Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

376 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
1952 yılında yazılan bu distopya yazarın kendi sözleriyle “Konusunu, konusu güle oynaya Biz ’den araklanmış Cesur Yeni Dünya’dan güle oynaya arakladım,” … Distopyanın ortaya çıktığı 20. Yüzyıl ilk örnekleri olan Biz, Cesur Yeni Dünya, 1984’ün devam niteliğindedir. Savaşlarla gözünü açan 20. yüzyıl teknolojiyi ölümle birleştirmiştir. Savaş ile özdeşleşen teknoloji geleceğe dair tüm umutları yok etmiştir. Böyle bir ortamda distopyaların ortaya çıkışı kaçınılmazdır. Kriz dönemi ürünüdür. Yazarın hayatı da bu türde yazmasına itecek ölçüdedir. Kurt Vonnegut 1922 yılında İndianapolis şehrinde dünyaya gelmiştir. Biyokimya okuyan yazar ikinci dünya savaşı sırasında asker olarak göreve gönderilmiştir. Almanya’da savaş esiri olarak kalan Vonnegut, Dresden şehrinin müttefikler tarafından bombalanmasına şahit olmuştur. Bu olay Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından daha fazla ölüme yol açmıştır. Doğal olarak bundan etkilenerek yapıtlarına da bunu yansıtmıştır. Ütopya kelime anlamı olarak iyi yer anlamına gelirken distopya ise kelime anlamından ötürü gelen karşıtlık barındırır yani kötü yer anlamına gelir. Genel olarak yaşanılan çağın şartlarını en radikal uçlarına kadar götürerek okuyucuyu yaşadığı ortama yabancılaştırarak yaşanılanın farkına varılması amaçlanır. Eleştirel bir işlev barındırır. Eleştiri gözüyle yaşanılan dünyaya bakmak radikal uçlarını görmek aslında bir anlamda değiştirici gücü ortaya çıkarabilir. Otomatik Piyano kendi içerinde yabancılaştırma içeren bir distopya. Değiştirici bir güç olma yolunda devrim ile oluşturulan kötü yere, dünyaya karşı çıkılmaktadır. "BU KISIMDAN SONRA SPOİLER İÇERİR" Kaçınılması gereken dünya şu şekildedir: Üçüncü Dünya savaşının gerçekleşmesiyle oluşan güçlüklere karşı kalanlar tarafından teknoloji baz alınarak yeni bir yapı tesis edilmiştir. Bu yapı yeni bir üretim sitemidir, ikici sanayi devrimidir ve oluşturulan bu üretim insan gücüne ihtiyaç duymamaktadır. Üretim sistemindeki bu değişiklik tüm hayatı belirlemektedir. Kitap iki olay örgüsü üzerinden ilerlemektedir. Ana olarak bağlantı göreceğimiz mekân New York eyaletinin Ilium kentidir. Bu kent üç kısımdan oluşmaktadır. Ortasından nehir geçen kentin kuzeybatısında müdürler, mühendisler; kuzeydoğusunda makineler ve nehrin öteki tarafında halkın da çoğunluğunun yaşadığı yuva adıyla anılan bölge bulunmaktadır. Kitabın başında bulunan bu kent planlamasıyla insanlar arası hiyerarşik düzeni anlamaktayız. Savaş sonrası yeni düzenlenen yapıda insanlara zekâ testi uygulanmakta ve statüleri yapılan teste göre belirlenmektedir. Mühendis veya müdür olacak seviyede değil ise nehrin öbür tarafı olan yuvada yaşamak mecburiyetinde kalır. Mühendis, müdür gibi işlere sahip olamayacak olanlar ve makineler ile ekonomik olarak rekabet edemeyenler yeniden inşa ve ıslah kurumunu veya orduyu seçmek durumunda kalırlar. Kitabın birçok kısmında görüldüğü üzere bu işler bir tür sembolik anlam taşımaktadır. Çünkü anlam taşıyacak tüm işleri makineler insanlar yerine yapmaktadır. Olay örgüsünün bir tarafı bu kentte yaşayan ana karakter ve kentin en yetkin kişisi fabrikanın müdürü Paul Proteus üzerinden ilerlemektedir. Doktor Proteus oluşturulan sistem içerisinde en yüksek yetkilere sahip olmasına rağmen hayatından rahatsızlık duymaktadır. Sistemin çıkışında kurtarıcı İsa yerine koyulacak bu karakter, sistemin oluşturulmasına önayak olmuş adamın oğludur. Yazarın alışageldik ironi dilini buradan görebiliriz. Ayrı bir ayrıntı olarak Proteus soyadı “sık sık şekil değiştiren, bilgeliği için insanların danışmak istedikleri içine kapanık bir yunun tanrısı” anlamı taşımaktadır. Proteus