Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Oğlumla bir hasbihal : Sevgili Oğlum Kür Şad, Bugün - Allah'a çok şükür - elemsiz, kedersiz dördüncü yaşına bastın. Şu anda duyduğum hudutsuz saâdeti - emin ol yavrum - ne bir ay önce taç giyen İngiliz Kraliçesi İkinci Elizabet duymuştur, ne de geçenlerde Mısır Cumhurreisi olan General Necip... Fakat, ne yazık ki, ailemizin bu mutlu gününü bir arada kutlayamadık. Çünkü annen, sen ve kardeşin - yaz tâtilini geçirmek üzere - İstanbul'da bulunuyorsunuz. Bense (Her Şey Vatan İçin), i hazırlamakla meşgulüm. Tadına doyum olmayan bu güzel meşguliyet, bana, sizlerin muvak­kat ayrılığınızdan duyduğum derin acıyı unutturuyor. Dansı, dostlar başına.. Altıncı eserime (Her Şey Vatan İçin) adını koymamın sebebi nedir?. Bu mühim noktayı, her şeyi anlayabilecek bir çağa geldiğin vakit, uzun uzun düşünmeni isterim. Zira bu isim, zamanımızdaki monden ailelerin veya onlara öze­nen bâzı zavallıların çocuklarına taktıkları uydurma isimler­den değildir. O, ailemizin şeref sembolü, babanın kısa haltercümesidir. Neden mi ? . . Aile büyüklerimiz canlarını, baban da (Aşk, Enerji, Ümit ve İstikbâl) gibi en kıymetli varlıklarını hep bu mu­kaddes mefhum uğrunda seve seve feda ettiler de ondan!.. Başlıbaşına bir eser konusu olan bu hikâye, çok uzundur. Ben, buraya, kısaltılmışını geçiriyorum : Târihimizde hem şanlı, hem de acı olaylarla dolu ve halk arasında (93 Harbi) denmekle mâruf bir TÜRK - RUS savaşı vardır. 1877 - 1878 yıllarında vâki olan ve cihan tâ­rihinde bir eşi daha bulunmayan bu korkunç boğuşma, yüzbinlerce Türk’ün şahâdet, muhâceret ve sefaletine sebep olmuş.. Ezelî ve ebedî düşmanımız Moskofların gerek bu, gerekse bundan evvel ve sonraki savaşlarda Müslüman Türklere yaptıkları zulüm ve işkenceleri târih kitaplarında okurken nefretle irkilmemek, kinle dolup taşmamak imkânsızdır. Bak çocuğum, bu husus­la, büyük edîb ve vatanperverlerimizden rahm‘etli Süleyman Nazif (Batarya ile Ateş) adlı eserinde neler yazıyor: RUS KİMDİR, MOSKOF NEDİR ? . . (X) Tam iki buçuk yüz yıl.. Evet, tam iki yüz elli yıl oldu. Irkımızın ve dînimizin bu en büyük ve en amansız düşmanıyla ölüm meydanlarında sık sık karşılaşıyoruz. Bugün hiçbir Türk ve Müslüman aile gösterilemez ki, bir veya birkaç evlâdını Moskof savaşlarının birinde şehit vermemiş olsun!. O kırışmacaların gözü yaşlı binlerce destânı İslâm diyârının ıssız köşelerinde, iki yüz elli yıldanberi iniltiler uyandırıyor; iki yüz elli yıldanberi kinleri tutuşturuyor. Yurdumuzda tütmeyen ocakların her biri, diğeri­ne bir Rus savaşında bestelenmiş sessiz bir çığlığı tekrar eder. Köylere, tarlalara niçin harap olduklarını sor: Cevap verirler ki, îmar eden, çalışan kol; bir Mos­kof cenginde kırıldı!. Bu ülkenin doğusunda, kuzeyinde bir avuç top­rak bulunmaz ki Türk’ün, Moskof eliyle dökülmüş mübârek kanını içmiş olmasın!.. Bu ülkenin batısında, güneyinde bir ev görül­mez ki yıkılmış duvarları Türk’ün, Rus silâhıyla uzaklarda ölmüş bir oğluna erişmEye çalışan âh ü vâhını dinlemiş bulunmasın!.. Moskof’un barışı aldatıcı, susması kuduz, yaltak­lanması hâin, yardımı ihanet doludur. Ey Türk oğlu!. Sana damarlarındaki kanı arma­ğan edenler, kanlarının son damlalarını Moskof sa­vaşlarında