Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

355 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Bülbülü öldürmek mi, kargayı beslemek mi ?
Evet sizin de tahmin ettiğiniz üzere bu yazda Harper Lee’nin Pulitzer ödüllü efsanevi romanı ‘To kill a mockingbird’ yani ‘Bülbülü Öldürmek’ kitabından bahsi açacağız. Tabi bir hukukçunun bakış açısıyla. Sıkılmayacağınızı garanti edebilseydim ederdim ama malesef garantörlük sıfatına sahip değilim. Anladınız siz Romanı 6 yaşında küçük bir kızın gözüyle okuyoruz. Daha işin başında Harper Lee, Amerikan toplumunun gerçeklerini, saf ve temiz bir bakış açısıyla değerlendirmemizi istiyor aslında. Bu küçük kızımızın bir babası var : Avukat ATTİCUS. Bu uzun boylu, vakar sahibi adam evet bir avukat ama öyle alelade bir avukat değil. Amerikanın güneyindeki ırkçılığın zirvede olduğu dönemlerde bir zenciyi hem de bir beyaz kadına tırnak içinde ‘acıdığı’ ve ‘tecavüz ettiği’ suçlamasıyla yargılanan bir zenciyi savunmayı kabul edecek kadar karakterli bir avukattır. Hikayenin talihsizi zenci işçi, zavallı kızcağızın kimsesi olmadığını düşündüğü için her seferinde yardım etmektedir. Ancak beyaz kızımız ve babası zenci işçiyi kendi utanılacak fiilerini saklamak ve delilleri ortadan kaldırmak için mahkemeye verir. Aslında bu beyaz kadın namuslu ve güçlü kuvvetli zenciyi taciz etmiştir. Ancak amerikan toplumunda bir beyazın bir zenciyle konuşması bile aşağılanmaktadır. Bunu bilen kadın ve babası zenciye değil de bir beyazın delilsiz ispatsız sözlerine jürinin ehemmiyet vereceğini bildiklerinden suçlarını örtmek için dava açarlar . Jüri üyeleri (Amerikan hukuk sisteminde 12 üyeden oluşan ve oybirliğiyle karar vermesi gereken jüri üyeleri söz konusudur), sırf siyah olduğu için sağ elli zenciyi suçlu bulur. Neden sağ elli dedim, çünkü kızın bulunduğu anda sol gözü mor olduğu söylenmekte ve de ellerinde hiç bir delil bulunmamaktadır. Zencimizin ise sol elindeki tüm kasları küçükken yaşadığı bir kaza sonucu kaybolmuştur. Başlı başına bir hukuk cinayeti olan bu karar sonrası kaçmak isteyen zenci vurularak öldürülür. Gerçi hikayenin sonunda babasının zenciyi taciz eden kızını görüp onu kollarını morartarak ve gözüne yumruk atarak yaraladığını anlarız ancak iş işten geçmiştir. Bülbül de ölmüştür, karga da …! Romanımız genel hatlarıyla böyle olsa da aslında burada çok kuvvetli bir temsil söz konusudur. Bülbül ya da karga farketmez. Her ikisi de kuştur. Şöyle diyordu küçük kızımız Scout, 10 yaşındaki abisi Jem’e : “Bak ama, Jem, bana kalırsa tek bir tür insan var, insanların hepsi insan.” Öyle değil mi ? Tek bir insan vardır. Beyaz ya da siyah, Türk ya da Kürt, sağcı ya da solcu… Fark eder mi azizim ? Ne demişti Malcolm X : “Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.” Size daha acı bir gerçekliği söyleyeyim. Üstelik bir romandan değil, o çok medeni avrupadan bu acı gerçek. 1960’ların sonuna kadar Avrupa’da ‘insan hayvanat bahçeleri’ adı altında küçük zenci çocukları maymunların kapatıldığı kafeslere kapatılıp önlerine muz atıldığını biliyor muydunuz? Ne acı değil mi .. Hikayenin zencisi de insandı ve hakları olmalıydı (!).Hem de sadece ve sadece ‘insan’ olmanın gerektirdiği haklar. Ama beyaz baba ve kızının delilsiz, belgesiz isnatları daha üstün tutulacaktı. Neden mi ? Asla kendisinin seçmediği derisinin rengi yüzünden. Gariptir, hikayenin başlarında avukatımız Atticus’a borcunu parası olmadığı için tarım ürünleriyle ödemeye gelen bir adam vardır. İsmini bilmenize gerek yok. Çünkü bu adam bir zihniyeti temsil ediyor. Parası yok ve açlıktan kıvranıyor ama ellerine silahları alıp hapiste tecrit edilen zenciyi öldürmek için gecenin bir yarısı yollara düşebiliyor. Peki ne için ? Ön yargılarımız bu kadar kuvvetli olabilir mi? Belki de biz hukukçuların dikkat etmesi gereken bir nokta da, o gece sabaha kadar müvekkilinin kapısının önünde nöbet tutan, gerçek bir İNSAN olan avukatımız Atticus. Bu yüce gönüllü adam, kızı Scout’un ; ‘Bu adamı savunmaman gerekiyorsa neden savunuyorsun Atticus ?’ sorusuna, şöyle cevap veriyor : ‘ Eğer o zavallı adamı savunmazsam bir daha yolda başım dik nasıl yürürüm. Sana ve ağabeyine birşeyi yapmamanızı bir daha nasıl söylerim ?’ Mahkemede bile siyahlar ile beyazlar aynı yerde oturamaz. Toplumda sonu gelmez bir ayrım vardır. Kimileri zengin diye, kimileri beş parasız diye, kimileri çirkin, kimileri şişman, kimileri siya diye ayrıma maruz kalır. Peki bu insanların ortak bir yanı yok mu ? İşte biz o 6 yaşında kız çocuğu gibi saf ve temiz bakarsak görebileceğiz bunu. Bülbül de kuştur, karga da. Birini besle diğerini vur ! Neye göre, kime göre.. Tam da bu nedenle, insanı insan olduğu için insana karşı korumak demek de olan adalet, toplumların olmazsa olmazıdır. Aklıma George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanındaki şu sözler geldi ve ben de şöyle uyarlayarak söyleyeyim istedim : Bütün insanlar eşittir, ama malesef bazıları daha eşittir. Peki biz hukukçular ve özelinde avukatlar ne çıkarmalıyız bu Pulitzer ödüllü romandan ? Atticus çok sağlam ve güçlü bir karakter. Haksızlığa karşı boynunu eğmeyen, önyargıları benimsemeyen, insanları olduğu gibi kabul eden, empati yapmayı ödev sayan, çocuklarına bunları aşılamaya çalışan, mesleğine ve hayatına pozitif, sabırlı ve kararlı müthiş bir karakter. Atticus’tan bir ders çıkarmak gerekirse o da tek bir kelimeye sığacaktır : EMPATİ.. Bir insanı anlamak ama gerçekten anlamak istiyorsan onların derilerinin içinde dolaşmalısın, nasıl gördüğünü nasıl düşündüğünü anlamalısın. Onların ayakkabılarıyla dolaşmalısın… Biz hukukçular için çoğu zaman müvekkilimiz için yahut bir başkası için olayı içselleştirmek ve emtpatiyi fazla kaçırmak profesyonelliğe aykırı olabiliyor. Ama gene de bu antik yaşam felsefesinin bu kadar etkili olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Yıllar önce gece sarhoş olduğu için yalpalaya yalpalaya yürüyüp elinde şişeyle düşüp bayılan yaş almış bir adamı gördüğümü hatırlıyorum. Daha küçük bir çocuk olduğum o zamanlarda empati yaptığımı ve eve gidene kadar arkada durup ağlaya ağlaya yürüdüğümü anımsıyorum. Ne kadar da üzülmüştüm o akşam. Lakin ben de itiraf etmeliyim ki büyümek ve kirlenmek hepimizi bir miktar bozdu. Romandaki Bay Raymond gibi şöyle söylemek istiyorum: ‘”Hissizleşme’ye başladığımı üzülerek fark ettim. Artık bir savaşta anlamsızca hayatını yitiren bir insan için samimi olarak eskisi kadar üzülemiyorum.”‘ Bizler hukukçu, iktisatçı, ekonomist, esnaf, milletvekili yahut temizlik işçisi olabiliriz. Bunlar bizim ikincil etiketlerimizdir ve öyle olmalıdır. Asıl etiketimiz ise İnsan olmaktır. Her şeyden önce sadece İnsan. Yoksa bülbülleri öldürmek, kargaları beslemek insanoğluna yakışır şey değildir. Gerçi kargayı da öldürmemek gerek. Ama kargaları değil bülbülleri korumak gerek azizim. Zira romanda da dendiği üzere, ‘bülbülleri öldürmek günahtır, çünkü kimseye bir zararı yoktur. Tek yaptığı bizleri eğlendirmek için bütün gün şarkı söylemektir.” Ne bülbüller öldürülsün ne kargalar. İnsanlık bu ayrımcılıktan vazgeçsin yeter..
Bülbülü Öldürmek
Bülbülü ÖldürmekHarper Lee · Sel Yayınları · 201472bin okunma
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.