yuvada yetişmiş Anita ile evlidir. Anita sürekli olarak işinde yükselmesi amaçlı onu baskılamaktadır ve kocasının statüsü ile kendini var edeceği düşüncesindedir. İşe gidip gelme ile sınırlı hayatı arkadaşı Ed Finnerty’nin gelişiyle ve işinde yükselme şansını karısının baskılarıyla elinde kaçırmama yolunda yaptıklarıyla değişikliklere uğrar. Sistemden kurtulma fikri ilk olarak Finnerty de ateşlenmiştir. Proteus’ tan daha yüksek bir statüdedir ve işinden ayrılarak sistemin içinden çıkmayı göze almıştır. Sistemi yıkma yolunda bir başkaldırı, devrim meydana getirilmeye çalışılır. Bu örgütlenme köprünün iki tarafındaki insanları da içerir. Fakat genel olarak yuva içerisinde çalışmalar yürütülür. Proteus, örgütlenmenin oluşturduğu hayalet gömlekliler derneğinin kurucusudur. Fakat kendisinin bundan haberi ancak devrim gerçekleşirken olur. Bir yandan işinde yükselme amaçlı üstleri için ajanlık yaparken diğer taraftan da hayalet gömlekliler derneği için ajanlık yapar. Arada kalmışlık içerisindedir. Aslında onun aldığı çiftlik eviyle doğadan, kendinden uzaklaşan insana geri dönmek isteğin de olduğunu görürüz. Teknolojinin insanı kendine yabancılaştırdığını hissetmekte ve kendini tanımak için doğaya geri dönmek istemektedir. Hümanist olarak Kurt Vonnegut için “insana saygı gösterilmesi ve insanın yaratıcı güçlerinin geliştirilmesi, onu gönençli ve özgür kılmayı, her türlü bakımdan yükseltmeyi amaçladığı” yönünde tahmin de bulunabiliriz. Bu bağlam da merkeze konulan teknolojiyi bu şekilde yıkma ile insanı olması gereken değere geri getirmeye çabalamıştır. Bu çabasın da başarıya ulaşılamamıştır. Yapılan devrim de insanlar tarihsel hataya bir kez daha düşmüşlerdir. 19. Yüzyılda gerçekleşen luddist anlayışını görürüz. Tüm hırsını makinelerden çıkarmak isteyen insanlar, olan hallerinin suçunu makineye yükleyen insanlar önünü arkasını düşünmede tüm makineleri yok etmeye başlamıştır. Öyle ki temel besin kaynağı olacak ekmek yapma makinesi de kargaşa içinde yok edilince hayalet gömlekliler derneği başındakiler yazarın da bir tezahürü olarak bir galibiyet elde edilemeyeceğini anlayarak; şehri çevreleyen ve teslim olmalarını bekleyen yöneticilere teslim olurlar. Kitabın bu kısmına Marx’ın yabancılaşma analiziyle de yaklaşılabilir. İnsani anlamın merkezine neyi yerleştireceği konusunda bir görüş sağlamaktadır. Yabancılaşma analizi esasen emekle -anlamlı bir hayatın merkezi olarak çalışmayla- başlar ve tamamlanır. Emek varoluşsal etkinliğe işaret eder yani yaptıkları ve yarattıklarına. Kişinin anlam kaynağı emek ve çalışma haline gelir ve çalışma kesintiye uğradığında işçi ciddi olarak zorlanır. Çalışmak esasen insanlara kendi evrenselliklerini geliştirmelerinde yardımcı olması gerekmektedir. İnsanlar bizzat kendi ürettikleri bir dünyada kendilerini tanıyabildiklerinde özgür ve mutlu olur, anlamlı bir hayat sürdürür. Kısacası çalışma, emek; benliğin, kişinin içsel bir varlığın uzantısıdır. Marx’ın bu anlayışının insanların çalışmaya, emeğe yabancılaşması Otomatik Piyano’nun dünyasında da söz konusudur. Yapılan sınırlı işler de sadece iş yapıyor görünümündedir. Proteus inşa ve ıslah kurumu işçilerini her gördüğünde aylak aylak dolaştıklarına dair bir tanımda bulunur çünkü yapılan işte bir anlam yoktur. Keynes’in devletin iş yaratmak için gerekirse çukur kazdırıp tekrar doldurması gerektiği hususundaki görüşleri mantığında bir iş yapmaktadırlar. İnsanlar kendini işe yaramaz hisseder. Proteus’ ta yaptığı işe yabancılaşmakta ne yaptığının farkındalığında olmadan birtakım emekler de bulunduğunu fark eder. Bu bağlamda toplumun ayrılan iki yapısında zeki olarak işe yarılabilir konuma konulanlar da dahil varoluşsal özünü ortaya koymak mümkün değildir. Oluşan ikili örgünün diğer