Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Zaman döndü, dolaştı ve bu dinin insanlığa geldiği ilk günkü noktaya geldi. İnsanlık, şu Kur’an’ın Peygamberimize indiği günlerdeki durumunun bir benzerine döndü. İslâmiyet’in, en büyük temel kuralı olan “lâilâhe illellah (Allah’dan başka ilâh yoktur)” ilkesini yerleştirmek üzere geldiği günlerin ve sosyal şartların benzerlerini yaşıyoruz neredeyse. Yalnız bu şahadet cümlesinin anlamını İslâm orduları başkomutanının elçisi Rebii b. Amir’in anladığı ve anlattığı gibi anlamak gerekir. Bilindiği gibi Rebii b. Amir, Pers orduları başkomutanı Rüstem ile görüşmesi sırasında komutanın “Sizi buralara getiren sebep nedir?” şeklindeki sorusuna şu cevabı veriyordu; “Bizi buralara gönderen yüce Allah’dır. İsteyenleri kula kulluk boyunduruğundan kurtarıp yüce Allah’ a kul olma düzeyine, dünyanın dar kalıpları içinde tutsak olmaktan kurtarıp dünya ve Ahiret enginliğine ve çarpık dinlerin baskısından kurtarıp İslâm’ın adaletine kavuşturmak için geldik.” Rebii b. Amir bu sözleri söylerken Rüstem ile soydaşlarının imparator Kisra’ya tapmadıklarını, onu evrenin yaratıcısı ve ilâhı olarak görmediklerini, bilinen ibadet amaçlı davranışları kendisine sunmadıklarını biliyordu. Yalnız imparatorun yasa koyma yetkisini onaylıyorlar, bu anlamda ona tapıyorlardı ki bu tutum İslâm’a aykırı idi, hatta onunla çelişiyordu. Bu yüzden Rüstem’e bildirdi ki, yüce Allah kendilerini insanları kulun kula kulluk ettiği, rejimlerin ve sosyal düzenlerin pençesinden kurtarıp ortaksız Allah’a kul olma düzeyine ve İslâm adaletinin dirliğine çıkarmaya göndermişti. Bu rejimlerin ve düzenlerin savunucuları ilâhlığın belli-başlı özelliklerini oluşturan egemenliği, yasa koymayı, söz konusu ayrıcalıklı kullara yakıştırıyor ve halktan bu egemenliğe boyun eğmesini ve bu yasalara uymasını istiyorlardı ki, bunlar çarpık dinlerin sözcüleri idiler. Zaman döndü, dolaştı ve bu dinin insanlığa “lailâhe illellah” ilkesini getirdiği günkü noktaya geldi. İnsanlık tekrar kulun kula kul olduğu döneme geri döndü, tekrar çarpık dinlerin baskısı altına düştü, “lailâhe illellah” (Allah’dan başka ilâh yoktur)” ilkesini çiğnedi. Gerçi bazı kimseler minarelerden “lailâhe illellah” cümlelerini seslendirmekte devam ediyorlar. Fakat bu seslendirmeyi söz konusu cümlenin anlamını kavramadan ve ağızlarından dökülen bu kelimelerin bilincinde olmadan ve birtakım ayrıcalıklı kulların kendilerine yakıştırdıkları “egemenliğin” meşruluğunu reddetmeden yapıyorlar. Oysa egemenlik, ilâhlıkla eş-anlamlıdır. Buna göre gerek bazı ayrıcalıklı fertlerin gerek yasa koymakla görevlendirilmiş kurumların ve gerekse halkların bu yetkiyi kendilerine yakıştırmaları gayri meşrudur. Çünkü ne bu imtiyazlı fertler ne yasama kurumları ve ne de halklar ilâh değildirler ve buna göre egemenlik yetkisini kullanma hakları yoktur. Ne var ki, insanlık tekrar cahiliye dönemine döndü, “lailâhe illellah” ilkesine sırt çevirdi ve bunun sonucu olarak sözü geçen kimselere ilâhlık özelliklerini yakıştırdı, artık yüce Allah’ın birliğini unutuverdi, sırf O’nu dost edinme, sırf O’na dayanma ilkesinden uzaklaşıverdi. İnsanlık tümü ile böyle oldu. Bu hüküm, yeryüzünün doğusunun ve batısının minarelerine çıkıp oralarda “lailâhe illellah” cümlelerini haykıranlar için, bu kelimeleri anlamsız ve pratik uygulamasız olarak seslendirmekle yetinenler için de geçerlidir. Aslında bunların günahı daha büyüktür ve Kıyamet günü çarpılacakları azap daha ağırdır. Çünkü onlar doğru yolu tanıdıktan ve uzun bir süre müslüman olarak yaşadıktan sonra kula kul olma sapıklığına geri döndüler. İşte bu yüzden günümüzün müslüman topluluğu bu açık anlamlı ayetler üzerinde uzun uzun durmaya ne kadar çok muhtaçtır! Meselâ bu kitle, bağlılık ve dost edinme ilkesini belirten şu ayet üzerinde durmaya ne kadar çok muhtaçtır!: “De ki; `Allah’dan başkasını mı dost edineyim ki, o göklerin ve yerin yoktan var edicisidir, yedirir, fakat yedireni yoktur.” De ki; `Müslümanların ilki olmam emredildi, bana `sakın Allah’a ortak koşanlardan olma’ denildi.” Günümüzün müslümanları bu ayet üzerinde uzun uzun durup düşünmelidirler ki, şu gerçekler kafalarına iyice yerleşebilsin: İster boyun eğme ve itaat etme, ister yardım isteme ve medet umma anlamında olsun, yüce Allah’dan başkasını dost ve dayanak edinmek İslâm’a taban tabana zıddır. Çünkü bu tutum İslâm’ın insanları pençesinden kurtarmaya geldiği müşrikliğin ta kendisidir. Yüce Allah’dan başkasını dost edinmenin ilk somut uygulaması, ilk açık belirtisi gerek vicdanda ve gerekse pratik hayatta yüce Allah’dan başkasının egemenliğini kabul etmektir. Oysa günümüzün insanlığı istisnasız olarak tümü ile bu tutumu benimsemiştir. Günümüzde müslümanın ana amacı tüm insanlığı kula kulluk boyunduruğundan kurtarıp yüce Allah’a kul olma özgürlüğüne kavuşturmaktır. Günümüzün müslümanı bu uğurda mücadele ederken tıpkı Peygamberimizin ve bu ayetlere muhatap olan ilk müslüman cemaatın karşı karşıya bulunduğu cahiliye zihniyetinin aynısı ile karşı karşıyadır. Günümüzün müslümanları cahiliye zihniyetine karşı mücadele verirken aşağıdaki ayetlerin mümin kalblere kazandıracakları gerçeklere ve duygulara sahip olmaya ne kadar çok muhtaçtırlar! “De ki; `Eğer Rabbimin buyruklarına karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.’ `O gün kim azaptan uzak tutulursa Allah onu kayırmış olur. İşte kesin kurtuluş budur. Eğer Allah başına bir musibet verirse onu O’ndan başka hiç kimse gideremez. Eğer sana bir iyilik verirse, kuşkusuz O’nun gücü her şeye yeter. O kulları üzerinde kesin egemendir. O’nun yaptığı her şey yerindedir ve O her şeyden haberdardır.” Günümüzün müslümanı cahiliyeye karşı vereceği savaşta bu zihniyetin acımasızlığını, zorbalığını, baskısını, sırt çevirmesini, inatçılığını, bozulmuşluğunu, kokuşmuşluğunu tümü ile karşısında bulur. Müslüman bütün bu iğrençliklere karşı dururken bu gerçeklerin ve bu duyguların kalbinde yerleşmiş bulunmasına ne kadar çok muhtaçtır! Bu gerçekleri ve bu duyguları bir kere daha hatırlayalım: Yüce Allah’ın buyruklarını çiğnemekten ve O’ndan başkasını dost-dayanak edinmekten korkmak. Yüce Allah’ın buyruklarını çiğneyenleri bekleyen korkunç azaptan çekinmek. Zarar ve fayda dokunduranın sadece Allah olduğuna kesinlikle inanmak. Yüce Allah’ın kulları üzerinde kesinkes egemen olduğunun, O’nun hükmünü hiç kimsenin geriye atamayacağının, kararını hiç kimsenin önleyemeyeceğinin her zaman bilincinde olmak. Bu duyguları ve bu gerçekleri içinde barındırmayan kalb, şu azgın cahiliye zihniyeti karşısında İslâmı yeniden “kurma”nın gerektireceği yükümlülükleri omuzlarında taşıyamaz. Bu yükümlülükler dağların bile taşıyamayacağı kadar ağırdır! Bu günün müslümanı önce yeryüzündeki görevini gerçek anlamı ile ve kesin olarak bilecek, insanlara benimsetmeye çalıştığı inanç sisteminin mahiyetini kavrayacak, yüce Allah’ı -dostluğun her anlamı ile- yalnız başına dost edinmeyi inancının gereği bilecek ve bu zor görevi sırasında hangi gerçekleri ve duyguları kalbinde taşıması gerektiğinin bilincinde olacaktır. Bütün bunlardan sonra şiddetle muhtaç olduğu bir tutum vardır ki, o da şudur. Eski zamanların cahiliye zihniyeti gibi günümüzün cahiliye zihniyetinin de pençesinde kıvrandığı müşriklik hastalığı ile aradaki bütün bağları koparacak, bütün ipleri kesecek, onunla hiçbir anlamda ilişiği kalmayacak, ona karşı yüce Allah’ın şahidliğine sığınacaktır. Bunların yanısıra Peygamberimizin söylemekle emredildiği sözün aynısını söyleyecek, bu sözü tıpkı Peygamberimizin yaptığı gibi cahiliye zihniyetinin suratına çarpacak ve böylece Peygamberimizi izleyerek yüce Allah’ın bu konudaki buyruğunu yerine getirecektir. Tekrarlıyoruz: “De ki; `En büyük şahidlik kiminkidir?’ De ki; `Benimle sizin aranızda Allah şahiddir, bu Kur’an gerek sizi ve gerekse ulaştığı herkesi uyarayım diye bana vahyedildi, sizler Allah ile birlikte başka ilâhlar olduğuna mı şahidlik ediyorsunuz?’ De ki; `Ben buna şahidlik etmem’ De ki; `O tek bir ilâhtır ve ben sizin O’na koştuğunuz ortaklardan uzağım.”
··
168 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.