Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

115 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Hepimizin bir uzun hikâyesi vardır. Bazı benzerlikleri dışında her biri kendine özgüdür üstelik. Mustafa Kutlu birbirine tam olarak benzemez hikâyelerimizin esrarlı âlemine dalmış bir yazar. Modern bir anlayışla yazdığı klasik öyküleriyle edebiyatımızda hak ettiği bir yere sahiptir. Hem de çokça yıllardan beri. Uzun Hikâye adlı eseri onun önemli eserlerinden birisidir. Dünya penceresinden bakıp geçiyoruz ya hani. Pek çoğumuz hiç bakmamışa dönüyoruz ya sonradan. Yazarlar ve şairler -elbette kalıcı işler başaran herkes- bu hazin sondan sıyrılabiliyorlar. Baktıkları yerden neler gördüklerini aktararak, onları daha kalıcı hâle getirebiliyorlar. Aslında aktardıkları manzara dış âlemden çok kendi iç âlemlerini yansıtmaktadır. Bu anlamda yazarlar romanlarda veya hikâyelerde başkalarının hayatlarını anlatıyormuş izlenimi verseler de çoğu kez kendi hayatlarından yola çıkıyorlar. Mustafa Kutlu da Uzun Hikâye’de kendi uzun hikâyesini anlatmış bizlere. Yüz sayfayı aşkın bu eser, yazarın çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ışık tutan bir otobiyografik roman olmaya da adaydır. Uzun Hikâye’de Bulgaristan muhaciri olan Ali’nin ve oğlunun öyküsü anlatılmaktadır. Eser 1. tekil şahıs ağzından kaleme alınmıştır. Küçük bir çocuğun gözünden bakıyor yazar olaylara, kişilere ve toplumsal her türlü duruma. Yazarın bu tercihinde çocukların gözlerinin, doğal olarak kalplerinin yetişkinlere oranla temizliği, katışıksızlığı etkili olmuştur, diyebiliriz. Olgunluk çağını yaşayan bir yazar için çocuk gözüyle bakmak her ne kadar zor bir tecrübe olsa da daha sağlıklı sonuçlara varılacaktır bu meşakkatli tercihin sonunda. İnsan ruhunun derinliklerinde sayısız efsun saklıdır. Her eser bu derinliklere seyrü sefer düzenlemez. Bazı yazarlar suyun yüzeyinde dolanırlarken bazı yazarlar diplere dalmayı göze alırlar. Uzun Hikâye’de Mustafa Kutlu, fotoğraflar ve anılar yardımıyla başkahramanın ruhsal derinliklerine iner. Yetişkin her bireyin olumlu ya da olumsuz özelliklerinin temelinde çocukluk yılları yatmaktadır. Korkularımız, çatışmalarımız, keşiflerimiz, zenginliklerimiz ve yoksunluklarımız o güzelim yıllarımızda oluşmuştur. Bedensel olarak büyümelerimiz sona erdiğinde karakterlerimiz de şekillenmiştir çoktan. Uzun Hikâye’de başkahraman bazen neşeyle bazen hüzünle izler çocukluk anılarını. Yaşadığı ve anımsadığı her anda kendini bulur, kendini tanır. Okur da onunla birliktedir. Bu buluşlar ve tanıyışlar esnasında. Anadolu, bereketli toprakların, gönlü geniş insanların, türkülerin ve efsanelerin diyarı. Hangi yazar yüzünü ona dönse mutlaka birçok zenginlikle karşılaşacaktır. Günümüzde bir parça değişse bile -ki değişim onun da hakkı ve kaderidir- çoğu coğrafyaya oranla bakirdir. Bundan kırk kırk beş yıl öncesini düşününüz. O yıllara, o yılların Anadolu’suna dönmek mümkün müdür? Ne yazık ki, belki de iyi ki dönemeyiz. Mustafa Kutlu Uzun Hikâye’de bizleri o yıllara doğru, o yılların Anadolu’suna doğru bir yolculuğa çıkarıyor.  