döktüler.. Sen bugün, yarın ne olursan ol, fakat unutma- ki o şehitlerin ebedî bir yetimisin.. Bu din, bu dev­let, bu vatan gibi, bu gayz, bu kin, bu intikam da onların sana mübarek bir mirasıdır!. Dünyada bir Rusya ve bir Rus kaldıkça, bu hakkına ve bu vazi­fene hürmet et: Hakkın öldürmek, vazifen gerekirse derhal öl­mektir, Türk oğlu!.. Irkına, vatanına, târihine ihanet etmiş olan kim­selerin hiçbirini Unutma, Türk oğlu!, Unutma ve af­fetme!. Şimdi de, tosunum, babanı dinle : Unutmadım daha dün şerefimle oynayan, Kanımı eme eme semiren alçakları... Unutamaz Türk kanı damarında kaynayan, Benliğini kahpece kemiren alçakları !.. * Ne iğrenç emellere sahne olmuş öz yurdum, Düşündükçe hırsımdan kendi kendimi yerim!.. İntikam hisleriyle şahlanmış bir Bozkurd’um, Kim ne derse desin, ben: “Dînim, kinimdir" derim!.. * Çak, beynimde durmadan, ey intikam şimşeği! Bak, işâret veriyor kahraman Oğuz Beği!.. Uyandırıp bir anda gaflete dalanları, Kahretmek istiyorum hakkımı çalanları!.. * * ❖ Ne çıkar bulunmazsa bir tutam tuz aşımda, Elimde zağlı kılıç, ak tolga var başımda!.. Bir vuruşta Moskof’u etmek için yüz bin şak, Bak, nasıl bürünmüşüm îmandan bir zırha bak Ne süngü, ne mızrak, ne de mermi işlemeyen bu îman­dan zırh; sende de var çocuğum!.. Zira damarlarında, kah­ramanlar kahramanı büyük ceddin (Kür Şad) ın asîl kanını taşıyorsun. Binaenaleyh ve hiç şüphesiz senin de, aynı kutsal ateşle yanıp tutuşman gerek! s 93 Harbi, bir yandan (Plevne) de, öte yandan (Azizi­ye Tabyası)nda bütün şiddetiyle devam ederken; ninem Muhibbe hâtûn, dedem Feyzullah efendi, annem Hatice ve teyzem Ayşe hanımlar - Moskof zulmüne dayanamayarak - Kazan’dan Erzurum taraflarına, oralardan da Konya’ya göç­mek zorunda kalmışlar. Nihayet Seydişehir ilçesine yerleş­tikleri vakit, annem 7-8 yaşlarında bir çocukmuş.. Hikâyenin gerisini, (Kurtuluş Savaşı) mızın en buhranlı günlerinde, rahmetliden şöyle dinlemiştik : “ ... Çocuklar, Kazan, Kırım ve diğer Türk ille­rinde Moskof zulmü, artık, dayanılmaz bir hal aldı. Ruslar bir gece ansızın kasabamızı basarak her şe­yimizi yağmaya başladılar. Bu yüzden onlarla bizimkiler arasında korkunç bir boğuşma oldu. Biz çocuklar ve kadınlar da bu sokak döğüşüne katıl­mıştık. Fakat, neticede, Moskoflar üstün çıktılar. Çünkü, biz azdık. Onlarsa, it sürüsünden farksızdı. Sokaklar, ölü ve ağır yaralı kadın - erkek, genç - ihtiyar Türk cesetleriyle dolmuştu. Herkes çil yavrusu gibi kir tarafa dağıldığından ailemizden kimin ölüp kimin kaldığını, bir türlü, anlayamıyorduk. Nihayet, kara haberi öğrenmekte gecikmedik: Dedemizle amcamız, şehitler arasındaydı. Babanı ağırca yaralanmış, annem ise korkudan sinir illetine tutulmuştu. Rahmetlinin ölünceye kadar ellerinin titremesi, bundandır. Ah çocuklar, bu öyle hazin bir mâcera, öyle müthiş bir faciadır ki; nakline bi­le yürek dayanmaz. Hâin Moskoflar, meğer birçok köy ve kasabayı da aynı şekilde basmışlar. Derken bizim Kazan ilinden Osmanlı ülkesine doğru bir göç akını haşladı. Hem de, nasıl yürekler acısı bir akın... Tam “Ana, baba günü» dedikleri, feci manzara.. Uzatmayalım, tepemizde step güneşi, içimizde yurt ateşi, yalın ayak, başı kabak, yarı aç, yarı çıplak, sefil ve perişan bir halde, bağrımıza taş