığa çıkaran imansızlarla mücadele ederken, hapishanelere düştük. Cezaevinden çıkar çıkmaz, bin bir sefalet, rezalet ve müşkülât içinde Serden geçti’nin “4” sayısını çıkardık. Mecmuamızın bu sayısında pek tabiî olarak hapishane hayatından, orada bulunan, bozuk bir cemiyetin kurbanı olan zavallı insanlardan, mahkûmlardan bahsettik. Aynı sayıda “Nereye gidiyoruz?”, “Allah’a insana aşka dair”, “Domuz çobanlarına”, “Milliyetçi gençliğin asil galeyanı”, “Rusya’nın iç yüzü” gibi her biri İçtimaî yaralarımızı deşen, dahilde memleketi istismar, hariçten vatanı tehdit edenlere karşı cesurca kaleme alınmış yazılar vardı. Bu sayımız bazı iktidarsız iktidar düşkünlerini dehşete düşürmüş, ürkütmüş! Senelerden beri, hele şu son zamanlarda her şeyden telâşa düşenlerin şakşakçılığını yapan, bu suretle, üstadı Falih Rıfkı’nın yerini doldurmaya çalışan bir iktidar yankıcısı, bizim mecmuaya öyle ısmarlama bir çatış çattı ki!.. Sormayın! Bakalım “Ulus”un bu meşhur “T.İ.”*ciği ne demiş: “Bugün de bana Konya’da çıkan bir dergi getirdiler. İnsana Konya cezaevinde yatanlar tarafından çıkarıldığı hissini veren, sade hissini veren değil, galiba da öyle olan bu dergide yakası açılmamış mücevherlere rastlıyoruz...” diye başlayan yankıcı (Nurettin Artam) yazılarımızın şurasından, burasından parçalar çıkararak, bu parçaları keyfine göre tefsir ederek okuyucularına mükemmel bir hokkabaz olduğunu bir daha göstermiş bulunuyor. Yukarıda da görüldüğü üzere, Ankara Radyosunun bu şen ve esen kuluna “Konya’da çıkan bir dergi getirmişler” yani şunun hakkında bir şey yaz demişler. O da yazmış! Her ne ise, ekmek yediği kapıya hor bakacak değil ya... O vazifesini yapmış! Bizi ilgilendiren meselenin bu tarafı değil! Yalnız bu sayın hünerbazın bu kadar yalanı, bu kadar şeametli iftirayı, bir sütunluk yazıya sıkıştırabileceğini zannetmiyorduk doğrusu... Gerçi üstat, Birinci Cihan Harbinde Filistin cephesinde, kendi gönlüyle, İngilizlere teslim oldu. Ve İngiliz üserâ kampında uzun müddet kalarak orada türlü diller öğrendi. Sonra Falih Rıfkı’nın yanında bir hayli staj yaptı. Amma bu kadar keskin çıkacağını bilmiyorduk. Şimdi hazretin hünerlerini birer birer gösterelim: Ulus’un meşhur “T.İ.”ciği, evvelâ lâfa yalanla başlıyor. Ama bu yalanın kokusu bir gün sonra, hem de aynı sütunda çıkıyor. Yalancının yankısı da yalan olur tabi... Bizim Serdengeçti’yi okuyucularına Konya cezaevi mahkûmları tarafından çıkarılan bir dergi olarak takdim ediyor. Adalet Bakanlığı bunun üzerine “Ulus” gazetesinin yazı işleri müdürlüğüne bir açıklama gönderiyor. Bakanlık bu açıklamasında, “Konya cezaevi hükümlüleri tarafından çıkarılan hiçbir dergi olmadığını beyanla aynı sütunda neşrini” istiyor. Bizim yankıcı bu yazıyı, çarnaçar aynı sütunda (27 Mart 1948 tarihli Ulus’ta) neşretmek zorunda kalıyor. İş bu kadarla kalsa iyi... Biz, “Nereye gidiyoruz?” başlığını taşıyan ve birçok okuyucularımız tarafından takdirle