Gördüklerimiz kimi zaman tebessüm etmemize, kimi zaman kederlenmemize yol açıyor. Annesini yitirmiş, kendisini babası olsa da yarım yamalak kala kalmış hisseden bir çocuğun gözüyle baktığımızdan olacak kederi ve neşeyi harmanlayabilmemiz. Çocukların dünyalarında neşe ve keder barışmış vaziyettedir çoğu kez. Gözleri ıslak bir çocuğun, kalbi bir parça sahipsiz kalmış bir çocuğun gülebilmesindeki kerameti algılayabiliyoruz Uzun Hikâye’de. Yoksulluk eskiden utanılacak bir hâl değildi. Yamalı giyinmekten, eski kıyafetlerinden, fazlaca zengin olmayan sofralarından ötürü komşusundan utanma gereği hissetmezdi insanlar. Tüketim çılgınlığına kapıldığımızdan beri yoksulluktan utanır olduk. Uzun Hikâye yoksulluğun utanılmadığı, paylaşıldığı yılları anlatıyor. İnsanlar yoksuldu yoksul olmasına ya, yoksulların haklarını savunduğunu iddia eden sosyalizmden de öcüden korkar gibi korkuyorlardı. Bulgaristan muhaciri Ali’nin adını Sosyalist Ali’ye çıkarmaları, bu anışı bir uzak durma sebebi olarak göstermeleri sosyalizme olan örfi tepkileriydi. Aykırı düşünceler, aslında bıktıkları bir özellikleri olan yoksulluğu hedef alsa ne fayda halk yoksulluğu ile barışıktı. Birine sosyalist demek onlara göre küfürden ağır bir söylemdi. Yazar bu zıtlığı üzerine basarak işler eserinde. Muhafazakâr bir halkın din ve geleneklerine düşman gördüğü bir fikri bağrına basmaması da anlaşılır oluyor onlardaki bu mesafeli duruşa tanık olunduğunda. Horasan dervişlerinin, Anadolu erenlerinin genlerimize yansıyan hoşgörüsü Mustafa Kutlu’nun dünya görüşünü şekillendiren en önemli etkenlerden birisidir. Edebiyatımızda birçok yazar ve şair ideolojik dogmalardan kendisini soyutlayamazken, farklı düşünen kimselere sofiyane bir eda ile bakamazken Mustafa Kutlu insanların dünya görüşlerine saygılı olmayı başarabilmiştir. Entelektüel bir kafa yapısına sahip olan her kalem ehli gibi onun da bir dünya görüşü olacaktır kuşkusuz fakat bu dünya görüşüyle okuru boğmayacak kadar sanatkârane bir duruşa sahiptir. Uzun Hikâye’de hissedilen dünya görüşünün ve düşünüş tarzının keskin olmayışı, can yakmak kastında olmayışındandır. Annesiz kalmış bir çocuğun duyarlılıklarla inşa edilmiş dünyasında soluklanmak düşer payımıza bu yüzden. Sonluluğumuzu, zamanın keşmekeşi karşısındaki acizliğimizi anımsamamızdaki kazanımlarımız önemlidir bu eserde. Uzun Hikâye’nin çatısı, ‘vagondan bir ev’in çatısıdır aynı zamanda. Mütevazı fakat kuşatmacı ve korumacı bir çatıdır bu. Karanlıktan, fırtınadan korkan küçük bir çocuk için çok anlam ifade eder. Önünde oyunlar oynamak da çabasıdır bu zenginliğin. Yoksulluk ve yoksulluk acısı mı, çoğu kez ümitleri olan bir çocuğun gönlüne giremez bile bunlar. Oyunlar, hayaller, sevinçler, çocuksu hüzünler ve hüsnü zanlar eserin zenginliğini oluşturur. Uzun Hikâye vagondan bir evin sakini olan yoksul bir çocuğun düş zenginliğini anlatması yönüyle zıtlıkların, aynı zamanda da şaşırtıcılıkların varlığını ispatlar. Eserde çocuk gözü hâkimse de içiçe girmiş ve derin bir yapı da söz konusu. Sırtını kadim Anadolu hikâyeciliğine yaslayan Mustafa Kutlu, birçok öyküyü bir arada vererek monotonluktan uzaklaşma becerisini sağlıyor. Eserde zaman kavramı tam olarak belirtilmemiştir. Bununla birlikte televizyon ve buzdolabının yaygınlaşmadığı, insanların yazlık sinemalarda ve gezici lunaparklarda eğlenme imkânı buldukları yıllardaki kasaba hayatı ele alınıyor. Birçok kasabada yaşamak zorunda kalan baba ve oğul birçok öyküye de tanıklık ederler. İnatçı bulduğu oğluna “keşke annene benzeseydin,” diyen bir baba var Uzun Hikâye’de. Onun bu arzusunda yitirilmiş bir eşe duyulan özlem yatmaktadır. Zaaflarını belli etmekten hoşlanmayan baba; bir yadigâr, bir emanet olarak görmektedir