basarak ve (HER ŞEYİMİZ TÜRKLÜK İÇİN FEDÂ OLSUN!. ) diyerek, çilemiz kadar uzun, yurdumuz kadar ıssız yollara düştük. O uğursuz muhaceret günlerinde çektiklerimizi bir biz biliriz, çocuklar, bir de Allah-ü Zülcelâl.. Göç denilen şey öyle müthiş bir felâket­tir ki, diğer felâket ve musibetler onun yanında bir oyuncak gibi kalır. Rabbim, Moskof gâvuruna bile bu felâketi göstermesin!. Yavrum Kür Şad, Rahmetli ninenin, henüz genç yaşında saçları ağarıp dişleri dökülen, bahtsız ve çilekeş anneciğimin sözleri - üze­rine birdenbire bir fenalık geldiğinden - burada kesiliyor.. Alt tarafına ben devam ediyorum : Biz, ikisi kız beşi erkek olmak üzere, yedi kardeşmişiz. Mehmet ağabeyimizle Emine ve Miyâse ablalarımız, henüz pek küçükken ölmüşler. Seferberlik ilân edilip babamla Sadettin ağabeyim iki ay ara ile askere alınınca, fedakâr ve çilekeş annemiz bizi - ayağıyla beşik sallayıp eliyle dikiş dikerek - büyütmüş. Amma, ne tahammül edilmez mihnetler çekerek... Orasını geçelim. Zira, Birinci Cihan Harbi sıra­larında bütün milletin, hususiyle bizim gibi fakir asker aile­lerinin neler çektiklerini büyüyünce okuyup öğreneceksin!. Yedi cephede sebiller gibi kan akıtarak tarihlere sığmayan mucizevî kahramanlıklar gösterdiğimiz (Büyük Savaş) bizi ve dünyayı tam dört yıl kasıp kavurduktan sonra, mağ­lûbiyetimizle (!) bitti. Fakat ne ailemizin, ne de milletimizin çektiği ıztırap ve sıkıntılar bitmedi oğlum!. Asıl ıztırabımız, bu tarihten sonra başlar: Milletimiz için büyük bir felâket olan (Mondros Mütarekesi ) imzalanır imzalanmaz ordumuzun terhisi mâlûm feci şekilde başlamış; fakat ne ağam, ne babam, ne de eniştele­rim (teyzemle kızının kocaları) yuvalarına dönmemişlerdi. Yıllardan sonra öğrendik ki, babam esir, ötekiler de şehit olmuşlar!!!... Bu felâkete de (Her Şey Vatan ve Türklük İçin) deyip katlandık. İşte o günlerin mısrâlaşmış bir ifâdesi : BENİM DERDİM Dertli Kerem yanarken: "Alın yazım bu" demiş, Mevlevîler dönerken: "Hû erenler, hû!„ demiş; Kerbelâ’da Hüseyin: "Bir yudumcuk su” demiş; Benim derdim benzemez hiçbirinin derdine, Alıp gidem başımı Erzurum’a, Mardin’e!.. * * Dedem: "Bu yıl düşecek bağrımıza kar” demiş, Ninem : "Şükür, bugünlük ekmeğimiz var” demiş; Emmim son nefesinde: "Nerdesin, ey yâr?” demiş, Benim derdim ne ateş, ne ekmek, ne su derdi; Ne de yârin koynunda tatlı bir uyku derdi.. * * * Babam Sına çölünde bayrağına kan vermiş, Ağam Çanakkale’de Türklük için can vermiş, Anam bana millî ruh, millî heyecan vermiş: "Er kişi, yurdum diye ağlayandır, gülendir; Mefkuresi uğrunda kahramanca ölendir !.. ” * Niçin benim toprağa temiz kanım akmasın? Niçin kutsal ateşim yürekleri yakmasın? Niçin oğlum, torunum bir madalya takmasın? Benim derdim “Kür Şad” ın kırk erine eş olmak, “Türkeli” nin bağrını ısıtan güneş olmak!.. * * * Şimdi, bir nebzecik de, babanın hayat hikâyesini oku: 1913 yılında Seydişehir ilçesinin İncesu köyünde doğ­muşum. Aslen Akseki ilçesinin Kızılağaç köyünden olan ba­bam, dünyaya geldiğim vakit, İncesu’da imammış, İlk tahsilim Seydişehir Merkez ilk okulunda, orta tahsilim ise Konya ve İstanbul Erkek Öğretmen okullarındadır. Yurdun muhtelif köy, kasaba ve şehirlerinde tam sekiz yıl başarı ile öğret­menlik, Başöğretmenlik ve Millî Eğitim Memurluğu yaptıktan sonra - yazılı ve sözlü müsabaka imtihanlarını kazanarak - Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü Pedagoji Şubesine girdim. Sene : 1943.. Buradan İlk Öğretim Müfettişi çıkacak, tapar­casına sevdiğim vatan ve milletime daha çok faydalanacak­tım. Fakat kör tâlihim, burada da, yâr olmadı. 