Roman boyunca o kadar çok keyif alıp o kadar çok heyecanlandım ki hatta bu heyecan dalgaları ile aynı anda kahkahalar da attım. En çok güldüğüm yazar Nelson DeMille ve muhteşem karakteri John Corey dir ama bu kitaptan sonra Locke Lamorra kesinlikle bir numaramdır artık. Locke, Corey kadar esprili olmamasına rağmen kesinlikle roman boyunca daha içten şekilde güldürebildi ve aynı şekilde heyecanlandırabildi de. Kitap içindeki argo sözlere ise daha ayrı bir sempatim oldu, Lynch argo sözleri cümle içinde o kadar güzel kullanmış ki tabir-i caizse “cuk” diye oturmuş desem tam yerinde bir tanım olur. Tabii ki bu durumda en büyük başarı dilimize çevirme bakımında da çevirmen Cihan Karamancı ve KayıpRıhtım’dan tanıdığımız editör M. İhsan Tatari’nin yaptıkları özenli güzel iştir.
Locke hakkında da oturup ayrı ayrı konuşmak gerekiyor. Tüm baş karakteri hırsız olan kitap kahramanlarımız Robin Hood gibi çalar zenginden alıp fakire vereyim düşüncesindedir ama Locke hiç de o şekilde olmayan aksine ben çalayım, ben yiyeyim hatta çaldıkça yine çalayım düşüncesinde bir Centilmen Piçtir. Hırsızbaşının dediği gibi çocuk gerçekten çok fazla çalıyor.
Lynch, okuru Camorr Şehri hakkında bilgi birikimine boğmak yerine “ara” bölümler adı altında bizi geçmişe götürüp küçük küçük anekdotlar tarzında hem keyifli bir şekilde hikaye okutturup hem de yoğun olacak betimlemeleri daha keyifli şekilde okutmayı amaçlamış ve bence sonuna kadar da başarabilmiş. Son birkaç ara bölüm o an ki heyecanı kestiği için belki beğenmeyebilirsiniz çünkü benim için kitap hakkında tek olumsuz düşüncelerim bu şekilde son birkaç ara bölüm sadece.
Yazarın, yazarlık kariyerine başlamadan önceki işlerini göz önüne aldığımda Lynch’e duyduğum hayranlığım daha da arttı. Sonuçta her iş kutsal her iş özeldir ama bulaşıkçılık ve garsonluk yaparken genç yaşta bu kadar güzel bir kitap yazmak gerçekten de çok çok büyük bir başarı.