evladını. Bununla birlikte bir çocuğu tek başına yetiştirmekten duyulan endişe ve şaşkınlık hissi onu çeşitli bunalımlara iter. Tam da içinden geldiği gibi sevemediği, gereken terbiyeyi verememekten korktuğu oğlu onun için hem bir hazinedir hem de bütün gücünü sergileyebileceği, bazen de hayat karşısında rakipmiş hissi uyandıran tarifi zor bir varlıktır. Sıcak davranmak ya da otoriter olmak arasında mekik dokuyan bir baba uzun yıllar sonra oğlu tarafından anlaşılabilecek mi acaba? Münevver Hanım ve Ali Bey arasındaki aşk Uzun Hikâye’nin önemli temalarından birisi. Münevver’in ailesinin bu evliliğe karşı çıkmaları, bu karşı çıkışa rağmen gerçekleşen evlilik, ufak tefek problemlere inat devam eden sevgi, bu evlilikten doğan çocuğun duygusal gelişimini şekillendiren en önemli etken olacaktır. Çocuk annesinin cenazesinden döndüklerinde babasını ilk defa ağlarken görür. Ali Bey mızıka çalarken aynı zamanda ağalamaktadır. Yazar böylelikle müzik ve acıyı birleştirmiş olur. Uzun Hikâye’de başkahraman, “nereliyim acaba? Bunu kendime de sorar, bir cevap bulamam,” der. Çeşitli zorunluluklardan ötürü o kasabadan bu kasabaya göç etmek zorunda kalan bir baba ve oğulun yaşadıkları; okurun his ve fikir dünyasında da daimi bir yolculuk fikrini canlandırır. Kuzey Yarımküre ile Güney Yarımküre arasında kalan, göçmen kuşların uğrak yeri olan bir coğrafyanın çocuklarıyız hepimiz. Mevsim dönüşlerinde sürü sürü üzerlerimizden uçup giden kırlangıçlar ve leylekler, halk şairlerinin ulaklık vazifesi yüklediği, zaman zaman da sevdiklerinin yerine vasfettikleri turnalar… Bize göç fikrini onlar mı aşıladılar acaba? “Geçti dost kervanı eyleme beni” derken maddi olmasa gerek şairin sözünü ettiği göç. Mustafa Kutlu’nun bir yazar olarak aklının sık sık göç kavramına takılması bizden bir hâldir. Hiçbir yere ait olamamak hissi, konargöçer tabiatımız, yazarın çocukluk anıları Uzun Hikâye’nin kahramanlarına gidivereceklermiş, burada da kalmayacaklarmış duygusunu yaşatıyor. Babalar ve oğulları arasındaki bağ, anneler ve oğulları arasındaki bağdan birçok özelliği itibariyle ayrılır. Oğulların annelerine duydukları sevgi “ana gibi yar olmaz” tespitiyle dile getirilmiştir. Bu tespiti annesindeki vefayı başkalarında bulamayan bir oğul mu yaptı, yoksa oğluna serzenişte bulunan bir ana mı? Bilinmez. Bilinen bir gerçek vardır ki oğullar annelerinden şefkat, özveri, sevecenlik ve düzgün ahlak umarlar. Anneler ise çoğu kez tahmin edilemeyecek kadar cömerttirler bu alışverişte. Uzun Hikâye’de erken kaybedilen bir anne motifi var. Bu motif hikâye kahramanını yaşıtlarından daha içli, daha kederli kılmıştır. Annenin ebediyete göçü, onu seven babayı da etkiler. Birçok farklı olayla da perçinlenen hüzün hâli eserin tümünü kapsar. Edebiyat, insanı ve toplumu yansıtan en parıltılı aynalardan birisidir. Özellikle olaya dayalı metinleri okurken biz okurlar sadece bir olayın akıp gidişini seyretmeyiz. Aynı zamanda bambaşka yerlerdeki, bambaşka zaman dilimlerindeki hayatlara da şahitlik etmiş oluruz. Uzun Hikâye, yakın Türkiye tarihinin gündelik hayatına açılan bir kapı gibi gelecektir okuyuculara. Kasabaların dingin fakat sancılı vakitlerini, bir çocuk duyarlılığının, bir delikanlı uçarılığının penceresinden görmek ayrıcalığına kavuşabilmek olacaktır.
Uzun Hikâye
Uzun HikâyeMustafa Kutlu · Dergâh Yayınları · 202336,2bin okunma
·
60 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.