Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SÜNNETİ VE SÜNNET RİVAYETLERİNİ GÜVENİLMEZ GÖSTEREN KULLANIMLAR: "SAHİH SÜNNET" Dinî literatürde ve sözlü anlatımda, dinî bilginin kaynakları ele alınırken, Kitap, İcma gibi Sünnet de yalın/mutlak olarak ifade edilir, önünde veya sonunda kayıtlandırıcı bir ifadeyle birlikte kullanılmazdı. Sünnet denilince, Hz. Peygamber’in (s.a.) sözleri, amelleri ve takrirlerinden ibaret olan örnek hayatı anlaşılırdı. Bu tutumun temelinde güven vardı. Zira Sünnet rivayetleri ve bu rivayetleri içeren literatür, muhaddisler tarafından oldukça ince bir işçilikle tasnif ve analize tabi tutulmuş, rivayetlerin derecelerini belirleyen kaide ve kurallar tespit edilmiş, böylece Hz. Peygamber’in (s.a.) ismi ve konumu suistimal edilerek din adına bilgi, değer uydurmanın önü alınmaya çalışılmıştı. Bununla da kalınmamış, uydurma rivayetleri toplayan müstakil eserler kaleme alınmıştı. Sünnetin, hukukî norm alanına tekâbül edenleri için de benzer bir durum söz konusuydu; onun da fıkıh disiplini çerçevesinde belli yöntemleri ve iç denetimi vardı. Modern dönemde dinî bilgiyle ilgili tartışmaların ve yönelimlerin en yoğun şekilde yaşandığı alanı, Sünnet oluşturdu. Daha birçok sebep yanında özellikle, uydurma ya da hükme dayanak oluşturamayacak ölçüde zayıf olduğu klasik literatürde açıkça belirtilmiş kimi rivâyetlerden ve bazı râvîlerle ilgili cerh ifadelerinden hareketle bütün Sünnet rivayetleri ve bu rivayetlere yer veren eserlere/müelliflere olan güven sarsıldı. Buna bağlı olarak çeşitli saik ve maksatlarla Sünneti paranteze alma, Sünnet rivâyetlerini kısmen ya da tamamen güvenilemez görme/gösterme başta olmak üzere farklı tonda ve seviyede yaklaşımlar baş gösterdi. Bu noktada cereyan eden tartışmalar sonunda, “Vahye dayanan sünnet”, “Hz. Peygamber’in sahih sünneti”, “Sahih sünnet” gibi kavramlaştırmalara dönüştü. Gelinen noktada durum öyle bir hal aldı ki, katı gelenekçi olarak bilinenler bile, eserlerinde ve konuşmalarında Sünnet’ten bu tür ifadelerle söz eder oldular. Sünnetle ilgili bu tür kavramlaştırmaları/kullanımları isabetsiz, dahası tehlikeli buluyorum. Şöyle ki; 1. İsabetsizdir, daha açık bir ifadeyle meşru değildir; çünkü şer’î-aklî temel ilkeye aykırıdır. Müslümanlara, verdikleri bilgiye ve ortaya koydukları ürünlere güven asıldır. Güvensizlik, yalan, uydurma istisnadır, arızîdir; ispata muhtaçtır. Hele bir de söz konusu olan kişiler ilimle mücehhez olup ümmetin asırlar boyu telakkî bi’l-kabûlüne (kuşaklar boyu kamu vicdanında güvenilirlik) mazhar olmuş kişilerse. “Sahih sünnet” türü nitelemeler, sünnet rivayetlerini ve pratiğini toptan uydurma, farklı örflerin, geleneğin ve kültürün sünnet formuna büründürülmesi olarak konumlandırmakta, bunun içinde ancak az sayıda Sünnet bulunabileceği iddiası taşımaktadır. Diğer bir anlatımla büyük kümede, Sünnet yanında, meşru-makul olan ve olmayan her türlü kültür, gelenek, ideolojik-fikrî kabul yer almaktadır. Sünnet ise, alt kümedir, küçüktür ve azdır. Bu temel kabulden hareket edildiğinde, içinde insan unsurunun bulunduğu, özellikle de nakle dayalı veya naklin de bulunduğu hiçbir bilgiye güvenilemez. Halbuki hayat, aksi ispat edilmediği sürece güven üzerinden yürütülür. Dolayısıyla “Sahih sünnet” gibi kullanımlar, hem şer’î hem de aklî açıdan temel kurala aykırıdır, meşru değildir. 2. “Vahye dayalı sünnet”, “Sahih sünnet” gibi kullanımlar, ilmî değildir, tehlikelidir. Bu kavramlaştırmalardan hareket edildiğinde, herhangi bir sünnet verisinin sahih olup olmadığı hangi ölçütlere göre belirlenecektir? İlim, metodoloji gerektirir; usul olmadan ilimden söz edilemez. Bütüncül, tutarlı, tecrübe edilmiş bir yöntem yoksa ilimden değil, keyfilikten söz edilecektir. Dolayısıyla bu tür kavramlaştırmaların meşruiyetinden söz edebilmek her şeyden önce, belirtilen ölçütlere uygun bir yöntem geliştirmeyi gerektirir. Bu noktada ortaya konulmuş/konulabilmiş herhangi bir yöntem bulunmamaktadır. “Ölçü Kur’an’dır, Kur’an’la uyumlu ise sahihtir” denilemez; bu birçok açıdan anlamsızdır, geçersizdir. Öncelikle herkesin; sosyal çevre, zihniyeti şekillendiren medeniyet değerleri, beslenilen kültür havzaları gibi faktörlerden hareketle oluşturduğu bir hayat algısı söz konusudur. Kur’an tasavvuru ve din anlayışı da buna göre şekillenmektedir. Dolayısıyla ölçü Kur’an’dır demek, herkesin kendi tasavvuru doğrultusunda Kur’an’ı konuşturması, buna aykırı gördüğü rivayetleri hatta sünnetin tamamını sahih kabul etmemesi anlamına gelmektedir. Bugün yaygın şekilde karşı karşıya olunan tam da budur. Bazıları için Kur’an’la gerekçelendirmeye de gerek yoktur; evrensel insanî değerler, insanlığın ortak kazanımları gibi soyut sloganlar, temel dinî sabitelerin bile reddedilmesi için yeterlidir. Şu halde “sahih sünnet” gibi söylemler, meşruiyeti sağlayacak yöntemden yoksundur. Bu tür kavramların muhtevasını herkes kendi algı ve anlayışına göre şekillendirmektedir. Keyfîliğin (hevâ), dinde de, hukukta da, bilimde de, herhangi bir ilmî faaliyette de yeri yoktur. Kur’an’ın muhkem naslarına ve aklî müsellemâta aykırı bazı uydurma rivâyetlerden hareketle tevârüs ettiğimiz ilmi, bunu ortaya koyan alimleri ve eserlerini itibarsızlaştıran, şüphe tohumları eken, sünneti ve sünnet rivâyetlerini güvenilemez konuma yerleştiren, dinî bilgi kaynaklarını ve bilgi üretimini keyfileştiren söylem ve kullanımlar konusunda oldukça hassas olunmalıdır. Halit Çaliş Facebook/Mekteb-ı Usul grubundan alınmıstır..
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.