Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

183 syf.
10/10 puan verdi
Merhaba Sevgili 1000K Okurları, Bugün sizlerle Nilgün Marmara hakkında hasbihal etmek istedim. Bu incelememdeki öncelikli amacım ufak da olsa sizleri Nilgün Marmara ile tanıştırmak ve bu eseri hakkında o küçük anekdotu sizlerle paylaşmaktır. Özellikle söz konusu şiir ise ben şiiri anlamanın yolunu şairi tanımaktan geçtiğine inanıyorum. “Acaba nasıl bir hayat görüşüne sahip, hayatta neler yaşamış, nasıl bir ailesi vardı, nasıl bir öğrenim gördü, neleri savunuyordu…” ve dahası. Bilirsiniz yazılar, onu yazandan izler taşır. Bu yüzden onlardan arta kalan bu eserler aslında onların birer mirasıdır. İşte bu yüzden önce biraz Nilgün Marmara’yı tanıyalım. Nilgün Marmara 13 Şubat 1958’de İstanbul, Kadıköy’de doğar. Plevneli muhasebe müdürü Fikri Marmara ile Vidinlili Perihan Marmara'nın ikinci kızı. Kadıköy'de geçen çocukluk ve gençlik yıllarını, babası ile Bulgaristan'da geçen çocukluk ve gençlik yıllarını hiç unutmayan annesi şekillendirdi. İlkokul beşinci sınıfta kolej sınavlarından hemen önce sokakta düşerek sol kolunu kıran Marmara, solak olmasına rağmen sınavda sağ elini kullanarak tüm kolejlere giriş hakkı kazandı. Önce kaydını Avusturya Lisesi'ne yaptıran ailesi daha sonra maddi imkânsızlıklardan ötürü kaydı geri çekmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Marmara, ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Lisesi'nde bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olur. Yardımcı Doçent Cem Taylan denetiminde yazdığı bitirme tezi, Sylvia Plath’in şairliğinin intiharı bağlamında bir analizidir. Özellikle yaşamları, düşünceleri, hayata bakış açısından Marmara ve Sylvia Plath birbiriyle çok benzeşmektedir. Nilgün Marmara deyince akla gelen isimlerden birisi de Ece Ayhan’dır. Ece Ayhan’ın hakkında yazdıklarından bildiğimiz kadarıyla Marmara 23-24 yaşlarında, henüz üniversite öğrencisiyken Kağan Önal’la evlenmiştir. Bu evlilik konusu şimdilik bir kenarda kalsın. Ece Ayhan’a göre “uç’talık” Marmara’yı temsil eder. “Uç’talık”, marjinalliğin Türkçesidir. Nilgün Marmara hem bu “uç’talığın” temsilcisi olduğu, hem de kendisi de Amerikan Caz Çağı’na bayıldığı için Ece Ayhan ve arkadaşları ona, başka bir edebi mitik figürün ismini, Fitzgerald’ın eşinin ismini verip, “Zelda” derler. Süreya’ya göre kendi şiirinden söz etmediği için de gerçek bir marjinaldir o. Edebiyat dünyasının Zelda’sı, evlilik ve yaşantısının getirisinden ötürü en sonunda kendisini tamamen şiire veren Marmara, uzun süre kimseye göstermediği şiirlerini Kaan Önal'ın on altı aylığına çalışmak için gittiği Libya'da kalırlarken daktiloya çekmeye başladı. Gülseli İnal, Marmara’nın şiir yazması hakkında şöyle söylüyor: “… hiç kimse onun şiir yazdığını o sıralarda bilmiyordu. Çevresindeki usta şairlerden ya da yeni nesil şairlerden hiçbiri onun sayfalar dolusu şiir yazdığını, dille uğraştığını bilmiyordu. "Dosyalar dolusu iki yüz elli şiirim var" dediği zaman olduğum yerde donup kalmıştım. Boğaziçi Üniversitesi'nin bahçesindeydik..” (Not: Boğaziçi Üniversitesi’nde orta kantinin üstündeki, derslere girmediklerinde tünedikleri bir merdiven var. Marmara’nın ismini verdiği ve hala yaşattığı bu merdivenin adı “Umutsuzlar Merdiveni”. Marmara’nın en yakınlarından biri olan Ece Ayhan şöyle demiş: “Boğaziçi Üniversitesi’nde (ve daha önce Robert Kolej’de, ‘yukarıda’ ) okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir ‘umutsuzlar merdiveni’ vardır; demirdendir. Kim bilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni!”) Marmara’nın hayattayken insanlara nasıl bir izlenim verdiğinden de bahsetmek gerekiyor. “[…]yakın ve uzak çevresinden ayrı, ayrılmış olarak sınırda, garip bir sınırda” bulunuyordu Ece Ayhan’a göre. Cemal Süreya ise onun “bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu, daha doğrusu vakit geçirme yeri gibi gördüğünü” söylüyordu. Nitekim, daha fazla “vakit geçirmeyi” reddederek, 13 Ekim 1987’de, henüz 29 yaşındayken, o zamanın şair ve yazarlarının toplanma mekânı olan Kızıltoprak’taki evinin penceresinden ölüme atlayarak “bütün arka bahçelerini” gördüğü bu “iki adımlık yerküre”ye veda etti. Nilgün Marmara veda ederken arkasında bıraktığı son mektup/intihar notunun sonunda şöyle demişti; “ek 4: kağan arzu edersen ileride, daktiloya çekilmiş olan şiirleri bastırabilirsin." Ama öyle olmadı. Ölümünden sonra bunlar ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ ve ‘Daktiloya Çekilmiş Metinler’ diye iki ayrı kitap olarak yayımlandı. Ve daha