Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

445 syf.
8/10 puan verdi
·
1 saatte okudu
Hayatı olabildiğince göründüğü gibi anlatan bir roman. Çünkü kitap aslında iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm hayattan, ikinci bölümde ölümden bahsediyor. Şuan yaşadığımız hayat gibi... Yapacağım yorumun herhangi bir yerinde kitabın başına yada sonuna gidebilirim. Şimdiden uyarayım. Kitabı bitirdiğimde düşündüğüm şey başlarda özellikle Julio'nun ihtimal vermediği-vermek istemediği şeyin gerçekleşmesi ve onun da bu gerçekleşen şeyin bir kurbanı olması...Bu şey 'savaş'. "--Savaşı bir düşün. Ay, ne korkunç bir şey! Sosyete yaşantısı felç olur. ne partiler, ne giysiler, ne tiyatrolar. Hatta belki de yeni modalar bile icat etmezler. Bu kadınlar yasta. Aklın alıyor mu?" Şimdi savaşta yaşananları düşünüp bu cümlelere bakıyorum da ne kadar boş ve değersiz cümleler. Kurulduğu an belki değerlidir ama canınla sınandığın zaman hiç birşeyin önemi kalmıyor galiba. Kitaptaki karakterlerin düşüncelerinin aksine savaşın gereksiz olduğunu, güç sahibi olmak isteyen insanların kendilerini tatmin etmek için giriştikleri 'iç savaşlarını' dışarı taşıyıp masum insanların ölmesine neden olan bir durum olarak görüyorum. Bir ülkenin sınırı var, toprağı var. Kendini geçindirip gidebilir. Alışverişler yapabilir. Yani bu savaş niye? Su mu?Toprak mı? Gıda mı? O silahları üretmek için kullandığınız su,toprak vs. kaynağı istediğiniz 'esas' şeyleri üretmeye odaklanıp yaşasaydınız savaşa gerek kalır mıydı? Bana göre bu işin mantıklı olan kısmı. Mantıksız ve gerçek kısmı ise; bu dünyada güç, kıskançlık,açgözlülük vs. olduğu sürece bu gibi şeylerde olmaya devam edecek maalesef. Tcherneoff'un kitabın bir yerinde "ahlaksal değerlerin çarpıtılması, ilerlemenin son söz olması gerekiyorken, despotluğa, şiddete, tarihin ilkel çağlarının barbarlığına geri dönüşen bir haydutluk felsefesi" olarak bazı insanların düşüncelerine katlanamamasına hak verdim. Bu konular hakkında sayfalarca,günlerce konuşabilir insan. Bu yüzden karakterlerin bazı bana tuhaf gelen davranışlarından bahsetmek istiyorum. İki kız kardeşin kendilerinin olmayan bir ülkeyi sahiplenmesi çok tuhaf geldi bana. Eşlerinin memleketi olabilir ama özellikle Elena uçmuş gibiydi. Çocukları daha da uçmuştu. Bir başka şey de Marcelo'nun şatosuna gitmesi tamamen katıksız bir aptallık örneğiydi. Kimse aksini söylemesin. Julio'nun Margarita'nın peşinden koşması, kendini mecbur hissedip askere yazılması, Rene de aynı şekilde yazıldı. Garipti. Ama görüyorum ki her yerde toplum baskısını hissediyorsun. Kadınların saçma sapan abim,eşim savaşa gitti deyip böbürlenerek dolaşmaları... Nereye gittiklerinin farkında değiller galiba. En akıllıları Argensola. Yedi içti keyfine baktı. Madariaga'da sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz ama o da akıllıydı be. Yaşasaydı zaten bunların davranışlarından dolayı kalbine inerdi. Yani bile bile Hartrot'un ailesini Almanya'ya götürmesinin ne açıklaması olabilir? Konuşacak şey çok var da şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Mahşerin Dört Atlısı
Mahşerin Dört AtlısıVicente Blasco İbañez · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019762 okunma
·
56 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.