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü, Nihal Atsız - Sabahattin Ali dâvâsı dolayısıyla bilfiil iştirak ettiğim Türkçülük hareketleri yüzünden, o uğursuz devrin zâlim ve imansız idarecileri tarafından tevkif ve okuldan tart olundum. Zamanın Cumhurreisi İsmet İnönünün 19 Mayıs 1944 günü Türk milliyetçiliği ve biz milliyetçi­ler aleyhinde söylediği mâhut ve menfur nutuk üzerine, (Atatürk Aleyhtarlığı, Rejim Düşmanlığı ve Vatan Hâinliği) gibi en ağır cürümlerle suçlandırılarak, İstanbul Örfî İdare Komutanlığı emrine verildik. Bizi (yâni, 23 mü­nevver Türk milliyetçisini) benzerleri ancak Moskofistanda bulunan azap hücrelerine attılar. Gerek bu korkunç hücre­lerde, gerekse tepesinde 1500 mumluk ampuller yanan Tabutluklarda gördüğümüz maddî ve mânevî işkenceleri anlatmaya kalkarsam koca bir cilt tutar. Tam on bir ay devam eden ve (Engizisyon Devri) ne rahmet okutan bu zulüm ve işkenceler, beni tuttuğum (Hak ve Hakikat), (Türklük ve Türkçülük) yolundan aslâ alıkoyamadı. İşte o karanlık ve uğursuz günlerde yazdığım şiirlerden bazı parçalar: Değil bir hücre bana olsa bir cihan mahbes, Gürleyecek her zaman, her yerde bu erkek ses!.. Farksızdır şâirlerin gecesi gündüzünden, Hapis yatmış, ne çıkar, ÖCAL aşkı yüzünden?.. CEVAP — Nişanlıma — Aldım - şükür - mektubunu, Geçmiş doksan dokuz elden!.. Sorma benden şunu, bunu, Bahset yalnız “Tek Emel„den!.. Lâzım değil sitem, kahir, Türkçü olan bilmez korku!.. Varsın her şey olsun zehir, Bizim için bir şeref bu!.. Ne felâket, <ne musibet, Yıldıramaz beni aslâ!.. Türk’e gönül veren elbet, Bu zehirden içer tasla!., Yağsın belâ yağmurları, Şakır şakır üzerimden!.. Aşacağım bu surları, Çünkü bir Türk oğluyum ben!.. Hız veriyor her an bana: “Rıza Nurla, “Nâmık Kemâl!. Kurban olsun bu vatana, Bu millete bin bir Cemâl!.. Görmüyor dünyayı gözüm, Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!., Bir aşk ile yanar özüm, Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!.. * * * Kara sevdâ derler buna, Her şey fedâ aşk uğruna, Dokunmayın bu Mecnuna, Sevdâlıyım, sevdâlı , heyyy!.. * * Oldu diye yerim zindan, Söner mi hiç bu aşk, îman?.. Bilsin şunu kahpe zaman: Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!.. * * Essin varsın kızıl yeller, Açar bir gün solan güller, Bak, ne diyor susan diller: Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!.. * * Vaz geçer de kadın, kızdan, Ayrılamam Millî Sazdan, Gelir hızım “Ay - Yıldız„dan, Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!.. * * Sizin olsun dünya köşkü, Yeter bana vatan aşkı, Yazar ÖCAL hep bu meşki: Sevdâlıyım, sevdâlı heyyy!.. * * ❖ Aşk uğrunda yanmış, kebap olmuşuz, Ona dalsak da bir, dalmasak da bir!.. Erenler bezminde şarap olmuşuz, Gönül çalsak da bir, çalmasak da bir!.. * Dehre mihnet çekmek için gelmişiz, Istırâbı câna minnet bilmişiz, Ferhat olup nice dağlar delmişiz, Yâr’i bulsak da bir, bulmasak