Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Delikanlı gözlerini ufka dikip bakmaya başladı. Uzakta dağlar,kumullar,kayalıklar,hayatta kalmanın olanaksız olduğu bu yörede yaşamakta direnen bitkiler vardı. Dört bir yanı çöldü; aylar boyu üzerinde yürüdüğü, ama ancak küçük bir bölümünü tanıdığı çöl. Bu küçük parçada, İngilizlere,kervanlara,kabile savaşçılarına ve elli bin hurma ağaçlık ve üç yüz kuyuluk bbir vahaya rastlamıştı. ''Ne istiyorsun bugün benden?'' diye sordu çöl. ''Birbirimizi dün yeterince seyretmedik mi?'' ''Bir yörende sevdiğim bir kadın yaşıyor. Bu yüzden engin kumlarına baktığım zaman onu seyretmiş gibi oluyorum. Onun yanına geri dönmek istiyorum ve rüzgara dönüşmek için senin yardımına gereksinimim var.'' ''Aşk nedir?'' diye sordu çöl. ''Aşk, şahinin senin kumlarının üstünde uçtuğu zamanki şeydir. Çünkü sen, onun için yeşermiş bir kırsın ve hiçbir zaman avsız dönmedi senden. Senin kayalarını, kumullarını,dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen...'' ''Şahinin gagası parçalarımı kopartır,'' dedi çöl. ''Avı yıllar boyunca beslerim,sahip olduğum pek az suyla susuzluğunu gideririm, ona yiyeceklerin yerini gösteririm; ve bir dün tam avın okşamalarını kumlarımda hissedeceğim sırada şahin gökyüzünden iner.'' ''Ama sende kesinlikle bu son için besleyip büyütürsün avı, diye yanıtladı delikanlı: Şahini beslemek için. Ve şahin de insanı besleyecektir. Ve insan da bir gün senin kumlarını besleyecektir ve oradan yeni bir av doğacaktır. Böyledir dünyanın düzeni. ''Aşk bu mudur?'' ''Evet, budur.O, avı şahine,şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir.'' ''Söylediklerini anlamıyorum.'' dedi çöl. ''Öyleyse hiç olmazsa kumlarının ortasında bir yerde bir kadının beni beklediğini anla. Ve onun bekleyişine karşılık olarak rüzgara dönüşmek zorundayım.'' Çöl bir süre sessiz kaldı. ''Rüzgarın esebilmesi için kumlarımı sana veriyorum. Ama ben tek başıma bir şey yapamam.Rüzgarında yardımını iste.'' Hafif bir esinti başladı. Kabile reisleri, kendilerinden farklı bir dil konuşan delikanlıya uzaktan bakıyorlardı. Simyacı gülümsüyordu. Rüzgar, delikanlının yanına gelip onun yanağını okşadı. Delikanlının, çölle yaptığı konuşmayı duymuştu, çünkü rüzgarlar her zaman her şeyi bilirler. Dünyayı dolaşıp dururlar, ama ne doğum, ne de ölüm yerleri vardır. ''Bana yardım et,'' dedi delikanlı. ''Bir gün sevgilimin sesini duydum sende.'' ''Çölün ve rüzgarın diliyle konuşmayı kim öğretti sana?'' ''Yüreğim,'' diye yanıtladı delikanlı. Rüzgarın bir çok adı vardı. Buradaki adı Keşişleme idi ve Araplar, onun karaderili insanların yaşadığı suyu bol topraklardan geldiğine inanıyorlardı. Delikanlının geldiği uzak ülkedeki adı Gündoğusu idi, çünkü insanlar onun çölün kumlarını ve Magriplilerin savaş naralarını getirdiğine inanıyorlardı. Belki de başka yerlerde, koyunların otladığı kırlardan uzaklarda insanlar,rüzgarın Endülüs'ten estiğine inanıyorlardı. Ama rüzgar hiçbir yerden gelmiyor ve hiçbir yere gitmiyordu ve işte bu yüzden de çöl kadar güçlüydü. Bir gün önce çöle ağaç dikilebilir, dahası çölde koyun beslenebilirdi ama rüzgara egemen olmanın kesinlikle olanağı yoktu. ''Sen rüzgar olamazsın,'' dedi delikanlıya. ''Niteliklerimiz farklı.'' ''Doğru değil. Seninle birlikte dünyayı dolaşırken simyayı öğrendim. Rüzgarlar,çöller,okyanuslar,yıldızlar var bende,evrende yaratılmış ne varsa hepsi bende var. Hepimizi aynı El yaptı ve hepimiz aynı Ruh'a sahibiz. Senin gibi olmak istiyorum, her şeye nüfuz etmek, denizleri aşmak, hazinemi örten kumları kaldırmak