karşılanan yazımızda: “Ey imansızlar, imana geliniz. Şehit ve gazi Anadolu münkir insan istemiyor. Hakikati, parlak nutuklara tercih ediniz. Millî vicdanın sesini dinleyiniz! Perişan halk yığınlarının ıstırabını duyunuz!” demiştik. Bu imansız buradan neler çıkarmamış neler!.. İmandan, mukaddesattan bahsettiğimiz için, hakkı müdafaa ettiğimiz için bize: “Yazılarında mev’izelerden geçilmiyor, bu mecmua ve yazarları, dini, dinî hisleri sömürüyorlar” mı dememiş?!. Halktan, halkın sefaletinden bahsettiğimiz için “Moskova Radyosu ağzıyla konuşuveriyorlar” mı dememiş! Neler neler! Bu müreffeh efendi bilmiyor ki, dini ve dinî hisleri kemiren de, sömüren de ve netice olarak semiren de kendisidir. Unutmuş değiliz, şeyh efendi: Sen, baştakilere hulûs çakmak, vaktiyle Efgan tekkesi müntesiplerinden olduğunu unutturmak için, o meşhur “Yankılar”ında her fırsatta, her yerde, bilhassa Müslümanların dinî günlerinde, bayramlarında dinimize küfretmiştin, onların dinî inançlarını alay ve mizah mevzuu yapmaktan utanmadın! Kur’anı Kerîm’deki Hz. İbrahim, İsmail, Koç hikâyesini (Kurban bayramlarında) kaç kere dile doladın. Ondan zındıkça ne nükteler çıkarmadın! Uzağa gitmeye ne hacet, daha geçen sene dinî neşriyatın fazlalığından ürken bir yazınla, sözü dönüp dolaştırıp kendine getirerek: “Ben kubbe de istemem, cübbe de. Ben kendimi ne tek bir kubbenin altında hapsedebilirim, ne tek bir cübbenin!” dememiş mi idin?!. Bu ne demektir?.. Benim için papaz cübbesi de, haham cübbesi de, hoca cübbesi de, her üçü de aynı şeydir. Kilise, havra, cami aynı şeydir! demek değil midir? Hey gidi yankıcı... Senin din aleyhinde yazdıklarını zahmet edip de toplasam şu son zamanlarda, minareli, camili neşrettiğin din kitabından daha büyük bir kitap olur. Şu hâlde vaktiyle dini bir fare gibi kemirip ondan gıdalanan, şimdi de dinî hareketler canlanınca tekrar tekkeye avdetle dinî hisleri (din kitabı yazarak) sömüren ve böylece gün geçtikçe semiren, din düşmanlığından da, din taraftarlığından da istifa eden sensin!.. Bana gelince: Heyecanlı, samimî Müslüman bir Türk, bir Anadolu çocuğuyum. Bu uğurda, dinim ve milletim uğrunda daha genç yaşta, mektep sıralarında iken mücadeleye atıldım. Her tehlikeyi göze aldım. Zindanlara atıldım, zincirlere vuruldum. Ben sömürücülüğün de, sömürgeciliğin de düşmanıyım. Milletimizi sömürenlere, şehit ve gazi Mehmetçiğin kemikleri üzerine apartman kuranlara karşı olduğu kadar, vatanı sömürge yapmak isteyenlere karşı da mukaddes bir cihat açmış bulunuyorum. Sizin gibi şuradan, buradan gelme, birikme, birikinti adamların, zavallı milletimizin kanını, canını nasıl emdiğinizi, nasıl yaşadığınızı biliyoruz. Beni “Konya hapishanesinde yatıp kalkan, Konya hapishanelerinin bu sakini” diye aklın sıra kötülemek istemişsin! Benim niçin hapse düştüğümü cümle âlem bilip durur. “Yirminci asırda bir Köroğlu kafası gezdirmek gülünç, hatta ağlanç olur” diye benim