da bir!.. * * * Gündüzler cehennem, geceler ayaz, Duvarlar beyazdır, rüyalar beyaz, Geçti hicran ile koskoca bir yaz, Kışa kalsak da bir, kalmasak da bir!.. * * * Şükür, nasibimiz yoktur riyâdan, Ayrılmadık asla namus, hayâdan, Yalancı, vefâsız, kahpe dünyadan; Murat alsak da bir, almasak da bir!.. * * * Marmara ufkunda birer serâbız, Ayaklar altında birer türâbız, “Yakılmış, yıkılmış hâne harâbız, Âbâd olsak da bir, olmasak da bir!.. * * * Bakarak şerefli Yıldız’a, Ay’a; Selâmlar yollarız mâvi Tuna’ya, Bedbaht yavrularla, dertli anaya, Haber salsak da bir, salmasak da bir!.. * * * ÖCAL der: “Keder, gam kervanıyız biz, Türklüğün âşığı, hayrânıyız biz, Vatanın, milletin kurbânıyız biz, Azad olsak da bir, olmasak da bir!... *** Artık, bahis sırası sana geldi. Dinle beni yavrucuğum : Her şeyden evvel bilmiş ol ki sen, uğruna baş koydu­ğum, adına Türkçülük (yâni, Türk milliyetçiliği) dediğimiz, mukaddes mefûrkemin çocuğusun!.. Sonra düşün ki sen, bu mefkûre uğrunda serden geçip Tanrı Dağlarındaki adsız şehitler safına karışan, fedâiler fedaisi yiğit (Kür Şad)ın adını taşıyorsun. Bu şerefli ada lâyık bir Türkçü olmak, seni bekleyen vazifelerin başında gelmelidir. Şunu da unut­ma ki, oğlum, dünyada biricik saadet ve bahtiyarlık kaynağı (Mefkûre) dir. Biz (Büyük ve Mes’ut Türkiye)- yi yaratacak İlâhî kuvvet ve kudretin yalnız ve ancak (Mefkûre) olduğuna inanıyoruz. Eğer sen ve kardeşin Süyüm Bige bütün kalbinizle bu hakikate inanmaz, benim yo­lumda yürümez, doğacak çocuklarınıza aynı ideâli aşılamaz­sanız, unutmayın ki, yarın kıyâmette iki elim yakanızdadır. Şu gerçeği, hiçbir vakit, hatırınızdan çıkarmayın : (Milliyetsizlik bir ölüm tohumu, mefkûresizlik ise mânevi bir intihardır.) Sana, bir vasiyet mahiyeti taşıyan, son sözlerim şu ata öğütlerinden ibârettir oğlum : «...Allah’ı tanı ve ondan kork!.. Aileni, milletini, yurdunu sev!. Unutma ki, sen bir hiçsin!. Tanrı seni yarattı, istediği zaman yok eder. Fakat Tanrı Türk’ü, yok etmemek üzere yaratmıştır. Onun için «Hiç» olan kendini, hiç düşünmeyeceksin. Yalnız milletinin menfaa­tini, milletinin şerefini güdeceksin!.. Eğer ruhunu yükseltirsen, Türklük de yükselir. Fakat ruhunu yükseltip- de kötü yola sapma, kendi menfaatine çalışma!. “Sen öl ki, o yaşasın!..,, Çok lâzımsa, sen yaşa ki, o da yaşasın!. Fakat yaşayışın, senin değil, Türklüğündür. Se­nin hiçbir şeyin yoktur..,Adından tut da, silâhına ve yüreğine varıncaya kadar, hepsi milletinindir. Milletini sevmeyen Türklerden hesap sor!.. Sana Türklüğü, bir tek kere bile boyun eğmemiş olarak, emânet ediyoruz. Kılıncınla, atınla, pazunla, kafanla ve kalbinle savaş!. İşkenceler içinde yaşa!. Fakat ölürken sen de oğulları­na Türklüğü, bizim sana bıraktığımız gibi, bırak!.. Doğduğun gündenberi, sana, hep bunları söyledik. Beşikteyken duyduğun (KIZIL ELMA)yı hiç unutma ve unutturma!..,, Gel şimdi yavrum, ufukları çınlata çınlata, sağır kulak­lara duyura duyura, şu parolamızı birlikte tekrarlayalım: Gam çekmesin ne toprak, ne de koynunda yatan, Olduk onlar uğrunda çünkü fenafilvatan! Dinlesin «Maddeci»ler, Sağırlar bu sesi heyyy! Türklük İçindir Her Şey, Vatan İçindir Her Şey!.. Eskişehir 7-7-1953
·
232 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.