ve sevgilimin sesini yanıma getirmek istiyorum.'' ''Simyacı'yla yaptığın konuşmayı duydum geçen gün. Her şeyin kendi Kişisel Menkıbesi olduğunu söylüyordu. İnsanlar rüzgara dönüşemez.'' ''Bana bir süre için rüzgar olmayı öğret,'' diye rica etti delikanlı. ''İnsanlar ile rüzgarların sınırsız olanaklarını birlikte konuşabilelim.'' Rüzgar meraklıydı ve bu da bilmediği bir şeydi. Bu konuda söyleşmek isterdi ama bir insanı rüzgara nasıl dönüştürebileceğini bilmiyordu. Ama gene de bir yığın şey biliyordu. Çöller oluşturabiliyor, gemileri batırıyor, ormanları yerle bir ediyor ve türlü türlü müziklerle, tuhaf gürültülerle yankılanan kentlerde dolaşıyordu. Becerisinin sınırsız olduğuna inanıyordu. Ve işte karşısına bir genç çıkmış, kendisinin başka şeyler de yapabileceğini kanıtlamak istiyordu. ''Buna Aşk adı verilir,'' dedi delikanlı, rüzgarın, isteğini yerine getirmeyi kabl etmek üzere olduğunu görünce. '' Sevdiğimiz zaman evrenin bir parçası oluruz. Sevdiğimiz zaman olanları anlamaya gereksinimimiz yoktur, çünkü o zaman olanlar bizim için olur ve insanlar rüzgara dönüşebilir. Kuşkusuz, rüzgarların onlara yardım etmesi koşuluyla. Rüzgar çok gururluydu. Delikanlının söyledikleri onu kışkırttı. Çölün kumlarını savurarak alabildiğine hızlı esmeye başladı. Ama bütün dünyayı dolaşmış olmasına karşın, insanı rüzgara dönüştürmeyi beceremediğini sonunda kabl etmek zorunda kalmıştı. Ve Aşk'ın ne olduğunu bilmiyordu. ''Dünya'da yaptığım geziler sırasında birçok insanın gökyüzüne bakarak aşktan söz ettiklerini fark ettim,'' dedi rüzgar; sınırları olduğunu kabul etmek zorunda kaldığı için öfkeliydi. Belki de en iyisi göğe sormaktı. ''Öyleyse, bana yardım et,'' diye rica etti delikanlı. ''Kör olmadan güneşe bakabilmem için ortalığı toza sar.'' Bunun üzerine rüzgar daha güçlü esmeye başladı ve gökyüzü kumla kaplandı: Güneş'in yerinde altın bir kurs vardı yalnızca. ''Rüzgar bana senin Aşk'ı tanıdığını söyledi,'' dedi delikanlı Güneş'e. ''Aşk'ı biliyorsan, Evrenin Ruhu'nu da biliyorsundur,çünkü o da Aşk'tan yapılmıştır.'' ''Bulunduğum yerden,'' diye yamıtladı Güneş, ''Evrenin Ruhu'nu görebiliyorum. Benim ruhumla iletişim halindedir ve ikimiz, birlikte, bitkileri büyütüp gölge arayan koyunları yürütürüz. Bulunduğum yerden (ve Dünya'dan çok uzaktayım), sevmeyi öğrendim. Dünyaya biraz daha yaklaşacak olsam, üzerinde bulunan her şeyin yok olacağını ve Evrenin Ruhu'nun yok olacağını biliyorum. Bu nedenle karşılıklı bakışmakla yetiniyoruz ve birbirimizi seviyoruz: Ben ona hayat ve ısı veriyorum, o da bana yaşam nedeni veriyor.'' ''Aşk'ın ne olduğunu biliyorsun,'' diye tekrarladı delikanlı. ''Ve Evrenin Ruhu'nu tanıyorum, çünkü Evren'deki sonsuz yolculuğumuzda uzun uzun konuştuk onunla. En büyük sorununun, şimdiye kadar yalnızca madenlerin ve bitkilerim, her şeyin bir ve tek şey olduğunu anlamış olmaları olduğunu söyledi. Ve bununla birlikte demirin bakıra benzer olması, bakırın altına benzemesi gerekli değil. Her şey, biricik şeyin içinde kendi gerçek görevini yerine getirmektedir ve herşeyi yazan El, beşinci gün durmuş olsaydı her şey bir Barış uyumu olarak kalacaktı. ''Ama altıncı gün vardı.'' ''Sen bir bilginsin, çünkü her şeyi belli bir uzaklıktan görüyorsun,'' dedi delikanlı. ''Ama Aşk'ı tanımıyorsun. 