Gönderi

Bir kış günü konuk olmuştuk İlya Erenburg’a. Bu ziyaretten kısa bir süre önce, Politeknik’teki şiir gecene başkanlık yaptığında bir araya gelmiştik. Gorki Sokağı’ndaki evine yaklaştığımızda: “Karşısında ürktüğüm tek insan,” demiştin. “Nedenini kendim de bilmiyorum. Çok bilgili. Sohbet sırasında yüzlerce isim, tarih, başlık sayıp döker. Ben de ise hafıza sıfır. Şimdi görürsün bak...” “Biraz sinirli görünse de sen aldırma,” deyişin beynimde dolaşmasına karşın, kendi ortamında son derece sempatik, cana yakın bir insan olarak görünmüştü bana Erenburg. Batılı yaşlı adamlarınki gibi pembe yanakları, neşeyle bakan gözleri vardı. Alaycı değil, muzipti bakışları. Seninle bir araya gelmekten içten bir sevinç duyduğu belliydi her halinden. Beni tanıştırırken “Novosti” haber ajansında gazetecilik yaptığımı da söyledin ve ardından da ekledin: “Sizden bir şeyler koparmaya çalışacaktır. Ajansı ilgilendiren konularda ağzınızdan bir şeyler çıkması için kışkırtabilir bile sizi, uyarmadı demeyin.” “Öyle mi,” diye tiz bir kahkaha koparmıştı Erenburg. “Dünyanın dört bir yanına malzeme gönderen ajansta çalışıyorsunuz demek! Benim üstümden bir kuruş bile alamazsınız ajansınızdan, maalesef. Bu akşam inadına, haber olarak kullanamayacağınız konulardan konuşacağım.” Gerçekten de gece boyu beni iğnelemiş durmuştu ünlü yazar. Her anlattığından sonra bana dönüp: “Nasıl? Dememiş miydim ben size? Ajansın işine yaramaz değil mi?” demekten geri durmamıştı. Sohbetin ilerlemesiyle Erenburg’un keyfinin nedeni anlaşıldı: Kitabının yayımına izin verilmişti. “Kimdir bu adam?” dedin sen. “Hep merak etmişimdir, izin veren, yasaklayan adam kim? Herhalde herkesten akıllı ve daha yetenekli ya da daha kurnaz olan biri, öyle mi?”
·
8 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.