Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Peşinen söylüyorum katılmıyorum
Türk milliyetçiliğinin vatandaşlığa dayalı milliyetçiliklerden biri olduğunu, dolayısıyla üstünde yaşanan toprak parçasını temel aldı­ğını ve bireylerin din, dil, ırk gibi farklılıklarını göz ardı eden ortak bir vatandaşlık bağıyla bir arada tutulduklarını savunan güçlü bir tez vardır. Konu üzerine yapılmış çok sayıda araştırmada, hu­kuki altyapının vatandaşlığa dayalı milliyetçiliği kurumsallaştır­maya çalıştığı ileri sürülür; ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşun­dan bugüne sıklıkla yaşanmış açıkça ayrımcı pratikler de "uygula­ma alanındaki normdan sapmalar", yani istisnalar olarak yorumla­nır. Yine aynı araştırmalar "kitapta yazan" resmi anlayış ile "yaşa­nan" gerçek arasındaki derin ayrımın altını çizerler. Oysa hemen belirtmeliyiz ki Türk milli kimliğinin ve vatandaş­lığının yegâne temeli olarak kabul edilen "aynı toprak parçası üze­rinde yaşıyor olma" ilkesi çok kısa zamanda alt sıralara düşmüş ve devlet gitgide Türk ırkı ve Türk dilini kimliğin ayrılmaz parçaları olarak değerlendirmeye başlamıştır. Taha Parla Türk milliyetçilğinin iddia edildiği gibi vatandaşlık ilkesine bağlı kalmadığım, ha­lim selim vatandaşlıkçı bir maskenin ardında, aslında ırkçı-etnik bir çehreye büründüğünü detaylanyla anlatır. Ahmet Yıldız’ın hu­kuki metinlerdeki (yasa, kararname, yönetmelik, vs.) etnik ayrım­cılığı incelediği çalışması da bu anlamda son derece önemlidir. Benim bu çalışmamdaki esas amaç ise Türk milliyetçiliğinin ön cephesindeki vatandaşlık belirleyeni üzerinden tanımlanan örtüyü kaldırmak ve arkada yatan ırkçı-etnik çehreyi resmederken, "istis­nai” uygulamalardan veya normdan sapmadan söz etmek yerine normların doğrudan doğruya ayrımcı önkabullere göre şekillendi­ğini anlatmaktır. Bu bağlamda, milliyetçi ideolojinin düşünsel ar­ka planını hazırlayan belli başlı araçlar analiz edilecektir.Her ne kadar Batı felsefesi içinde daha erken öncüllerini bul­mak mümkünse de, ırkçılık kuramlarının belirgin ilk örnekleri 19. yüzyılın sonunda oluşturulan evrimci "biyolojik ırklar" antropolo­jisidir. Buradan hareketle denilebilir ki antropoloji ve ırkçılık ara­sında, en azından 19. yüzyıl içerisinde, ciddi bir geçişlilik oluşmuş­tur. Ulus-devletlerin kurulması ve "millet" kavramının kurgulan­masıyla birlikte ırkçılık ve milliyetçilik arasında da benzer bir bağ kurulmuştur. Etienne Balibar'a göre "ırk ve ulus söylemleri bir in­kâr biçiminde de olsa hiçbir zaman birbirinden çok uzak olmamış­tır". Milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki bağ biçimsel bir benzerlik­ten değil, tarihsel eklemlenmeden kaynaklanmaktadır. Önemli olan, ırkçılığın milliyetçiliğin basit bir görünümü olarak değerlen- dirilemeyeceğinin, özgül bir farklılığı olduğunun ve bu özerklik yüzünden de milliyetçiliğe gerekli olduğunun idrak edilmesidir. 1920’lerde ve 1930'larda tüm dünyada, milli kimliğin kurgulan­ması ve milli birliğin muhafazası için "ırk" kilit bir kavram olarak kullanılıyordu. Milletin ırkla özdeş olarak algılanmasının, ortak köken yanılsaması ve kader birliği hayaline dayanan bir toplum hissi yaratarak toplumsal dayanışmayı güçlendireceğine inanılı­yordu. Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş bir devlet olarak milli kimliğin oluşturulması ve milliyetçi ideolojinin yerleştirilmesini gerekli görüyordu. İki savaş arası dönemin faşist ve ırkçı ideoloji­lerinden esinlenerek ve hâlâ güçlü bir pozisyona sahip Türkçülük akımının da etkisiyle Türk milliyetçiliği, Türk dili ve devlet teke­line alınarak evcilleştirilmeye çalışılan Sünni İslam’ın yanı sıra, 'Türk kökeni"ne dayandırılarak inşa edilmekteydi. Irkın milletin inşasında önem kazanmasının ardında yatan sebep, takip edilmek istenen laik siyaset ile döneme damgasını vuran -ve geç dönem milliyetçi hareketlere de hâkim olan- ırkçı temalardır. Fakat bun­lardan da önemlisi, yeni bilim dallan vasıtasıyla, ırkın modem mil­li kimlikleri tarif ve teşhis edecek "bilimsel araştırma birimi" ola­rak algılanmasıdır. Hâkim pozitivist paradigmalann da etkisiyle, milletin üstünlüğünün kanıtlanması için bilimsel bir açıklama ge­liştirilmesi seçkinlere daha makul bir tercih gibi görünmüştür. Türk milletini tanımlayan temel taşlardan biri olan Türk ırkının üs­tünlüğü iddiasının hem "içişleri" hem de "uluslararası ilişkiler" bağlamında faydalan olacağı açıktır. Öncelikle, muasır medeniyet seviyesini hedefleyen yeni cumhuriyetin Türklerin AvrupalIlarla akraba ya da en azından onlar kadar mütekâmil bir ırktan olduğu­nu iddia edebilmesi, aşağılanmış pozisyonu gidermek bağlamında çok kritik bir yere oturmaktadır. Diğer yandan, yaşanan tüm göç­lere ve ölümlere rağmen hâlâ türdeş olmayan bir halk içerisinde "farklı ırkların" en üstününün Türk ırkı olduğunu ileri sürmek, Lo­zan'da azınlık statüsü verilen gayrimüslimler ve adı hiç zikredil­memiş dini ve etnik gruplar üzerinde Türklerin hâkimiyetini ve iktidarını meşrulaştırmaya ve bu grupların ayn devlet kurmalarını haklı gösterecek dayanağın bulunmadığını ispata yarıyordu.Bu çalışmada hedeflenen, Türk milliyetçi seçkinlerinin, üniver­site ve akademisyenleri bilimsel meşruiyet kaynağı olarak kullana­rak, Türklerin efsanevi geçmişleriyle ilgili tezler icat edip Türk kimliğini ırka dayalı kurgulamak istediklerini göstermektir. Türk milliyetçiliğinin ırkçı bileşenlerini açığa çıkarmak ve bunu yapar­ken esas olarak üniversite ve akademisyenlerin ırkçı ideolojinin "bi­limsel” temellerini attıklarını göstermek için bu çalışmada İstanbul Darülfünunu (Üniversitesi) yayını olan Türk Antropoloji Mecmuası ana eksen olarak alınmıştır.7 Dergi 1925-39 arasında 14 yıl boyun­ca, istisnalar olmakla birlikte, altı ayda bir yayımlanmıştır. Önce İs­tanbul Darülfünunu'na bağlı Haydarpaşa Tıp Fakültesi tarafından çıkartılan dergi, 1933 reformundan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde kurulan Antropoloji Kürsüsü'ne, 1935'ten sonra da Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne (ADTCF) taşın­mıştır. Derginin yayımlanan son sayısı "no. 22" ibaresini taşıyor. Ancak çift sayılar dolayısıyla aslında 16 sayı yayımlanmıştır.8 İlk altı sayı (03/1925-03/1928) hem Osmanlıca hem Fransızca olarak iki dildedir. Latin alfabesinin kabulünden sonraki sayılar (03/1929- 09/1939) Türkçe olarak yayımlanmış, ancak 1931’den itibaren ma­kalelerin Fransızca özetleri de dergiye eklenmiştir
·
49 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.