mertliğim ve cesaretimle alay etmek istiyorsun! Biz öyleyiz. Köroğlu gibiyiz. Sizler gibi eletek öpücü, merdivenin dibinde başka, ortasında başka, başında başka konuşan takımından değiliz. Bizim bir yüzümüz, bir sözümüz var. Biz bir türlü yer, bir türlü içer, bir türlü konuşuruz. Tıpkı sabırlı, çilekeş halkımız, tıpkı aziz ve sevgili Anadolumuz gibi. Hâlbuki siz çeşit çeşit, renk renk, türlü türlü adamlarsınız!.. Bizim mücadelemiz bir Allah’a inanan, bir dini, bir dili olan, bir türlü yaşayanların mücadelesidir. Siz Yenişehir’de, güllerle muhat evinizin penceresinden asfalt yollara, çıplak kadınlara, kırmızı kiremitli damlara bakınız. Ankara’nın bu Yenişehir’ini bir Anadolu kadar genişleterek inkılâbın 25 yılda yarattığı eserlere kasideler yazınız. Biz arka sokakların, kerpiç evlerin, birer çöplükten ibaret olan Anadolu köylerinin sefaletini, ıstırabını haykıralım ve o zaman siz, müreffeh efendiler siz, bize, halk çocuklarına sağ deyiniz, sol deyiniz, komünist deyiniz. Zindanlarınıza atınız. Siz türlü uşaklar kullanırken bizim, vatan çocuklarının kapılarına gardiyanlar koyunuz! Bizi yasaklar içinde boğunuz!.. Bunu yaptınız! Yapıyorsunuz! Fakat kâfi görmüyorsunuz demokrasi yankıcıları... Ve yazınızda, “Bu adamların yalnız kapılarına değil, kafalarına da birer gardiyan dikmek lâzım” diyorsunuz! Bu tek cümle bile “kafalara gardiyan koymak”, bu üç kelime bile, sizin ne zihniyette bir adam olduğunuzu gösteriyor. Biz boynu yularlı, cebi dolarlı bu demokrasi aktarmacılarının nasıl adam olduklarını biliyoruz. Fakat bize “Moskova ağzıyla konuşuyorlar” gibi, iftiraların en şeametlisini yapacağınızı bilmiyorduk. Galiba bize bu iftirayı yapan saçı ak, yüzü kara adamın aklı başında değili.. Yine esrar çekmiş olacak. Şimal Kutbu’nu Cenup Kutbu, Cenup Kutbu’nu Şimal Kutbu olarak görüyor!.. Yahut şeyhimiz tekkede de zaman ve mekân kayıtlarından kurtulmuş; bizi aynı zamanda hem şimalde, hem cenupta görüyor. Ben Moskova Radyosu gibi konuşuyorum ha! Şu ben, Ne senelerdir komünist düşmanı hareketlerinin en önünde yürüyen ben... Yerli ve yabancı komünizme amansız bir mücadele açan ben!.. Bu yüzden fakülteden atılan, divanı harbe verilen, zincirlere vurulan ben! Eski Efgan tekkesi mensuplarından, İngiliz üserâ kampından bon Hervisli, Ankara Radyosu’nun şen ve esen kulu şunu bilin ki; kendisi daha birkaç sene evvel büyük komşuları Moskofları alkışlarken, ben, o zaman (6 sene evvel) 6 asırlık bir hınçla şu mısraları yazmış ve üniversite kampında 6.000 kişinin huzurunda okumuştum. Dedelerimden kalan intikam var kanımda, Geçmişini s......Bulgarin, Moskofun da. Bir domuz görmüş gibi ayaklanır hislerim, Alçakların sesini dinlerken mikrofonda... O kadar gururlanma, o kadar mağrur olma! Dün daha kölemizdin, mahvolmuştun Prut’da, Yalnız şunu isterim, yalnız şunu hatırla, Yatmıştı Katarina Baltacı’nın koynunda...
·
43 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.