kısmına baktığımız da oluşturulmuş bu sistemin politika veçhesini görürüz. Dış İşleri Bakanlığı’ndan Dr. Ewing J. Halyard ‘ın Bratpuhr Şahını yarattıkları sistemi kendi ülkelerinde de gerçekleştirmesi amaçlı örnek alınacak bir sistem olarak tanıtmaktadır. Halyard’ ın bu göreve alışık olduğu görülmektedir. Bu da oluşturulan sistemin mükemmel olduğu düşüncesi içerisinde olduklarını gösterir. Çünkü ütopya anlatılarındaki gibi dışarıdan gelen insana kendi ülkesini tanıtma havası içerisindedir. Fakat bu sefer ki yabancı yani şah anlatılanlara hayran kalmaz. Tam tersine bu sistem de yaşayan insanlara ‘takaru’ yani köle diyerek şaşkınlık içinde kalır. Yazar bu noktada da klasik alaycı tavrını ortaya koyar. Distopyaların da aslında bir ütopya düşüncesi içerisin de ortaya koyulduğuna dair bir örneklem barındırır. Kurulmuş bu sistem daha yeni bir başlangıçtadır, oturmamıştır. Onlara göre bu yeni sistem savaştan kurtuldukları umut öğesi barındıran bir ütopyadır. Halyard’ın büyük bir alayla başkandan söz etmesi ve onun üniversite dahi okumamış olmasından zekâ testine tabi tutulmadığını anlarız. Başkan sadece retorik bir görüntü sergilemek amaçlı vardır. Şahın gezdirilmesi sırasında Epicac’ın yani dev bilgisayarın açılışına da şahit oluruz. Artık bu makineyle tüm her şey katı bir determinizm misali baştan belirlenecek gibidir. Tanrı yerine konulan bir makine söz konusudur. “Yazar politikacıları dev bilgisayar Epicac’ın kuklaları olarak” görmektedir. İnsanlar nasıl yaşaması gerektiği konusunda söz hakkına sahip değildir. Her konu da makine belirleyici olandır. İnsan makine karşısında yenilmiştir. Alaycı bir tavırla fabrikanın üçüncü önemli kişisi dahi kendi yerini dolduracak bir makine yaratmasıyla işinden olur. Her konum da makine insan yerini alabilmektedir. İlginç bir nokta da müdürler ve mühendislerin yani çalıştığı kastedilen yurttaşların aynı zamanda iktidardaki partinin üyeleri de olmalarıdır. İktidarın ideolojik görüşü makinelerin hakimiyetini dayatmaktır kalan tüm her şey makine tarafından belirlenir. Fakat ekonomide, üretimde, politikada iktidarın hakimliği distopyanın totalitarizm yönünü gösterir. Bu olay örgüsü dahilinde karşılaşılan bir kadın üzerinden sanatın nasıl gerçekleştiğini de öğrenmiş oluruz. Yazarlık üzerine dönen konuşma da basılacak kitapların bazı istatiksel hesaplamalarla sipariş üzerine oluşturulduğundan söz edilir. Sayfa sayısından konusuna kadar her şey belirlenerek yazara sipariş verilir. Kültür bu yolla ucuz tutulacaktır. İsteklerin istatiksel hesaplanıp ürünü piyasaya sunma. Sanatın bu şekilde tüketim unsuru hale getirilmesi onun değerini yok saymaktır. Aynı zamanda günümüz ‘tüketim’ anlayışına da göz kırpmaktadır. Dönemin küreselleşme yolunda fordizmin getirdiği seri üretim anlayışıyla bağdaştırılabilir. Anlatılanlar doğrultusunda distopya olarak adlandırabileceğimiz unsurlar bu bağlamlardadır. Böyle bir yaşamın temel ihtiyaçlar hususunda kolaylık sağlaması, emek işçiliği ölçüsünde yıpranma olmaması cazip görünür. Artık kaynak üretme de sıkıntı yoktur. Yine de böyle bir dünya da yukarıda ki bağlamlar açısından yaşamak pek mümkün görünmüyor. Teknoloji- İnsan ikiliği hala bir uzlaşımda değildir. Hangi konumda makine yani teknolojiyi alacağımız tartışmalıdır. Teknoloji üzerinde tahakküm kurmalı ve eksik yönlerimizi onunla yok ederek ilerleme yolunda araç olarak görebiliriz. Başka bir açıdan yaklaşarak bu ikiliği kurmanın yanlış olduğunu kavrayabiliriz. Teknolojiyi insan kurarken, teknolojinin de insanı kurduğu yönünde bir anlayış bu ikiliği ortadan kaldırıp tahakküm kurma iddiasını da ortadan kaldırabilir.
Otomatik Piyano
Otomatik PiyanoKurt Vonnegut · April Yayıncılık · 2018319 okunma
·
221 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.