sonra acısı taze olan Marmara’nın annesi Nilgün’ün her şeyinin yayımlanmasını istiyordu. Evet, bu vasiyetine aykırıydı ama yine de basıldı. Örneğin; "Defterler" ve "Kağıtlar". Marmara asla yayınlanmayacağını düşünerek duygularını kaleme almıştı fakat öyle olmadı. Kitapları yayınlandı ve binlerce insan tarafından da okundu. Okur daima bir düşünceye izinsiz konuk olduğunu unutmadan okusun diye defalarca ön sözlerde ve arka kapakta bu detay hatırlatılıyor zaten. Şimdi bu kitabına dönelim… Nilgün Marmara’nın ölümünden hemen sonra çıkan 1988 yılında yayınlanan “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” kitabında yer alan şiirler 1977'den 1987'ye ölümünden yalnızca 1 ay öncesine dek yazmış olduğu şiirleri kronolojik olarak kapsar. Everest Yayınevi tarafından herhangi bir düzeltme yapmayarak, özgün halde bırakarak yayınlanmış. Kurulan imgeler yer yer savruk olsalar da anlam dünyasıyla devamlı hesaplaşır özellikte. Doğa ile evren, varoluşla beden, korku ile çocuksuluk ve aşk aynı şiir çemberi içinde apayrı göndermelere taşıyor okuru. Başta ‘mor’ olmak üzere renklerin bu kurulan kozmik dünyada özel ve zengin çağrışımları var. Ve tüm bunların yanında kendine has bir gizemcilik. Şiirlerde ölümle hayat arasındaki gidip gelişlere de şiirler boyu rastlamak mümkün. Bu arada ilk baskısının “mor” renkte seçilmiş olması, yayınevinin Marmara’yı çok iyi anlayarak şiirlerini bastığını düşündürüyor. Naif, ince, kırılgan bir kitap. "Samimi" yanlış kelime olabilir , fakat "öz'e" yakın bir yerlerde dolanan şiirler desek çok da yanlış olmaz sanıyorum. Güzel kadın Nilgün Marmara’nın intiharına doğru yol aldığı sürecin şiirsel ifadesi olduğunu okurken hissediyorsunuz. Duyarlılığını, dünyaya aidiyet hissetmeyişini ve tepkilerini gördükçe çocukluğuna dönme arzusunu bize de derinden hissettiriyor Marmara şu dizeleriyle: “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!..” “Değersiz taşları yontarsın/ kesmenin büyüleyiciliğiyle...” derken aşka aşık olan ve yaptığı hatalara rağmen aşkı hissetmekten vazgeçmeyen aşıkları vurgularken “Genç bir yangında ölünür/ kara-lav-göldür yüzeyi, açılmaz / şimdi kırgın eskil bir aşktır; gidilmez.” dizeleriyle aşkın ateşine yakalananların zamanla pişmanlığa yakalansalar da nasıl alışkanlıklarına esir olup kalakaldıklarını dile getirir ince üslubuyla. “Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.” dizeleriyle psikanalize selam ederken kendi çocukluğuna damgasını vuran baba ve aile sorunlarına da göndermelerde bulunmaktadır. Öte yandan Marmara, daha nice etkileyici dizeler yazabilecekken “Her şeyi yazmıyorum, korkuyorum. yazarsam çok dağılacağım gibi...” diyerek iki adımlık yer kürenin bütün arka bahçelerini gördüğünü ama onunla birlikte ölüme götürdüğünü hissettirir. “Savrulan beden” Nilgün Marmara’nın tedavi olacağına dair söz verdiği (Not: Nilgün Marmara manik-depresif tanısı almıştır.) ve ölüme atladığı günkü son sözlerini şuraya eklemek isterim: “13 Ekim 1987 Salı Sevgilim Her gün kötücül bir düşü kurmak ve onu taşımak artık kılgıyı gerektiriyor. Sana böyle bir yük bırakmak istemezdim ama sen akıllı ve güçlüsün, çabuk unutursun. Bu durumdan kimse kimseyi ya da kendini suçlu, sorumlu saymasın, çünkü suç yok. Yalnızca ırmağın akışına bir müdahele söz konusu! Her anın niye'sini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu! Çocukluğun kendini saf bir akışına bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte! Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanamaz, bu nedenle tüm sevdiklerime elveda diyorum. Ben'i bağışlayın! Bunu en çok annemden, babamdan ve Kağan senden diliyorum. Dostlarımdan da! Nilgün Marmara Önal Seni hep sevdim Kağan! Hoşçakalın! P.S.1 Cenaze töreni istemiyorum, mümkünse yakınız lütfen! P.S.2 Kuşlar ölünceye kadar iyi bakınız onlara 3 Sahneden çekilirken yaşamıma karışmış herkesi selamlıyorum 4 Kağan arzu ederse ileride, daktiloya çekilmiş şiirleri bastırabilirsin” Umarım az da olsa bir yararım olmuştur. Bu dünyayı başka dünyanın bekleme odası olarak gören, üç adımlık yer kürede uçsuz bucaksız olan bu güzel şairi; Nilgün Marmara’yı, ondan izler taşıyan eserleriyle tanımak ayrı bir zevk. İznin olmasa da, vasiyetine aykırı da olsa bu güzel mirasların için teşekkürler Nilgün Marmara. Herkese keyifli okumalar diliyorum.
Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1977-1987)
Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1977-1987)Nilgün Marmara · Everest Yayınları · 20143,478 okunma
·
316 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.