'Altıncı gün' olmasaydı insan yaratılmayacaktı; bakır hep bakır olarak ve kurşun hep kurşun olarak kalacaktı. Herkesin kendi Kişisel Menkıbesi kendine çok doğru, ama bu Kişisel Menkıbe bir gün gerçekleşecek. Öyleyse daha iyi bir şeye dönüşmek ve Evrenin Ruhu gerçekten bir ve tek şey oluncaya kadar yeni bir Kişisel Menkıbe'ye sahip olmak gerekir.'' Güneş düşünceye daldı ve daha çok parlamaya başladı. Bu görüşmeyi değerlendiren rüzgar da Güneşin delikanlıyı kör etmemesi için daha güçlü esmeye başladı. ''Bunun için simya var,'' dedi delikanlı. ''Her insan kendi hazinesini arayıp bulması ve daha sonra, daha önceki hayatında olduğundan daha yetkin olmayı istemesi için, Kurşun, dünyanın artık kurşuna gereksinim kalmayacak kadar görevini yerine getirecek; o zaman altına dönüşmesi gerekecek. ''Simyacılar bu dönüşümü gerçekleştirmeyi başarıyor. Olduğumuzdan daha yetkin bir varlık olmaya çalıştığımız zaman, çevremizdeki her şeyin daha iyi olduğunu gösteriyorlar bize.'' ''Peki, benim Aşk'ı tanımadığımı niçin söylüyorsun dedi Güneş? ''Çünkü Aşk, ne çöl gibi devinimsiz durmaktan, ne rüzgar gibi dünyayı dolaşmaktan, ne de senin gibi her şeyi uzaktan görmekten ibarettir. Aşk, Evrenin Ruhu'nu değiştiren ve geliştiren güçtür. İlk kez onun içine girdiğim zaman, onun kusursuz olduğunu sandım. Ama daha sonra onun, yaratılmış olan her şeyin yansıması olduğunu, onun da savaşları ve tutkuları olduğunu gördüm. Evrenin Ruhu'nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya , bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşk'ın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman.'' ''Peki ne istiyorsun benden?'' diye sordu güneş. ''Benim rüzgara dönüşmeme yardım et,'' diye yanıtladı delikanlı. ''Evren, benim yaratıkların en bilgini olduğumu bilir,'' dedi Güneş, ''Ama seni nasıl rüzgara dönüştüreceğimi bilmiyorum.'' ''Öyleyse kime başvurmalıyım?'' Güneş bir süre sustu. rüzgar dinliyor ve bilgisinin sınırsız olduğunu bütün dünyaya yayıyordu. Bununla birlikte, Evrenin Dili'ni konuşan delikanlının elinden kurtulamıyordu Güneş. Her şeyi yazan EL ile konuş,'' dedi. Rüzgar bir sevinç çığlığı attı ve her zamankinden daha güçlü esmeye başladı. Az sonra, kumların üzerine dikilmiş çadırlar yıkıldı ve hayvanlar iplerinden, bukağılarından kurtuldu. Kayanın üzerindeki insanlar, rüzgarda sürüklenmemek için birbirlerine sarıldılar. Bunun üzerine delikanlı, her şeyi yazmış olan El'e doğru döndü. Ve daha ağzını açıp tek sözcük söylemeden, evrenin sessizleştiğini ve hep böyle sessiz kalacağını hissetti. Bir şeyin coşkusu fıkırdı yüreğinden ve ağlamaya başladı. Şimdiye kadar hiç yapmadığı bir duaydı bu, çünkü sözcüksüz bir yakarıydı ve hiç birşey istemiyordu. Koyunlarına bir otlak bulduğu için şükretmiyordu; daha fazla kristal satmak için yakarmıyordu; rastladığı kadının dönüşünü beklemesini dinlemiyordu. Oluşan sessizlikte çölün, rüzgarın ve Güneş'İn de El'in yazmış olduğu işaretleri aradıklarını, kendi yollarını izlemek ve zümrüt parçasının üzerine kazınmış olan şeyi anlamak istediklerini anladı. Bu işaretlerin Yeryüzü'nde ve Uzay'da dağılmış olduklarını, görünüşte hiçbir varlık nedenleri ve anlamları bulunmadığını; ne çöllerin, ne rüzgarların, ne güneşlerin, ve ne de insanların niçin yaratılmış olduklarını bilmediklerini biliyordu. Ama El'in bütün bunlar için bir nedeni vardı ve yalnızca o, bu mucizeleri gerçekleştirebilir, okyanusları çöle ve insanları rüzgara dönüştürebilirdi. Çünkü bir yüce iradenin, Evren'i, dünyanın yaratılışının altıncı günün Büyük Yapıt'a dönüştüğü noktaya götürmüş olduğunu yalnızca bu El anlıyordu. Ve delikanlı, Evrenin Ruhu'na daldı ve Evrenin Ruhu'nun, Tanrı'nın Ruhu'nun parçası olduğunu gördü ve Tanrı'nın Ruhu'nun kendi ruhu olduğunu gördü.
Sayfa 102Kitabı okudu
·
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.